Japon Yeni Dalgası

 

Japon Yeni Dalgası

Japon Yeni Dalgası (ヌーベルバーグ Nūberu bāgu) 1950'den 1970'lere kadar etkin olan Japon film yapımcıları grubudur. Televizyon yüzünden zayıflayan yerel sinemaya olan ilgiyi arttırmak amacıyla bir film stüdyosunun kuruluşuyla doğdu.

Bu yönetmenler tutarlı bir hareket oluşturmasalar da klasik Japon sinemasının gelenek ve göreneklerinin hem tematik hem de resmi olarak dışına çıktılar. II. Dünya Savaşı sonrasındaki toplumsal değişim sırasında yönettikleri filmlerde cinsel şiddet, radikalizm, gençlik kültürü, Korelilere karşı yapılan ayrımcılık ve II. Dünya Savaşı sonrasını içeren Japonya'da tabu olan konuları ele aldılar. Bu yönetmenler ayrıca kompozisyon, düzenleme ve anlatımda da alışılmışın dışında ve deneysel yaklaşımlar benimsemişlerdir.

Japon Yeni Dalgasının Önemli Yönetmenleri

Nagisa Ōshima

Nagisa Ōshima (大島 渚) Japon Yeni Dalgası akımının en önemli temsilcisi sayılır. Aşk ve Umut Mahallesi (愛と希望の街 Ai to kibō no machi) (1959) Kawasaki şehrinde aşkın ve umudun nasıl dışlandığını, Gençliğin Acımasız Öyküsü (青春残酷物語 Seishun zankoku monogatari) (1960) öfkelerini yasaları çiğneyerek açığa vuran gençlerin öyküsünü, Japonya'da Gece ve Sis (日本の夜と霧 Nihon no yoru to kiri) (1960) Japon-Amerikan güvenlik sözleşmesinin yenilenmesine karşı gösteriler yapıldığı zamandaki sol muhalefetin başarısızlığını, Cinsellik Türküleri (日本春歌考 Nihon shunka-kō) (1967) üniversite sınavı için Tokyo'ya gelen taşralı bir öğrenci topluluğunun içinde yüzdüğü boşluğu, Çifte İntihar (無理心中日本の夏 Muri Shinjū: Nihon no natsu) (1967) kendisini öldürmeyi kabul edecek birini araya bir erkekte aşkı bulduğunu sanan kadının hikâyesini, İpe Çekilme (絞死刑 Kōshikē) (1968) tecavüz ettiği iki kızı öldüren ve pişman olduğunu belirten Koreli bir öğrencinin cinayetten beş yıl sonra idam edilişini, Shinjuku Hırsızının Güncesi (新宿泥棒日記 Shinjuku dorobō nikki) (1968) Tokyo'nun kenar mahallelerinden birinde kitap hırsızlığı yapan bir öğrenci ile kız arkadaşının serüvenini, Shōnen (少年 Shōnen) (1969) para kazanmak için kendini arabanın altına atıp, kazaya uğradığı süsü veren çocuğun öyküsünü, Gishiki (儀式) (1971) varlıklı bir kırsal kesim ailesinin İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllar boyunca yaşadıklarını, Yaz Bacısı (夏の妹 Natsu no imōto) (1972) genç bir kızın, kardeşi olduğunu iddia eden bir kişiyle tanışmak için gittiği Okinawa Adası'nda yaşadıklarını konu edinir. Yirmi sevişme sahnesine yer veren Duyu İmparatorluğu (愛のコリーダ Ai no korīda) (1976) erotizmin sınırlarını görülmedik bir biçimde zorlayarak eski bir geyşanın (Eiko Matsuda), çalıştığı lokantanın evli sahibini (Tatsuya Fuji) baştan çıkarmasını konu edinir. Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Tutku İmparatorluğu (愛の亡霊 Ai no bōrē) (1978) Duyu İmparatorluğu'nda olduğu gibi yaşadıkları tutkunun ilk başta yalnızlığın ardından da ölüme sürükleyen iki sevgilinin hikâyesini konu edinir. Bu filmde toplumsal sorumluluklarını (義理 giri) göz ardı eden sevgililer bireysel tutkularının (人情 ninjō) sesini dinlerler. Mutlu Noeller Bay Lawrence (戦場のメリークリスマス Senjō no Merī Kurisumasu) (1983) savaşla aşkın ve suçsuzlukla suçluluğun arasındaki ilişkiyi, Max Sevgilim (マックス、モン・アムール Makkusu, Mon Amūru) (1986) Paris'te görevli İngiliz diplomatın (Anthony Higgins) karısının (Charlotte Rampling) bir şempanze ile yaşadığı aşkı konu edinir. Gohatto (御法度 Gohatto) (1999) ise Shogun dönemi Japonya'sında samurayların yetiştirilmesini, eşcinselliği ve sanayileşme ve batılılaşma döneminde yaşamanın zorluklarını konu edinir.

Shōhei Imamura

Shōhei Imamura (今村 昌平 Imamura Shōhei) da savaş sonrasının çalkantılarının yaşandığı bir siyasal ve kültürel ortamda sinemaya adım attı. Üniversite öğrenciliği yıllarında karaborsa içki ve sigara satan, oyunculuk yapan Imamura, tiyatro ortamının belirsizliği karşısında, Ozu'nun yardımcısı oldu. Senaryolar da yazdıktan sonra gezginci bir oyuncu topluluğunun öyküsünü anlatan Çalınan Arzu (Nusumareta Yokubo, 1958) Osaka'nın eğlence bölgesini ve Ağabeyim (にあんちゃん Nianchan) (1959) Kyu-Shu kömür ocaklarında çalışan yoksul madencilerin yaşamını, Bir Adam Kayboldu (人間蒸発 Ningen jōhatsu) (1967) Japonya'nın büyük kentlerinde o yıllarda sık sık rastlanan "kaybolma" olayını, Cinayet Niyetleri (赤い殺意 Akai satsui) (1964) kendisine tecavüz eden erkeği sevmeye başlayan evli bir köylü kadının öyküsünü ve Pornocular (「エロ事師たち」より 人類学入門 "Erogotoshitachi" yori Jinruigaku nyūmon) (1966) her türlü porno malzemesi satan ve bunu topluma hizmet amacıyla yaptığına inanan orta yaşlı bir erkeğin öyküsünü konu edinir.

Yönetmenin aynı yıl yönettiği Hateshinaki Yokubo (Sonsuz Arzu), daha sonraki çalışmalarının grotesk anlayışının ipuçlarını verdi. Film, uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir çetenin dağılışını aktarırken, şiddet ve cinselliği öne çıkarıyordu. Bu iki film de yönetmene "umut veren yeni yönetmen" ödüllerini kazandırdı. O yıllarda bir dergide yayınlanan söyleşide şöyle der Imamura: "Çağdaş Japon gerçekliği insan bedeninin alt bölümüyle, toplumsal yapının alt bölümüne dayanır. Ben de elimden geldiğince bu iki konu üzerinde duracağım." Gerçekten de Imamura filmlerinde toplumun en yoksul katmanlarını ele alacak, kentlerin kenar mahallelerine ve geleneklerinden kopma yolundaki kırsal topluluklara eğilecektir. Imamura bu seçimini, küçük bir çocuğun kardeşleriyle ilişkisini ele alan

Domuzlar ve Savaş Gemileri (豚と軍艦 Buta to gunkan) (1961) ise bir Amerikan deniz üssü yakınında "iş tutan" bir orospu (Jitsuko Yoshimura) ile pezevenginin öyküsünü Amerikan üslerinin çevre halkı üzerindeki olumsuz etkilerini vurgulayan film, bir kadının yazgısını kendi başına yönlendirme mücadelesini de çarpıcı bir biçimde verir. Gangsterlerin, kamyonlardan kaçan domuzların arasında çatıştıkları sahne domuzların simgesel önemini daha da artırır. Amerikan üssü çevresinde yaşayanlar da domuzlar gibi pistir. Yönetmen hayvanları simge olarak kullanmayı başka filmlerinde de sürdürecek, Japon insanını bir "böcek" gibi ele alarak incelemeyi deneyecektir. Yılın en iyi Japon filmi ödülünü alan

Böcek Kadın (にっぽん昆虫記 Nippon konchūki) (1963) bu doğrultudaki en önemli çalışmadır. Film, artık yaşlanmış bir kadının çileli yaşamının dökümünü yapar. Kırsal kesim kökenli kadın (Sachiko Hidari), küçüklüğünde babasının tacizine uğrar. Evlenip bir kız çocuğu doğurur. Babasının evlilik dışı bir kızı olduğunu öğrenince evini terk eder. Büyük kentte varlığını sürdürebilmek için Amerikalı erlerle fuhuş yapar. Yaşlanınca "mama" olur ve terk ettiği kızıyla karşılaşır. Kızın yaşadıkları da annesinin yaşadıklarından değişik değildir. Film, boşa harcanmış bir yaşamdan yola çıkarak, savaş sonrasının yozlaşmasını, kültürel değerlerin çöküşünü yansıtır. Hayatta kalabilmek için bedenini satan "böcek kadın", ekonomik çıkarları uğruna ruhunu ABD'ye satan Japonya'yı simgeler. Zaten filmin özgün adının tam karşılığı da "Böcek Japonya"dır.

Tanrıların Derin Arzulan (神々の深き欲望 Kamigami no fukaki yokubō), sanayileşmenin yozlaştırdığı Japon toplumunun karşısına, ülkenin geri kalmış güneyindeki adalarda doğa ile başbaşa yaşayan ve başka ülkelerle daha fazla ilişkisi olan toplulukları çıkarır. Tercihini bu insanlardan yana koyar. Yönetmene göre yapay bir demokrasi kavramına sığınmış olan sanayileşmiş Japonya' da, günlerini keyiflerince geçirerek yaşamın tadını çıkarmayı amaçlayan güneyliler Japon toplumunun örnek alması gereken gerçek atalarıdır.

Bir Konsomatrisin Ağzından Savaş Sonrası Japonyasının Tarihi (にっぽん戦後史 マダムおんぼろの生活 Nippon sengoshi – Madamu onboro no seikatsu) (1970) Amerikan işgal günlerine tanıklık etmiş yaşlı bir fahişenin ağzından Japonya'nın yakın tarihini perdeye getiren bir belgeseldir. Alışılmışın dışında bir Japonya tarihi yazmak isteyen yönetmen, bir barda karşılaştığı ve Amerikalı askerlerle fuhuş yaparak geçimini sağlamış olan Omboro adlı kadının, atom bombasının atılmasını izleyen yirmi beş yıl boyunca yaşadıkları, haber filmlerinin de desteğiyle ilginç bir belgesele dönüşür. Son iki filminin ticari başarısızlığı üzerine uzun yıllar televizyon belgeselleri çeken, bu arada televizyon yapımcısı yetiştirmek amacıyla özel bir okul kuran Imamura, ancak

İntikam Benim (復讐するは我にあり Fukushū suru wa ware ni ari) (1979) ile sinemaya döndü. Gerçek bir olaydan yola çıkan yönetmen, cinayet işlemeyi alışkanlık haline getiren bir katilin (Ken Ogata) öyküsünü geri dönüşlere dayanan bir anlatımla aktardı. Üniversite profesörü, avukat gibi saygın kimliklere de büründüğü için, izini süren polisten kaçmayı başaran katil bir yandan da bir genelev patroniçesinin kızıyla ilişkisini sürdürür. Sanki Lombroso'nun doğuştan suçlu görüşünü desteklemek için çekilmiş olan film, çağdaş Japonya'nın karamsar bir tablosunu çizer. Yalnız bu film değil, yönetmenin filmlerinin tümü, büyük bir siyasal ve ahlaksal bunalım yaşamakta olan bir ülkenin, kimi kez lirik ve fantastik bir yaklaşımla verilmiş de olsa, acımasız bir eleştirisini gündeme getirir. Imamura'nın Japon tarihine ve geleneklerine eğilerek içerdikleri trajik yönleri vurgulamak isteği yansımasını konu edinir.

Narayama Türküsü (楢山節考 Narayama bushikō) (1983) bulur. Shichiro Fukozawa'dan uyarlanan film, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazansa da, aynı konuyu daha önce filme almış olan Kinoshita'nın daha önce değinilen uyarlamasının düzeyini tutturamaz. Bu sonuçta belki de, Imamuro'nun yazarın iki ayrı yapıtını bir araya getirerek uyarlamasının da etkisi olmuştur. Sıradışı kimlikleri perdeye getirmeyi sürdüren Imamura,

Zegen (女衒 ZEGEN) (1987) Meiji döneminde güney ülkelerine orospu gönderen ve bu işi imparatoruna ve vatanına hizmet etmek için yaptığına inanan bir pezevengin öyküsünü aktarır.

Kara Yağmur, (黒い雨 Kuroi ame) (1989) atom bombasının yol açtığı yıkımı, gelinlik çağındaki bir genç kızın gözünden anlatan, incelikli bir psikolojik dramdır. (Film Cannes Film Festivali'nde Teknik Başarı ödülünü aldığı gibi, Japon Akademisi ödülüne de değer görüldü). Yönetmenin Cannes Film Festivali'nde bir kez daha Altın Palmiye kazanmasını sağlayan

Yılan Balığı (うなぎ Unagi) (1997) Akira Yoshimuro'nun yapıtından uyarlanmıştır. Film, aşığıyla yakaladığı karısını öldüren bir balıkçının (Koji Yakusho) öyküsünü konu edinir. Cezaevinde geçirdiği sekiz yıl boyunca yalnızca bir yılan balığı ile dostluk eden balıkçı, salıverildikten sonra, intihar etmesini engellediği ve eski karısına benzeyen bir kadınla (Misa Shimuzu) birlikte yaşamaya başlar. Film pişmanlığı, yaşama yeniden sarılmayı, aşkın onarıcı gücünü dingin bir anlatımla vurgular.

Kızıl Köprünün Altından Akan Ilık Sular (赤い橋の下のぬるい水 Akai hashi no shita no nurui mizu) (2001) Tokyo sokaklarını arşınlayarak iş arayan iflas etmiş bir iş adamının (Koji Yakusho), altın bir Buda heykelinin peşine düştüğünde karşısına çıkan bir genç kızla (Misa Shimizu) serüvenini aktarır. Bir kasabada falcı ninesiyle birlikte yaşayan kızın özelliği kleptoman olması ve cinsel dürtüleri harekete geçtiğinde vücudunun su püskürtmesidir. Masal havası içinde geçen film seyirciyi hem güldürür hem de dışlanmışlık, cinsellik, kadın erkek ilişkileri konusunda düşündürür. Yaşlı bir yönetmenin çok "genç" bir filmi olarak dikkati çeker. Imamura, yazgının daha doğru bir değerlendirmeyle Japon toplum yapısının aşağıladığı kadınların başkaldırısını gündeme getiren filmlerin yönetmeni olarak, Japon sinema tarihinde özgün bir yere sahiptir. Imamura'ya göre kadınlar, erkeklerden daha ilginç oldukları gibi, daha da güçlüdürler.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski