Marksizm-Leninizm

 

Marksizm-Leninizm'i temsil eden bir afiş
Marksizm-Leninizm'i temsil eden bir afiş

Marksizm-Leninizm, adını Karl Marx ve Vladimir Lenin'den alan, 1920'li yıllarda komünist partiler arasında popülerlik kazanan ideolojik akım. Marksizm-Leninizm; Marx, Engels ve Lenin'in ortaya koyduğu temel öğretilere bağlı kalarak, değişen koşullara ve çağın gereklerine uygun bir biçimde sosyalist sistemde yeniden uygulanmasıdır.

Komintern'in de kuruluş ideolojisi olarak benimsenen bu görüş, en yaygın benimsenen komünist ideolojidir. Özelinde kapitalizme, faşizme ve emperyalizme karşıdır ve sınıfsız bir toplum yaratmak için özel mülkiyete dayalı üretim biçimlerinin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. Marksist-Leninist ideoloji kişiye ait özel mülkiyete karşı değil, büyük ölçekli işletmelerin ve toplumsal üretim alanlarının özel teşebbüse ait olmasına karşıdır. Ekonomide küçük ölçekli işletmelerin korunmasını ve teşvik edilmesini savunmakla birlikte, büyük ölçekli üretim alanlarında kolektif işletme biçimini savunur.

Tarihsel olarak Paris Komünü sayılmazsa, Marksist-Leninist ilkeler ilk olarak 1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi'nden sonra Sovyetler Birliği'nde uygulandı ve ardından devletin resmî ideolojisi haline geldi. Ayrıca ülkede Marksizm-Leninizm Enstitüsü adında bir bilim akademisi bulunmakta ve birçok eser yayınlamaktaydı.

Bununla birlikte Marksist-Leninist ilkelerin ortaya çıkışından bu yana bu görüşlere karşı dünyanın birçok yerinde antikomünizm adı verilen politikalar üretilmiş ve bu ilkeleri savunanlara çeşitli baskılar uygulanmış, hatta toplu katliamlara kadar varan uygulamalar gerçekleştirilmiştir.

{tocify} $title={İçindekiler}

Tarihçe

Ortaya çıkışı

Leninizm, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü olan Marksist felsefenin üzerine politik ve ekonomik konularda katkı sunan bir teori olup, marksizmin bir aşaması olarak ele alınır. Bu yaklaşıma göre Lenin, Marx'ın eserlerini ve temel prensiplerini esas alarak onun savunduklarını ekonomik, felsefi ve siyasi konularda geliştirmiş ve onu yeni dünya şartlarına uygun bir öğreti haline getirmiştir.

Lenin, Karl Marx ve Friedrich Engels anıtı açılışında konuşuyor
Lenin, Karl Marx ve Friedrich Engels anıtı açılışında konuşuyor, 7 Kasım 1918, Moskova

Leninizm terimi, Lenin hayattayken pek kullanılan bir terim değildi. Ancak sağlık sorunları nedeniyle aktif politikadan çekilmesinin ardından diğer Sovyet politikacıları Lenin'in görüşleri adı altında bu ifadeyi sıklıkla dillendirmeye başlamışlardır. Ardından Komintern'de Grigory Zinoviev "Leninizm" terimini ilk kez kullandı ve terim popüler hale geldi.

Marksizm-Leninizm'in ayrı bir ideoloji halini alarak yaygınca kullanılması Stalin'in 1926 tarihli "Leninizm'in Soruları" (Almanca orijinali: Fragen Des Leninismus) adlı eseriyle başlar.

Marx ve Lenin resimlerinin bulunduğu bir simge
Marx ve Lenin resimlerinin bulunduğu bir simge

Gelişimi

Marksizm-Leninizm ideolojisinin çeşitli ülkelerde iktidara gelişinin yıllara göre dağılımı şu şekildedir;

YılÜlkeLiderSonlanışı/Değişimi
1917 (tüm sovyet cumhuriyetlerinin birleşmesi 1922)Sovyetler BirliğiVladimir Lenin
Josef Stalin
1991
1919Macaristan Sovyet CumhuriyetiBéla Kun1919
1924Moğolistan Halk CumhuriyetiTseren-Ochiryn Dambadorj1992
1940 (SSCB'ye sonradan katıldı)Estonya Sovyet Sosyalist CumhuriyetiJohannes Vares1991
1940 (SSCB'ye sonradan katıldı)Letonya Sovyet Sosyalist CumhuriyetiAlfrēds Rubiks1991
1940 (SSCB'ye sonradan katıldı)Litvanya Sovyet Sosyalist CumhuriyetiAntanas Sniečkus1991
1940 (SSCB'ye sonradan katıldı)Moldova Sovyet Sosyalist CumhuriyetiPiotr Borodin1991
1943Yugoslavya Sosyalist Federal CumhuriyetiJosip Broz Tito1992
1945Romanya Sosyalist CumhuriyetiGheorghe Gheorghiu-Dej
Nikolay Çavuşesku
1989
1946Arnavutluk Sosyalist Halk CumhuriyetiEnver Hoca1992
1946Bulgaristan Halk CumhuriyetiGeorgi Dimitrov1990
1946Mahabad CumhuriyetiKadı Muhammed1947
1948Çekoslovakya Sosyalist CumhuriyetiKlement Gottwald1990
1948Kuzey KoreKim İl-sung1991 (Juche)
1949Doğu AlmanyaWilhelm Pieck1990
1949Macaristan Halk CumhuriyetiMátyás Rákosi1989
1949 (1931, Çin Sovyet Cumhuriyeti)ÇinMao ZedongHâlen etkin
1952Polonya Halk CumhuriyetiBolesław Bierut1989
1959Küba CumhuriyetiFidel Castro
Che Guevara
Hâlen etkin
1967Yemen Demokratik Halk CumhuriyetiQahtan al-Shaabi1990
1969Kongo Halk Cumhuriyeti
Marien Ngouabi1992
1975Benin Halk CumhuriyetiMathieu Kérékou1990
1975Vietnam Sosyalist CumhuriyetiHo Chi MinhHâlen etkin
1975Laos Demokratik Halk CumhuriyetiKaysone PhomvihaneHâlen etkin
1975Demokratik KampuçyaPol Pot1979
1975Angola Halk CumhuriyetiAgostinho Neto1992
1975Mozambik Halk CumhuriyetiSamora Machel1990
1976Somali Demokratik CumhuriyetiSiad Barre1991
1978Afganistan Demokratik CumhuriyetiNur Muhammed Terakki1987
1979Kampuçya Halk CumhuriyetiHeng Samrin1993
1979GrenadaMaurice Bishop1983
1987 (1974'teki Derg adındaki sosyalist geçiş hükûmeti sonrası)Etiyopya Demokratik Halk CumhuriyetiMengistu Haile Mariam1991

Dünyada Marksist-Leninist ilkelerle yönetilen ülkeler ve yönetim süreleri
Dünyada Marksist-Leninist ilkelerle (kısmen ya da tamamen) yönetilen ülkeler ve yönetim süreleri.
70 yıl ya da daha fazla
 60–70 yıl
 50–60 yıl
 40–50 yıl
 30–40 yıl
 20–30 yıl
 20 yıl ya da daha az

Günümüzdeki Marksist-Leninist ilkelere göre yönetilen sosyalist ülkeler
Günümüzdeki Marksist-Leninist ilkelere göre yönetilen veya sosyalist sayılan ülkeler

Günümüzde

Günümüzde Marksizm-Leninizm Çin, Kuzey Kore, Küba, Vietnam ve Laos'taki devlet yönetimlerinin belirleyici ideolojisidir.

Bununla birlikte şu an dünyanın ülkesinde faaliyet gösteren birçok silahlı örgüt kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlamakta ve bu ilkelerin uygulandığı bir rejim kurmak istemektedir. Bu örgütlere Türkiye'de faaliyet gösteren Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi ve Marksist Leninist Komünist Parti, Filipinler'de faaliyet gösteren Yeni Halk Ordusu ya da Kolombiya'da faaliyet gösteren Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri örnek olarak gösterilebilir.

Çin Halk Cumhuriyeti

1949'da Mao Zedong önderliğinde gerçekleşen Çin Devrimi'nin ardından kurulan Çin, Marksist-Leninist temelli yönetim politikalarını benimsemiş ve uygulamıştır. 1970'li yıllara kadar Mao'nun etkisinin yüksek olduğu Çin Halk Cumhuriyeti (bu politikalar Maoizm olarak anılır), 1980'li yıllarda Deng Xiaoping yönetiminde devlet kontrolündeki piyasa ekonomisini benimsemiştir.

Mao Zedong Çin Devrimi sonucu kurulan Çin'i ilan ederken, 1 Ekim 1949
Mao Zedong Çin Devrimi sonucu kurulan Çin'i ilan ederken, 1 Ekim 1949

Çin anayasasının birinci maddesi şöyledir: "Çin Halk Cumhuriyeti işçilerin ve köylülerin ittifakı üstünde kurulan ve işçi sınıfı tarafından liderliği yapılan halkın demokratik diktatörlüğü egemenliğinde sosyalist bir devlettir." Bu madde, devletin Marksist-Leninist terminolojideki işçiler ve köylüler ittifakı üzerinde kurulduğunu ve koruyucusu olarak öncü partinin, yani komünist partinin yetkin kılındığını ifade eder.

Kuzey Kore

Kuzey Kore yönetimi, 1992 yılında Marksist-Leninist ilkeleri yorumlayarak Juche adında yeni bir yöntem geliştirmiştir. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması, ülkeyi büyük sorunlarla karşı karşıya bırakması ve bunu takip eden aylarda Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki NATO üyesi devletler ülkeye uyguladıkları yaptırımları en üst seviyeye çıkarması bu durumda etkili olmuştur. Ülke içinde, 1910-1945 arasındaki Japon işgaline benzer bir durumun ortaya çıkacağı tartışmaları baş göstermiş ve bu durum ordunun güçlendirilmesi ve kendi kaynaklarıyla ekonomik hayatı sürdürme düşüncelerini ön plana çıkarmıştır. Yapılan tartışmalar sonucu 1996 yılında bu yönteme songun (önce ordu) adında bir politika dahil edilmiş, 1998 yılında ise Anayasada değişikliğe giderek "Marksizm-Leninizm" ifadesi yerine "Juche" ifadesi getirilmiştir.

Juche Kulesi
Kuzey Kore'deki Juche Kulesi. Önde bulunan heykeldeki üç kişi orak, çekiç ve yazı fırçası taşımaktadır.

Küba

Küba'daki mevcut anayasa ülkenin Marksist-Leninist ilkelere göre yönetildiğini açıkça belirtir. Anayasanın 5 ve 9. maddelerine göre iktidardaki komünist parti, toplumu oluşturan bireylere geçimlerini sağlayacak ve yeteneklerine uygun bir iş, engellilere para yardımı, tüm çocuk ve gençlere ücretsiz tıbbi yardım ve eğitim, herkese ücretsiz eğitim, kültür ve spor yapabilme hakkını sağlamakla yükümlü devletin öncü partisi olarak tanımlanır.

Laos

Laos’ta 1975 yılında gerçekleşen, SSCB ve Vietnam tarafından da desteklenen devrimden bu yana, ülkedeki hakim siyasi ideoloji Marksist-Leninist ilkelere dayalı tek partili sosyalist cumhuriyettir.

Vietnam

Vietnam, 1976 yılından bu yana Marksist-Leninist ilkeler ile yönetilmektedir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasını izleyen 1990'lı yıllarda ekonomik ve siyasi izolasyon nedeniyle küçük anayasa değişiklikleri yapsa da iktidardaki komünist partiye verilen görevler hala bu ilkelere göre dizayn edilmiştir.

Temel ilkeler

Lenin, klasik Marksizm'e; enternasyonalizm, öncü parti, kapitalizm, emperyalizm, proletarya diktatörlüğü, demokratik merkeziyetçilik, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi konularda katkılarda bulunmuştur.

Öncü parti

Karl Marx'a göre; toplumsal konumu gereği proletarya, sınıfsız toplumu kuracak olan tek sınıf ve iradedir. Marx; bu iradenin proletaryanın "doğal" olarak kurup içinde mücadele edeceği bir çeşit parti olacağını öngörmüştür. Bu parti, Marx'a göre, işçi sınıfının içinden tümüyle tarihsel bir zorunluluk ve kapitalizmin kendi içerisindeki çelişkileri sonucu ortaya çıkar. Yine Marx'ın bu saptamasına göre parti; sosyalist devrim için bir aygıt, proletaryanın örgütlenmiş bir biçimi ve onun buluşma alanıdır. Marx'a göre devrimi yapan ise proletaryanın bizzat kendisidir.

Marx, Engels ve Lenin'in bulunduğu bir duvar halısı, Stasi Müzesi, Berlin.
Marx, Engels ve Lenin'in bulunduğu bir duvar halısı, Stasi Müzesi, Berlin.

Bu "devrimi yapacak olan irade" hususunda Lenin, bu eylemi tarihsel olarak gerçekleştirebilecek olan yapının "Disiplinli bir komünist parti önderliğindeki proletarya" olduğunu belirtmiş, dolayısıyla marksist felsefedeki proletarya örgütlülüğünün belirsiz niteliği yerine öncü parti kavramını koymuştur. Ayrıca işçi sınıfının bilinçsiz ve örgütsüz kesimini lümpen proletarya olarak tanımlayan Marx'ın görüşlerini de yorumlayan Lenin, bu saptamasında "Devrim proletarya için yapılmış olsa da, devrimin birincil öğesi ve yaratıcısı kurulmuş olan marksist partidir" tanımını yapmış, Devlet ve Devrim adlı eserinde komünist partinin proletarya diktatörlüğüne geçiş için "olmazsa olmaz şartı" olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Lenin'e göre bu proletarya partisi, "Proletarya diktatörlüğü döneminde temel önder güç" ve "İşçi sınıfı birliğinin en yüksek değeri"'dir.

Lenin'in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri olan Stalin de "Parti, işçi sınıfının örgütlü müfrezesidir" diyerek bu görüşü savunmuştur.

Öncü parti kavramı, Kim Jong-il tarafından da yorumlanarak Juche adında doktrinleştirilmiştir. Kore İşçi Partisi'ne ve onun önderine sadakati gerektiren bu anlayış günümüzde Kuzey Kore'de uygulanmaktadır.

Emperyalizm

Lenin'in Marksist yönteme kattığı diğer temel bir düşünce de, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizmi görmesidir. Lenin, Rudolf Hilferding ve John Hobson'un emperyalizm ile ilgili düşüncelerinden yaralanarak Karl Marx'ın Das Kapital (1867) adlı eserindeki fikirleri formüle etmiş ve bir sentez haline getirmiştir. Bununla birlikte Nikolay Buharin ile birlikte sömürgecilik konusunda ortaya koyduğu düşünceler ve özellikle pazarların, arz kaynaklarının ve yatırım yollarının hakimiyet altına alınması kapsamındaki konuların analizi günümüzde de güncelliğini koruyan birçok partinin programı olacaktır.

Buharin'in emperyalist ekonomi üzerine ortaya koyduğu kuramın en önemli kapsamı, sermayenin ulusal bloklar şekliyle bir araya gelmesini ortaya koymasıydı. Buharin'e göre emperyalizm olgusu dünya ekonomisinde o dönemde görülen iki eğilimi ortaya çıkarmıştı: Sermaye gücünün "uluslararasılaşması" ve "ulusal olarak iç içe geçmesi". Yani Buharin'e göre bir taraftan uluslararası bir hale gelen finans kapital, diğer taraftan dünyadaki ekonomiden daha da bağımsız hale gelen ulusal bloklar şeklinde örgütlü hale geliyordu. Dolayısıyla devletin ekonomik hayat ile gitgide daha çok bütünleştiği bu emperyalist çatışma ve rekabetin temelinde bu iki eğilim bulunmaktaydı. Devletin bizzat temel bir aktör olarak yer aldığı, finans kapitalin ve tekellerin ulusal düzeydeki bütünleşmesi, ulusal düzeyi aşan bütünleşmeden daha hızlı ve yoğun bir şekilde gerçekleşmekte ve bir tür devlet kapitalizmi karakteri taşımaktaydı.

Lenin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinin 1925 yılındaki Fransızca baskısı
Lenin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinin 1925 yılındaki Fransızca baskısı

Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinde bu konu hakkında birçok görüş ortaya atan Lenin, kapitalist devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara müdahale ettiğini belirtmiştir.

Lenin'in emperyalizm üzerine kurduğu teoiler Hobson, Hilferding ve Buharin’in yaklaşımlarıyla karşılaştırıldığında, onların kuramlarını aynen desteklediği, fakat "en zayıf halka", "çürüme" ve "ideoloji" konularında kendine özgü bir şekilde yaklaştığı görülür. Lenin'in Üçüncü Komünist Enternasyonal adlı konuşmasında ve Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, İkinci Enternasyonalin Çöküşü gibi eserlerinde görüldüğü gibi Karl Kautsky'e karşı polemikçi üslup takınması ve Ekim Devrimi'nin önderi olması, "emperyalizm" denildiğinde Lenin isminin akla gelmesine neden olmuştur.

Lenin'e göre son derece gelişmiş kapitalist ülkelerde proleter devrimin gerçekleşmesi imkânsızdır, çünkü bu ülkeler kendi bünyesindeki işçilere nispeten yüksek yaşam koşulları ve çeşitli imkânlar sağlamakta ve işçilerin devrimci bir bilince ulaşmasını engellemektedir. Bu sebeple ancak daha az gelişmiş ülkelerde bir işçi devrimi mümkün olabilir. Marx'a göre de gelişmemiş ülkeler sosyalizmi inşa edemez, çünkü kapitalizmi temsil eden yapılar henüz bu ülkelerde bütün gücünü kullanmamış ve sömürüsünü gerçekleştirmemiştir.

Fakat devrim, fakir ve gelişmemiş bir ülkedeki mücadele sonucu tarihsel olarak başlayabilirse burada gerek mevcut kapitalist devletin gerekse uluslararası dış güçlerin baskısı sonucu çelişkili bir durum ortaya çıkar. Lenin; bu duruma iki çözüm yolu önermektedir;

1. Çok sayıda gelişmemiş ülke federal bir yapılanma ile birleşerek büyük ve yekpare bir yapı kurabilir. Bu sayede kapitalist ve emperyalist büyük devletlerin karşısına aynı güçlükle çıkabilecek, onlara karşı direnebilecek ve kendi içerisinde sosyalizmi kurmayı başaracaktır. Ekim Devrimi'nden ve Rus İç Savaşı'ndan sonra birleşen ve dağılana kadar 15 cumhuriyetten oluşan Sovyetler Birliği'nin kurulmasının temel fikri budur.

2. Gelişmemiş ülkelerde başlayan devrim gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçileri heyecanlandırıp bu devletlerdeki ayaklanmaları tetikleyebilir. Lenin, eserlerinde Rusya gibi geri kalmış bir ülkede gerçekleştirilen Ekim Devrimi'nin o döneme göre gelişmiş Almanya'da bir devrimi ateşleyebileceğini ummuştu. Ardından devrimi yapan gelişmiş ülke böylece sosyalizmi kuracak, ve gelişmemiş ülkelere yardım edecektir. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) ve Varşova Paktı temelinde kurulan örgütlenmeler buna örnek gösterilebilir.

Bununla birlikte Lenin'e göre emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır. Lenin bu tanım kapsamında beş temel özellik bulunduğunu belirtir;

Üretimde ve sermayede görülen birikim çok yüksek bir gelişme seviyesine ulaşmıştır ve bu durum bütün ekonomik hayatta belirleyici bir rol oynayan tekelleri yaratmıştır.

Bankaların sermayesi, toplumsal sanayi sermayesi ile iç içe geçmiştir ve bu "mali sermaye" üzerinde bir mali oligarşi ortaya çıkmıştır.

Meta ihracından ayrı olarak, sermaye ihracı çok daha önemli bir hale gelmiştir.

Dünya topraklarını ve kaynaklarını aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist ittifaklar kurulmuştur.

En büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak paylaşımı tamamlanmıştır.

Lenin, Komintern'de konuşma yaparken, 7 Ağustos 1920
Lenin, Komintern'de konuşma yaparken, 7 Ağustos 1920

Proletarya diktatörlüğü

Marksist terminolojiye göre proletarya diktatörlüğü kavramı, kapitalizm ile komünizm arasındaki dönemin siyasal biçimini ifade eder. Buna göre bu dönem, tarihsel olarak sosyalizm dönemini ifade eder ve komünist topluma, yani sınıfsız toplum hedefine ulaşmak için işçi sınıfı, kendisini ezen egemen sınıf olan burjuva sınıfına karşı baskı uygular. Çünkü aynı düşünce sistemine göre burjuvazi bu dönemde iktidar mücadelesinden tamamen vazgeçmez ve eski iktidarını geri getirmeye çalışır. Bu politik mücadele süreci proletarya diktatörlüğü olarak tarif edilmiştir.

Lenin, bu sözü geçen işçi sınıfının baskı dönemini öncü parti önderliğine bağlamıştır. Devlet ve Devrim eserinde açıkladığı bu teorik önermeler, SSCB'nin gelecekte uygulayacağı politikaları belirleyecek ve iktidarda olan SBKP, bu politikaları uygulayarak burjuva olarak nitelediği kesimlere baskı uygulayacaktır.

Ekim Devrimi'nin birinci yıldönümünde bir sovyet afişi: Proletarya Diktatörlüğü yılı: Ekim 1917 - Ekim 1918 (Rusça)
Ekim Devrimi'nin birinci yıldönümünde bir sovyet afişi: Proletarya Diktatörlüğü yılı: Ekim 1917 - Ekim 1918 (Rusça)

Demokratik merkeziyetçilik

Öncü parti konusunda marksizme katkı sunan Lenin, bu partinin hangi ilkeye göre yönetileceği konusunda da görüşler bildirmiştir. Demokratik merkeziyetçilik ismini verdiği bu yönetim biçimine göre; siyasi bir partide çeşitli kararların alınması amacıyla yapılan tartışmalar sırasında, her konunun herhangi kısıtlama olmaksızın tartışılabilir, fakat çoğunlukça hemfikir olunan bir kararın alınmasından sonra bu kararın uygulanmasında birlik sağlanması gerektir. Parti genel çizgisi genel olarak bu ilke doğrultusunda belirlenir.

Lenin, 1901 yılında yayınlanan Ne Yapmalı? eserinde, demokratik merkeziyetçilik ilkesini detaylıca anlatmıştır. Buna göre; bu ilkenin, ismi ile paralel olarak, iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan ilki demokrasi, ikincisi ise merkeziyetçilik yönüdür. Lenin'e göre bu iki yön sıkı sıkıya birbirine bağlıdır ve proletaryanın partisi için vazgeçilmezdir. Bu ilkeye göre demokratik yön, koşullara göre değişebilir, yani, daraltılabilir veya genişletilebilir. Bu ilke kapsamında parti örgütleri alt organlardan üst organlara doğru seçim esasına göre kurulur ve parti, kongrelerini, toplantılarını açık bir şekilde yapar. Merkeziyetçilik yönü ise daima ön plandadır. Partinin, "Merkez Komite" özelinde bir merkezi organa sahip olmasını ve azınlık olan görüşün çoğunluğa; tüm örgütlerin merkez birime; alt örgütlerin ise üst örgütlere bağlı hareket etmesini savunur. Parti, her iki ilkeyi birbirine karıştırmadan uygun biçimde hayata geçirmekle yükümlüdür.

Marksizm-Leninizm'in kurucuları sayılan Marx, Engels, Lenin ve bununla birlikte SSCB lideri Stalin'in resimlerinin taşındığı yürüyüş, 1 Mayıs 1953, Berlin
Marksizm-Leninizm'in kurucuları sayılan Marx, Engels, Lenin ve bununla birlikte SSCB lideri Stalin'in resimlerinin taşındığı yürüyüş, 1 Mayıs 1953, Berlin

Demokratik merkeziyetçilik, özet olarak şu ilkeleri kapsar;

  1. Parti üyeleri ve parti organlarının tamamının seçimle işbaşına gelmesi
  2. Parti organlarının kendi parti örgütlerine, faaliyetleri hakkında periyodik olarak hesap vermeleri
  3. Sıkı bir parti disiplini ve çoğunluğun verdiği kararlara azınlığın bağlı kalması
  4. Yüksek parti organlarının verdiği tüm kararların kesinlikle alt organlar ve bütün parti üyeleri için bağlayıcı olduğu

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı

Marksist felsefeye göre, çok sayıda devletin bir araya geleceği federal bir yapıda, doğal olarak birçok ulus olacaktı. Lenin bu ulusların politik konumu konusunda Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) ilkesini öne sürerek bütün ulusların siyasal durumunun, başka bir ulus tarafından baskı altına alınmaksızın, bağımsız bir şekilde kendi geleceğini belirleme hakkını içermesi gerektiğini belirtmiştir. Bu ilkeye göre; ezilen ulusların diğer uluslarla birlikte yaşama isteği olabileceği gibi kendine ait bağımsız bir devlet ve meclisler kurma hakkı daima bulunmaktadır. Bu hak; bu şekilde açık olarak belirtilmediği sürece, hem ezen ulusun, hem de ezilen ulusun mülk sahibi egemen sınıfları (burjuvazi) tarafından çarpıtılmaya açık bir hale gelecektir. Dolayısıyla bu hakkı hangi biçimde kullanacağı daima "ezilen ulusun" iradesine bırakılmalıdır.

Bununla birlikte Lenin'e göre bu ilke emperyalizme karşı mücadelede kopmaz bağlara sahiptir. Lenin bu durumu şöyle açıklar;

Emperyalizm; her yere özgürlük deyip egemenlik eğilimi götüren mali-sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu olarak ise şu ortaya çıkmaktadır: Siyasi rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların aşırı ölçüde yoğunlaşması. Aynı biçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de, yani ulusal bağımsızlığın bozulması da söz konusudur. Çünkü ilhak, ulusların kendi kendini yönetme hakkının çiğnenmesinden başka bir şey değildir.

Sovyetler Birliği'ndeki ulus politikası

SSCB; uluslar sorununu Marksist-Leninist bir ilke olan UKKTH ile ele almış, bazı halklardaki geri kalma durumunun doğuştan gelen farklılıklardan değil, aksine yaşadıkları ve geliştikleri tarihsel durumlara ve üretim yöntemlerinin geri kalmışlığına bağlı olduğunu belirtmiştir. Buna göre bu gerilik, genellikle sömürgeci bir devletin ağır baskısıyla veya kapitalist ülkeler tarafından politik, ekonomik, kültürel ve manevi baskıyla gerçekleşmiştir. Aynı zamanda, Sovyetler Birliği'nde yaşayan tüm ulusların akademik bir yazım diline sahip olma hakkı, anadilin öğrenilmesi ve geliştirilmesi hakkı, devlet yönetimine katılma hakkı bulunmaktaydı. Dolayısıyla geçmişte ezilen ve gelişememiş halklar bu hakları elde ettikten sonra hızla gelişmeye başlamışlar ve birçok bilim insanı, yazar, sanatçı ortaya çıkmıştır. Batı düşünürleri de dahil olmak üzere genel görüş, bu gelişmeyi yaratan husus uluslara kendi kaderini tayin hakkı verilmesidir.

1936 Sovyet Anayasası'ndaki uluslarla ilgili maddeler bu ilke temel alınarak hazırlanmıştır. Anayasanın mimarlarından olan Stalin'e göre ulusların kendi kaderini tayin hakkı için mücadelede amaç; ulusal baskı, ulusal baskı politikasına son vermek, bu politikayı imkânsız kılmak ve böylece uluslararasındaki çekişmeyi ortadan kaldırmak, köreltmek ve en aza indirmektir. Fakat bu durum bir ulusun her gelenek ve kuruluşunu destekleyeceği anlamına gelmez. Herhangi bir ulusun baskı altına alınmasına karşı mücadele ederken yalnızca ulusun kendi kaderini belirleme hakkını desteklenecek, aynı zamanda ulusun emekçi kesimlerinin bu ulusun zararlı gelenek ve kurumlarından kurtulmasını mümkün kılmak için ajitasyon yapacaktır.

Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki ulus politikası

Çin anayasası'nın büyük bir kısmı Sovyetler Birliği'nin 1936 Anayasası'ndan uyarlanmıştır, fakat ulusların kader tayini konusunda aralarında birtakım farklar bulunmaktadır. Çin Anayasası da Sovyet Anayasası'nda olduğu gibi ülkede yaşayan tüm ulusların birbirleriyle eşit olduğunu açıkça belirtir, ancak SSCB Anayasası'nda açık bir şekilde tüm ulusların ayrılma hakkından bahsedilirken Çin Anayasası bunu açıkça yasaklamıştır. Bununla birlikte Sovyet Anayasası resmî olarak federal bir sistem oluştururken, Çin Anayasası'nda devletin "çok uluslu üniter bir devlet" olduğu yazmaktadır.

Etkileri

Sosyal

1917 Ekim Devrimi ile birlikte SSCB'de yeni bir toplum tipi yaratılmaya çalışılmıştır. Amaç geleneksel tutuculuktan kurtulmuş, ilerici, modern ve örgütlü anlayışla yetişmiş yeni bir Sovyet insanı yaratmaktır. Buna göre yeni Sovyet insanı her türlü ırkçı, milliyetçi ve dini bağnazlıktan soyutlanmış enternasyonal insan tipine uygun olmalıdır. Bu politikaların sonucu olarak yaratılmak istenen toplumun genel özellikleri şöyledir;

  1. Çok kitap okur ve okudukları ile dünya halklarını sosyalizme doğru değiştirip dönüştürmeye çabalar.
  2. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ve liberal ekonomiyi reddeder.
  3. Toplumu oluşturan bireyler kendisi için değil, yurdu ve halkı için çalışır. Kapitalist toplumlardaki bireyler gibi bencil, çıkarcı ve açgözlü değil, tam tersine paylaşımcıdır.
  4. Sosyalizmi savunur ve komünizm ideali doğrultusunda topluma katkı koymaya çalışır.

Bununla birlikte, oluşturulması hedeflenen yeni toplum tipinde üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması amaçlanmıştır. Dolayısıyla üretim araçları üzerindeki mülkiyet, devletin kontrolüne girmiştir. Bu politika sonucu tarımsal topraklar, fabrikalar, madenler, demiryolları vb. kurumların özlük haklarının tamamı özel teşebbüsten alınıp devlete verilmişti ve bu kuruluşlardan elde edilen toplam gelir, belli başlı kişilerin değil, aksine, halka devlet hastaneleri, okullar, tedavi ve dinlenme yurtları, sanatoryumlar gibi birçok hizmet şeklinde geri dönmekteydi.

Dinî

Marksist-Leninist düşünce yapısı, dünya görüşü olarak ateizmi temsil etmektedir. Fakat bu ateist görüş, bilindiği genel anlamdan öte, kökleri Ludwig Feuerbach, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Karl Marx'a dayanır. Maddeci anlayışın hakim olduğu bu ateizm yorumu Marksist-Leninist ateizm adıyla bilinir. Maddecilik, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren ve metafiziksel kavram kabul etmeyen bir felsefi kuramıdır. Karl Marx'ın diyalektik yöntemle geliştirdiği diyalektik materyalizm Marksizm-Leninizm'in rehber edindiği dünya görüşünün merkezidir.

Marksist-Leninist ilkeler ile yönetilen ülkelerde din olgusu, toplum yönetiminde başvurulan bir yöntem olmamıştır ve dini söylemler ile çeşitli çıkarlar sağlamaya çalışan kişiler ve kurumlar cezalandırılmıştır. Sovyet fizikçi Vitali Ginzburg, "Bolşevik komünistler sadece ateist değil, Lenin'in terminolojisine göre, militan ateisttirler." diyerek bu politikaların Vladimir Lenin'in görüşlerine dayandığını yazmıştır.

SSCB'de yayın yapan Bezbojnik adlı derginin kapağı: İsa sanayi işçileri tarafından bir el arabasından atılıyor, 1929
SSCB'de yayın yapan Bezbojnik adlı derginin kapağı: İsa sanayi işçileri tarafından bir el arabasından atılıyor, 1929

Politik

Yönetim biçimi

Marksist-Leninist düşünceye göre sosyalizmi kurma ve komünist toplum amacına ulaşma hedefi ancak proletaryanın öncü partisi ile mümkündür. Tek parti rejimi olarak adlandırılan bu tür yönetimlerin iddiasına göre çok partili sistemdeki siyasal yapı, kapitalist sistem tarafından sömürülen işçilerin öncü partide örgütlenmesini engelleyerek ve onları sistem içerisinde bölerek burjuva siyasetine alet etmektedir.

Ekim Devrimi ile iktidarı alan Bolşeviklerin kurduğu sistem, bu yönetim biçiminin ilk örneği olarak kabul edilir. Ardından II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Doğu Bloğu ülkeleri başta olmak üzere birçok Asya ve Afrika ülkesi bu yönetim fikrinin etkisi altına girmiştir.

Sanat

Marksist-Leninist düşünce yapısı sanatsal çalışmaları da etkiledi ve sosyalist gerçekçilik akımının ortaya çıkmasına neden oldu. İlk kez 1930'lu yıllarda çokça tartışılan bu kavram SSCB ve Çin'deki sanat eserlerinde ön plana çıktı ve komünistlerden de destek gördü. Sosyalizmin hedeflerini ve ulaşılacak toplum modelini aktarmayı amaçlayan bu akımın etkisinde hemen hemen tüm sanat eserinde devrimci kahramanlar ve halka örnek olacak kişiler yaratılması hedeflendi. Maksim Gorki'nin Ana romanı bu akımın ilk örneklerinden sayılır. Sosyalist gerçekçi akımın ana konuları arasında devrim, işçi sınıfı ve endüstri bulunmaktadır.

Vladimir Krihatski'nin SSCB'deki kolektivizasyon politikalarını anlatan İlk Traktör adlı tablosu.
Vladimir Krihatski'nin SSCB'deki kolektivizasyon politikalarını anlatan İlk Traktör adlı tablosu.

Ekonomik

Sovyetler Birliği'nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon Marksist-Leninist politikaların bir sonucudur. Gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştiren kolektivizasyon politikaları aynı zamanda, 1927'de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

SSCB'deki kollektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlar. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Yoksul köylüler kolektif çiftliklerde birleşmeye başlayınca, zengin toprak sahibi olan kulakların temel gelir kaynağı da yok olmaya başlamıştır. Bu sebeple kulaklar bu yeni politikalara karşı çıkmışlar ve yer yer kıtlıklar yaratarak eski politikaların devamını istemişlerdir. Silahlanan kulak çeteleri kolektif çiftliklere saldırmış, yoksul köylüleri ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi üyelerini öldürmüş, tarlaları ateşe vermiş ve hayvanları telef etmiştir.

Uluslararası ilişkiler

Marksist-Leninist felsefenin enternasyonal komünist toplumu hedeflemesi sebebiyle, uluslararası ilişkilerde büyük etkilere yol açmıştır. Özellikle Komintern, I. Dünya Savaşı'ndan sonra gerek uluslararası komünist dünyaya gerekse komünist partilere öncülük etmiş ve onları yönlendirmiştir.

1917'deki Ekim Devrimi sonrasında kurulan Sovyetler Birliği dünyadaki tüm komünist ayaklanmalara destek vermiş, bununla birlikte sömürgeci ve emperyalist müdahalelere karşı mücadele etmiştir. Örneğin Almanya'da Spartakistler Birliği Ekim Devrimi'nin başarısının ardından birçok ayaklanma örgütlemiş, buna karşın en son 15 Ocak 1919'da düzenlenen ayaklanma Freikorps tarafından kanlı olarak bastırılmış ve aralarında hareketin önderlerinden Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi katledilmiştir. Ayrıca aynı birlikler 1919 yılında Bavyera Sovyet Cumhuriyeti'ne de son vermişlerdir.

Almanya'da Spartakistlerin ayaklanması sırasındaki bir sokak çatışması, 1919
Almanya'da Spartakistlerin ayaklanması sırasındaki bir sokak çatışması, 1919

Ekim Devrimi'nin ardından sovyetlerde Rus İç Savaşı (1918-1922) sürerken aynı yıllarda Anadolu'da Türk Kurtuluş Savaşı da (1919-1922) devam etmekteydi. Bu dönemde yeni kurulan sovyetler, batılı devletler ile savaşan Türkiye heyeti ile diplomatik ilişkiler geliştirdi ve Türkiye'ye para ve silah yardımı gönderdi.

Sovyetler Birliği, İspanya İç Savaşı sırasında Francisco Franco önderliğindeki milliyetçilere karşı savaşan cumhuriyetçilere de destek vermiş ve askeri anlamda yardım etmiştir. Kayıtlara göre sovyet hükûmeti tarafından cumhuriyetçilere 634-806 arasında uçak 331-362 arasında tank ve 1034-1895 arasında savaş topu gönderilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti heyetiyle çay molasında, 31 Mart 1922 günü sabahı
Mustafa Kemal Atatürk, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti heyetiyle çay molasında, 31 Mart 1922 günü sabahı

II. Dünya Savaşı sırasında da Sovyet partizanları tüm dünyadaki antifaşist gruplara destek vererek Nazilerin yenilmesine büyük katkı sunmuştur.

Ayrıca SSCB'de, diğer bütün ülkelerdeki politik faaliyetleri nedeniyle sınırdışı edilen kişilere sığınma hakkı tanınırdı. Bu sebeple komünist davaya hizmet eden kişiler SSCB tarafından korunur bir vaziyetteydi. Türkiye'de bu duruma örnek teşkil eden en bilinen kişilerden biri Nâzım Hikmet'tir.

Eleştiriler

Marksist-Leninist fikirler ortaya çıktığından bu yana, bu doktrine dair eleştiriler hemen hemen her dönemde ortaya çıkmıştır. Birinci Enternasyonal dönemindeki (1864) anarşistler ve Ekim Devrimi öncesi ve sonrasında Rusya'daki toprak sahipleri, dini temsil eden kilise, anarşistler, Beyaz Ordu mensupları, İşçi Muhalefeti üyeleri, Menşevikler ve SRlar karşı çıkan gruplara örnektir. Bu durum zaman zaman Bolşeviklere karşı ayaklanmalara da yol açmıştır.

Mihail Bakunin
Mihail Bakunin

Anarşist düşüncenin kuramsal öncülüğünü yapan Prodon ve Bakunin, "devletin ortadan kaldırılması" konusunda, Karl Marx'ı eleştirmiş ve onu despotizm ve otoriterleşme ile suçlamışlardır. Birinci Enternasyonal'in beşinci kongresi olan Lahey Kongresi'nde Bakunin ve Marx arasında sert tartışmalar geçmiş, Bakunin Marx'ın fikirlerini otoriter olarak değerlendirmiştir. Bunun üzerine anarşist ve komünist gruplar arasında yoğunlaşan tartışmalar çıkmış ve ardından anarşistler dışlanarak kongreden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu kongre anarşist ve komünist grupların birlikte yer aldığı son kongre özelliği taşır. Marx'ın yakın çalışma arkadaşı ve komünizmin kuramsal kurucuları arasında görülen Friedrich Engels de Otorite Üzerine adlı makalesinde proleter devrimin devlet karşısındaki tutumu konusunda anarşistlerin kongredeki tutumunu kıyasıya eleştirmiştir.

1930'lu yıllarda iktidara gelen faşist hükûmetler ve özellikle Adolf Hitler önderliğindeki Naziler, katı bir şekilde Marksizm-Leninizm karşıtı politikaları hayata geçirmişlerdir.

Demokratik merkeziyetçilik ilkesinin uluslararası komünist hareketin yönetiminde de kullanılmasıyla Komintern'e verilen bu müdahil olma yetki ve sorumluluğu, Ekim Devrimi'nden hemen sonra Sultan Galiyev gibi ulusal komünist isimler ile özellikle 1960'lardan itibaren "Avrupa Komünizmi" gibi çeşitli sosyalist/komünist akımlar tarafından da eleştirilmiştir.

Günümüzde ise anarşizm, liberalizm ve sosyal demokrasi yanlıları bu görüşe karşı çıkan başlıca kesimlerdir.

Karl Popper, David Prychitko, Robert C. Allen ve Francis Fukuyama gibi birçok önemli akademisyen, Karl Marx'ın öngörülerinin çoğunun başarısız olduğunu savunuyor.

Dipnotlar

  1. Sovyetler Birliği ile Kuzey Kore arasındaki ticaret 1988 ile 1992 yılları arasında yarı yarıya düşmüş, 1991 yılında ise deniz yoluyla yürütülen petrol nakliyatında kesintiye gidilmiştir.
  2. Juche; Marksizm-Leninizm teorilerini reddeden bir felsefe değil, değişen dünya şartlarında, ülkenin ve sistemin hayatta kalabilmesi için bu teorilerin üzerine geliştirilen ve yorumlanan bir düşünce sistemidir. Teoriye büyük katkılarda bulunan Kim İl-sung durumu şu şekilde açıklamıştır: "Savaş sonrası yıllarda Parti içinde ideolojik cephede verilen başlıca mücadeleler; klikçiliğe karşı ve Parti birliğini güçlendirmek için mücadele, dogmatizme karşı Juche'yi yerleştirmek için mücadele ve modern revizyonizme karşı, Marksizm-Leninizmin arılığını korumak için verilen mücadele idi. Parti birliği ve tutkunluğu için mücadele, Juche'nin yerleştirilmesi çalışmaları olmaksızın düşünülemezdi. Partimiz her zaman Marksizm-Leninizm'in temel ilkelerine sıkı sıkıya sarıldı ve aynı zamanda dogmatizmi reddeden yaratıcı tavra bağlı kaldı, Marksizm-Leninizm'i kendi tarihsel koşullar ve ulusal özelliklerimize uygun olarak uyguladı." (Kim İl Sung, Kore Devrimi Üzerine, "Juche ve Devrimci Dayanışma", Teori Yayınları, s. 13-15)
  3. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Anayasası 3. madde: "KDHC insan odaklı bir dünya görüşü, insan kitlelerinin bağımsızlığı için devrimci bir ideoloji olan Juche fikrine göre yönetilmektedir." Ayrıca 5. ve 52. maddede de Juche fikrine yer verilmektedir.
  4. Buharin, Karl Kautsky’nin "Tüm emperyalistler birleşecek, tek bir dünya tekeli meydana gelecek, rekabet olmayacağı için savaşlarda olmayacak ve artık bütün çelişkiler son bulacak" şeklindeki ultra-emperyalizm yaklaşımının hiçbir koşulda geçerli olamayacağını düşünmekteydi. Ona göre Kautsky, ekonomik süreçlerin sosyal hayata etkileri konusunda tamamen mekanik bir bakışa sahipti ve "emperyalizme karşı olan güçleri" analizlerine dâhil etmeden belli sonuçlara ulaşıyordu.
  5. 1936 Sovyet Anayasası'nın 123. maddesinde “Yurttaşların haklarının bir ırka veya ulusa aidiyeti nedeniyle, her ne türden olursa olsun, doğrudan ya da dolaylı olarak kısıtlanması veya tersinden, doğrudan ya da dolaylı olarak iltimas konusu edilmesi, yine, ırksal ya da ulusal bir özellik veya bir ırka ya da ulusa yönelik nefret ve bir ırkın veya ulusun aşağı görülmesi yasalarca cezalandırılır.” maddesi yer almaktadır. Ayrıca 13. maddede “SSCB, eşit haklara sahip sovyet sosyalist cumhuriyetlerinin gönüllü birliğinden oluşan federal bir devlettir” ifadesi yer alır.
  6. Çin Anayasası'nın Bölüm 1, Madde 4'teki ifade şu şekildedir: "Ülkedeki ulusların birliğini bozmak ya da ayrılmaya teşvik edici hareketlerde bulunmak yasaktır." Sovyet Anayasası 2. Bölüm, Madde 17'de ise şu ifade yer almaktadır: "Her birlik cumhuriyeti, SSCB'den serbestçe ayrılma hakkına sahiptir."
  7. Bu durum SSCB Anayasası tarafından garanti altına alınmıştır. Sovyet Anayasası Bölüm 1, Madde 4'teki ifade şu şekildedir: "Sosyalist ekonomik sistem ve üretim araçları ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti, kapitalist ekonomik sistemin lağvedilmesi, üretim araçları ve aletlerinin özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması ve insanın insan tarafından sömürüsüne son verilmesinin sonucu olup, SSCB'nin ekonomik temelini oluşturur." Madde 6 ise konuyu biraz daha açar: "Toprak, doğal kaynaklar, sular, ormanlar, değirmenler, fabrikalar, madenler, demiryolları, su ve hava taşımacılığı, bankalar, posta, telgraf ve telefon, devletin büyük tarım işletmeleri (devlet çiftlikleri, makine ve traktör istasyonları vb.) ile belediye işletmeleri ve kentlerdeki konut işletmeleri ve sınai bölgeler, devlet mülkiyetidir ve bundan dolayı tüm halka aittir."
  8. Sovyet Anayasası Bölüm 4, Madde 129'da konu ile ilgili ifade şu şekildedir: "SSCB, emekçi halkın çıkarlarını savundukları, bilimsel faaliyetleri veya ulusal kurtuluş mücadeleleri nedeniyle koğuşturmaya uğrayan yabancı yurttaşlara sığınma hakkı tanır."

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski