karar verilemezlik

Karar verilemezlik, karşıtlıkları hiçbir biçimde birbirinin içine koyamamak, fakat farklı kendilikler olarak da ayrı tutamamaktır, böylece geçiş için devamlı bir açık kapı aramaktır. Jacques Derrida'nın ikili karşıtlıkları (binary oppositions) sorunsallaştırmak ya da daha doğrusu ikiliklerin zaten her zaman sorunlu olduğunu ortaya koymak için, Batı felsefesinin metafiziğini yapıbozumuna uğratma projesinin en temel kavramlarından birisidir. Platoncu düşüncede varolan, varlığın karşıtlıklar temelinde yapılandırılmış olduğu inancıyla bir hesaplaşmadır. Örneğin Derridacı düşüncede biçim ve içerik birbirinden kesin olarak ayrı ve iki kutupta yer alan şeyler olmaktan çıkar; ama birbiriyle ilişkili ve aralarındaki farkın karar verilemez olduğu şeylere, birbirini dışlayan değil, birbirine açık şeylere dönüşür. Çünkü Derrida’nın temel ilkesi, karşıt terimlerden herhangi birini tümüyle dışarıda bırakmayı reddetmesidir.

Jacques Derrida
Jacques Derrida


Derrida’nın ilk dönem eserlerinde karar verilemezliğin alanı yazıyken, yazar geç dönem çalışmalarından "Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli" başlıklı eserinde etik ve politik düzeyde karar verilemezlik ve adalet üstünde durmuştur.

{tocify} $title={İçindekiler}

Örnekler

  1. Derrida’nın söz/yazı karşıtlığını kırmaya çalıştığı Platon’un Eczanesi adlı metninde Phaidros diyalogunda dile getirilen bir mit incelenmektedir. Mite göre yazıyı bulan Theuth, buluşunu tanrı-kral Thamus’a sunarken, yazının “bilginin de belleğin de pharmakon’u” olduğunu söylemektedir. Kral da Theuth’a yazının hafızayı unutkan kıldığı, bilgiyi azalttığı yanıtını vermektedir. Pharmakon sözcüğü ise bir açmazdır, çünkü sözcük hem ilaç hem de zehir anlamına gelmektedir. Derrida’ya göre sözcük metnin içinde karar verilemez olarak durmaktadır.
  2. Derrida’nın çalışmalarında pharmakon sözcüğüne benzer bir şekilde hymen sözcüğü geçmektedir. Double Session adlı metninde Stephane Mallarme’ın Divagations kitabındaki bir sayfalık “Mimik” adlı mimetik bir oyunu incelenmektedir. Mallarme, Fernand Beisier’in bir hikâyesinin taklidini düzyazıya uyarlamıştır. Bu oyunda sadakatsiz bir kadının kocası Pierrot tarafından gıdıklanarak öldürülmesi hakkındaki hikâye mim sanatına dönüştürülerek anlatılmıştır. Metnin içinde, “hymen” diye bir sözcük geçmektedir. Hymen de hem evlilik hem de bekâret demektir. Karar verilemez bir anlama sahiptir. Derrida’ya göre hymen kavramıyla evlilik ve bekâret birbirini dışlamaz hale gelmektedir, çünkü bir yandan da hymen evlilikle bekâret arasında (entre) duran ince bir zardır.
  3. Derrida’nın Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yorumunda da karar verilemezlikle karşılaşılmaktadır. Bildirgede “biz A.B.D. temsilcileri” diye bir ibare geçmektedir ve bunu diyen temsilciler deklerasyonu imzalamıştır. Halbuki Amerikan halkının temsilcisi olabilmek için önce ortada bir halk olması lazımdır; fakat halk, aynı zamanda bildirgeden sonra oluşacaktır. Yani bildirge, olmayan bir halkın, mümkün olamayacak bir temsilcisinin “temsilci” sıfatıyla imzaladığı bir belgedir. Derrida’ya göre sonuç, nedeni öncelemiştir ve “imza atanı icat eden imza” olmuştur. Bu karar verilemezliğin paradigmatik bir örneğidir. Zeynep Direk, bu örneği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na yazılan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesine uyarlamaktadır. Ona göre millet zaten kayıtsız şartsız hakimdir de TBMM’deki temsilcileri aracılığıyla mı bunu ilan etmektedir, yoksa millet temsilcilerin Cumhuriyet’in ilanı aracılığıyla mı egemenleşir sorusunda bir karar verilemezlik vardır. İki yaklaşım arasındaki karar verilemezlik bu defa performatif eylem ve saptayıcı önerme arasındaki ilişkide gündeme gelmektedir.

Derrida’ya göre “kararın ortaya çıkmasıyla karar verilemezlik sona erseydi, siyasileşme ve etik diye bir şeyden söz edemezdik”. Filozof, Richard Kearney ile röportajında ise “karar verilemezlik tecrübesi olmadan verilen karar yoktur; etik ve siyaset, karar verilemezlikle başlar” demektedir.

Aporia ve tikellik

Derrida’nın Almanca çevirmeni filozof Rodolphe Gache’ye göre yapıbozum “hüküm ve karar vermeden ayrıştırma, başka bir ifadeyle, tekilliği temelinde tanınma ihtiyacına karşı nasıl adil olunabileceği hususudur”. Eski Yunan’da “açmaz” anlamına gelen “aporia” kelimesi, tekillikleri keşfetme hususunda bir geçiş kavramdır. Kavramsal bir açmazla karşılaşıldığında o kavramların doğurganlık kapasitelerine başvurulabilir. Böylece o kavram, başka bir bağlamda yeniden düşünülerek o açmazdan kurtulunur ve yeni bir yol mümkün hale gelebilir. Buna olanak tanıyan şey, her şeyin kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesi ve biricik kabul edilmesi gereğidir. Aporetik deneyimler de açmaz anlamına gelmekle birlikte, böylelikle tikelliklerin keşfine dönük bir geçişi mümkün kılmaktadır.

Derridacı düşünce tikelliğe tutkun olduğu için fark’ı (différance) temel alır. Fark, sosyal bilimlerdeki sınıflandırma mantığına bir tepkidir, aynı nitelikte olanları aynı sepete toplayan bir yaklaşımın reddedilmesidir. Fark’ı temel alan yaklaşım, fark’ı, aynılığın bir ölçüsü ya da terazisi gibi yorumlamamaktadır. Derridacı düşünce, aynıya veya özdeşe göre fark’ı derecelendirmemekte, aksine ‘kendinde fark’ı öne çıkartmaktadır. Fark’ın gerisinde onu temellendirecek bir başlangıç olmadığını iddia etmektedir. Dolayısıyla, benzerlikleri sınıflandırma, gruplama ancak farkı düşünerek mümkün olmaktadır. Fark, sınıflandırılan bir kümeden türetilemez. Her bireyin, olgunun, kavramın tekilliği önce gelmektedir.

Derrida, aporetik bir deneyim olarak adaletin karar verilemezliğini ve hukukla olan ilişkisini, hukukun da tekilliklerle karşılaşmasını “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” adlı metninde sorgulamaktadır.

Yasanın gücü: Otoritenin mistik temeli

Derrida’nın “Yasanın Gücü, Otoritenin Mistik Temeli” (1990) metni ilki “Yapıbozum ve Adalet İmkânı”, ikincisi “Nazizm ve Nihai Çözüm: Temsilin Sınırlarını İrdelemek” başlıklı iki tebliğden oluşmaktadır. İlk kısım, yapıbozum bakımından adalet, hukuk, yasa ve güç sorunlarına; ikinci kısım ise Walter Benjamin’in “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” metninin ayrıntılı bir incelemesine dayanmaktadır.

Eleştirmenleri tarafından nihilizmle ve apolitizmle suçlanan Derrida, bu metinde yapıbozuma uğratılamayacak tek kategorinin adalet olduğunu, yapıbozumun bizzat adalet olduğunu ilan ederek hukuk ve siyaset felsefesi alanına bir müdahale yapmaktadır. Bu metin, Derrida’nın Carl Schmitt ve Walter Benjamin okumalarına yoğunlaştığı bir dönemden sonra ortaya çıkmıştır. Derrida adaleti Benjaminci anlamda “yıkıcı, saf, ilahi şiddet” olarak da adlandırmamaktadır.

Hukuk ile adalet arasındaki bağı kesintiye uğratmaya çalışan Derrida’ya göre;

1. Hukuk hesap yapmaya zorlar; adalet hesaplanamaz.

2. Hukuk karar vermek zorundadır; adalet, hakkında karar verilemez.

3. Hukuk yasanın icrasıdır; adalet yasanın yasasıdır.

Yazar, adaleti aporetik bir deneyim olarak ele almaktadır. Ona göre adaleti hukuka bağlayan kesintisiz bir yol yoktur; bu aporia, geçitsizliğin deneyimidir. Yasanın gücü kendisine içkin olan şiddetten geldiğine göre, adalet ile hukuk arasındaki geçiş şiddetlidir.

Derrida norm ile olayı, tümel ile tikeli birbirinden ayırmaktadır. Buna göre tümelin ifadesi olarak norm yasalara işaret etse de her dava tikeldir ve biriciktir. Buna göre adalet karar verilemezdir, çünkü özgür bir karara önceden belirlenmiş hiçbir kural, norm, yasa kılavuzluk edemez. Laclau’nun yorumuna göre, gerçek bir karar, hiçbir kurala sığmaz. Çünkü karar da kendi temelini yalnızca kendi tekilliğinde bulur.

Örneğin, savcının mütaalasını ve sanığın savunmasını dinleyen bir yargıcın ceza kanununun ilgili maddeleri uyarınca suçun zararını tazmin edeceğini hesaplayarak sanığın yedi yıl, altı ay hapsine karar verdiğini açıklaması bir hükümdür. Yargıç, karar verirken yasaya bakmakta ve yasa tarafından belirlenmektedir. Öyleyse bu karar özgür bir karar değildir. Yargıcın yaptığı bir performatif bir güç kullanımıdır. Bu aşamada norm ile olay arasında bir sınıflandırma ve yorumlama yapar. Yargıcın kararının adil olup olmadığını belirleyecek bir kural da yoktur, kararın tek kaynağı yine kendi otoritesidir. Karar bir norma dayanmaktadır, ama normun kendisi hiçbir temel zemine dayanmaktadır.

Derrida, karar verilemez olanın imkânsız deneyimi diye adalet fikrinden vazgeçmez. Bir kurala göndermede bulunup hesap yaparak karar verdiği için hukuktan da vazgeçmez. Adalet ile hukuk arasındaki bağı kesintiye uğratsa da o bağı tümüyle kopartmaz. Bu, “karar verilemez olanın ağır gölgesi altında her şeye rağmen karar vermek” demektir. Karar anında hukuk da adaleti terk eder ve oradan dışarı çıkar. Yani karar, karar verilemez olandan çıkıştır. Artık adalet sahasını terkeden karar da karar olmaktan çıkar. Yine de hukukun gücü adaleti ortadan kaldırmaya yetmez.

Derrida’nın yorumuna göre tikellikleri umursamayan, sürekli kurallara göndermede bulunan hukuk insanlarla ilgilenmez. Kararını açıkladıktan sonra muhataplarına dönüp bakmaz, meseleyi nihayete erdirir. Mesela hiçbir yargıç suç ve ceza arasında yaptığı denklik hesabıyla verdiği kararla sanıklardan birisinin yakınlarının hayallerini geri getiremez. Bu adaletin hesaplanamaz, denkleştirilemez, karar verilemez bir deneyim olduğundandır.

Derrida’nın adalet arayışı sonu gelmeyen bir yolculuk, bir özgürleşim fikridir. Tikellikleri önceleyen, karar verilemezliğin imkânsız deneyiminin inatla peşinden koşan, tüm imkânsızlıklara rağmen adalet talebinden de vazgeçmeyen bir özgürleşme talebidir. Adalet arayışı bir hukuk arayışı değil, sürekli bir etik buyruktur. Derrida’nın adalet arayışında verilen her kararın her zaman deşilmesi geleceğe dönük adalet arayışını da her daim canlı tuttuğu için önemlidir ve yapıbozum da bu zemine yerleştirilmiştir.

Ek

Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe ise Derrida’nın bu metninden beş yıl önce (1985) yayımladıkları “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” başlıklı çalışmalarının teorisini Derridacı karar verilemezlik fikri üzerine inşa ettiklerini belirtmişlerdir. Bu çalışmalarında tikelliklerin eklemlenmesi, olumsallık ve hegemonya kuramı üstünde durmuşlardır. Derrida’nın “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” metninden 5 yıl sonra ise Laclau, siyasetin temeline yerleştirilen radikal heterojenlik fikrini “kurucu karar verilemezliğin saltanat sahası” olarak tanımlamıştır. Yine Laclau’ya göre karar verilemezlik kendisinden zorunlu olarak bir eylem güzergâhı çıkarılamayacak bir durum, bir tür açıklık olarak anlaşılmalıdır.

Kaynakça

  1. Göksel, Nil. “Umberto Eco’da Yorumlamanın Sınırları”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2006
  2. Direk, Zeynep. “Yasa, Adalet ve Siyaset”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, der. Aykut Çelebi. İstanbul: Metis, 2014. s. 214-54
  3. C. Mouffe, R. Rorty, S. Critchley, E. Laclau, J. Derrida. Yapıbozum ve Pragmatizm, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Sarmal, 1998.
  4. Derrida, Jacques. “Interview with Kearney,” Questioning Ethics, der. Richard Kearney and Mark Dooley London: Routledge, s. 66.
  5. Derrida, Jacques. “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Metis, İstanbul, 2010, s. 43-133.
  6. Agtaş, Özkan. Ceza ve Adalet, İstanbul: Metis, 2013, s. 56-69
  7. Çelebi, Aykut. “Şiddete Karşı Siyaset Hakkı”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, İstanbul: Metis, 2014. s. 255-312
  8. Laclau, E ve Mouffe, C. Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İstanbul: İletişim, 2008, s. 13
  9. Laclau, Ernesto. Evrensellik, Kimlik, Özgürleşme, çev. Ertuğrul Başer, İstanbul: İletişim, 2012, s.111-134

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski