Abdurrahman Sami Uşşâki

 

Abdurrahman Sami Uşşâki

SÂMÎ/NİYAZÎ, Abdurrahman Sami Efendi (d. 06.03.1879 / ö. 31.07.1934) mutasavvıf şair (Divan-Tekke / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)

Abdurrahman Sâmî Efendi, Manisa’da 12 Rebiülevvel 1296 (6 Mart 1879) tarihinde doğdu. Babası Muhammed Âsım Efendi, müderris ve mutasavvıftı. Annesinin adı bilinmemekle birlikte, soyunun Hz. Zeynep’e ulaştığı bilinmektedir. Kendisine Abdurrahman ismini Manisa’da yaşayan bir Mevlevî dervişi olan Çöplü Dede vermiştir (Akkuş, Yılmaz 2006: 498-499; İnal 1999: 2120; Derin 1993: 20). Abdurrahman Sâmî’nin öğrenim hayatı Manisa’da babasından aldığı derslerle başlar. Daha sonra ileri tahsil için İstanbul’a gelir ve Fatih Çifteayak Bahr-i Sefid Medresesinde Hüseyin Necmeddin Pürzetî Efendi’den ilim icazetini alır. Bu eğitim esnasında Arapça ve Farsçayı bu dillerde şiir yazabilecek seviyede öğrenir. Fransızcayı da bildiği kaydedilmektedir (Akkuş, Yılmaz 2006: 499; İnal 1999: 2120-2121; Eren 1992: 137; Derin 1993: 21-22). İki defa evlenmiş olan Sâmî Efendi’nin ilk eşinin adı bilinmemektedir. İkinci eşinin adı ise Fahşine Hanım’dır. Muhyiddin isimli tek çocuğu İzmir’de bir trafik kazasında vefat ettiğinden bugün soyundan gelen kimse mevcut değildir (Kaya 2016: 14; Derin 1993: 22). Zühdi hayata eğilimli olan Sâmî Efendi’nin ilk olarak Nakşibendi şeyhi Ebubekir Edirnevî’ye bağlandığı kaynaklar tarafından belirtiliyorsa da bu konuda ayrıntı verilmemektedir. Anlaşılan bu intisaptan yeteri kadar tatmin olmayan Sâmî Efendi, gördüğü bir rüya üzerine Çanakkale’ye gider ve burada Uşşakî şeyhi Ahmed Şücaeddîn Baba’ya bağlanır. Dört yıllık bir hizmetin sonucunda kendisine hilafet verilir ve İstanbul’da Yahya Kethüda Dergâhı’na şeyh olarak atanır (Akkuş, Yılmaz 2006: 499; Eren 1992: 137-138). Uşşâkî silsilesi şu şekildedir: (Önceki kısım bilinen Uşşâkî silsilesidir.) Abdullah Salâhaddin Uşşakî, Muhammed Zühdî-i Nazillivî, Ali Galib Vasfî, Muhammed Tevfikî, Ömer Hulûsî, Hüseyin Hakkı Kasabavî, Ahmed Tâlib İrşâdî, Ahmed Şücâeddîn. Abdurrahman Sâmî Efendi, esasen Uşşâkî olmasına rağmen başka tarikatlardan da hilafet sahibi olmuştur. Bu tarikatlar: Nakşibendiyye’nin Muhammed Cân Kolu, Nakşibendiyye’nin Behcetiyye Kolu, Kâdiriyye’nin Karîbullâh Kolu, Kâdiriyye’nin Muhyiddîn Arabî Kolu, Sadiyye, Halvetiyye’nin Şabaniyye Kolu, Rifâiyye, Bedeviyye, Gülşeniyye, Şazeliyye, Düsûkiyye, Mevleviyye (Akkuş, Yılmaz 2006: 499-500). Böylece Uşşâkî şeyhleri içinde Abdullah Salâhaddîn Uşşâkî’den sonra çok sayıda tarikatı kendinde birleştiren ikinci şahıs olmuştur. Menemen Olayı’nın ardından tekke faaliyeti sürdürenlerin kovuşturulmaları bağlamında, Abdurrahman Sâmî de tutuklanmış ve 26 Şubat 1931 tarihli bir mahkeme kararı ile altı ay hapis cezası almıştır (Kurtoğlu 2000: 195). 31 Temmuz 1934’te İstanbul’da vefat etmiş ve Edirnekapısı kabristanına defnolunmuştur (İnal 1999: 2121).

Abdurrahman Sâmî’nin eserleri ilmî ve edebî olarak kabaca iki gruba ayrılabilir. Bir medreseli olarak Sâmî Efendi’nin çok sayıda ilmî eseri mevcuttur. Bu eserler tefsir, hadis, kelam gibi klasik İslamî ilimlere dağılmış bir hâlde olmakla birlikte, bunların içinde tefsir ve Kur’an-ı Kerim çalışmaları bir ölçüde ileri çıkmaktadır. Abdurrahman Sâmî’nin tefsirle ilgili çalışmalarında medreseli ve mutasavvıf kimliği atbaşı gitmekte, çok defa ele aldığı âyetin tasavvufî boyutu üzerinde durmaktadır. Bu eserlerinin dilinin de çok ağır olduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan kimya ile de uğraşmış, Kitâbü’s-Sırri’l-Kadîr fî İlmi’l-İksîr isimli eserinde kimya, simya ve iksir hakkında bilgi vermiştir. Ancak burada kimyanın daha çok İslamî bir bakış açısıyla ele alındığını belirtmek gerekiyor. Sâmî’nin toplumsal konulara ilgisi ise Risâle-i Cem’iyyet ve Hürriyet isimli serinden takip edilebilmektedir. İki bölümlü bu eserin birinci kısmında cemiyet meselesi, ikinci kısmında ise hürriyet kavramı ele alınmıştır. Tarikat adabı, zikir ve evrad gibi konularda da mutasavvıfın çok sayıda eser verdiği görülmektedir.

Sâmî Efendi’nin edebî eserlerinde dinî-tasavvufî konular işlenmektedir. Bu noktada devrin mutasavvıflarıyla ortak konu ve temalara rastlanmaktadır. Hz. Muhammed’in doğumu, Kerbela vakası gibi dinî konuların dışında, şiirlerinde vahdet-i vücûd neşvesinin hâkim olduğu görülmektedir. Şiirlerinin neredeyse tamamında âyet ve hadislerden iktibasların yapılmış olması, aldığı sağlam dinî eğitimin bir sonucudur. Ayrıca geleneği iyi bildiği, şiirlerindeki Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, İbrahim Tennurî etkileriyle ve Reşid Bağdadi, Ümmi Sinan, Râsih, Sezâyî gibi şairlerin şiirlerine yaptığı tahmis ve tanzirlerle anlaşılmaktadır.

Hemen her tekke şairi gibi Sâmî’de de kafiye ikinci derecede önemli bir husustur. Tasavvufi hakikatleri anlatmak, şiirdeki ses kusursuzluğunun önüne geçer. Bu sebeple yer yer aruz vezninde veya kafiye kullanımında hatalara rastlanmaktadır. Dil kullanımında da yukarıdaki yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, devrine göre sade, külfetsiz bir söyleyiş görülür. Şekil olarak daha çok gazeli tercih etmişse de Dîvân’ında yer yer hece vezniyle dörtlükler hâlinde kaleme alınmış şiirlere de rastlanmaktadır.

  • Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ GÜROL PEHLİVAN
  • Yayın Tarihi: 05.03.2019
  • Güncelleme Tarihi: 11.12.2020

Kaynakça

  • Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (2006). Osmanzâde Hüseyin Vassâf. Sefîne-i Evliyâ. 4. İstanbul: Kitabevi Yay.
  • Derin, Süleyman (1993). Abdurrahân Sâmî’nin Hayatı, Eserleri ve Tefsîr-i Fâtihâ-i Şerîfe Risâlesi. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
  • Eren, Sıddık Nâci (1992). Allah’a ve Resûlüne En Yakın Yol. İstanbul: Demir Kitabevi.
  • İnal, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal (1999). Son Asır Türk Şairleri, IV. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
  • Kaya, Naciye (2016). Abdurrahmân Sâmî-i Uşşâkî, Uşşâkî’de Bul Aşkı Abdurrahmân Sâmî Külliyatından Dîvân-ı İlâhiyât, Mevlîd, Mir’ât-ı Eyyâm, Nâme-i Muharrem. İstanbul: H Yay.
  • Kurtoğlu, İsmail (2000). Menemen Olayı. Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski