kadın hareketi

 

kadın hareketi

Kadın hareketi, kadın haklarını desteklemeye yönelik evrensel nitelikteki sosyal harekettir.

{tocify} $title={İçindekiler}

İdeolojik temeller

Kadın hakları hareketinin ilk adımları Aydınlanma Çağı’nda sivil özgürleşme hareketlerinin başlangıcıyla eş zamanlı atılmıştır. Ana fikir “Fransız Devrimi” sırasında da ilan edildiği gibi bütün insanların eşitliği olmuştur. Olympe de Gouges 1791 yılında “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi” (Déclaration des droits de la Femme et de la Citoyenne) ile İnsan Hakları ve Sivil Haklar Bildirisi’nden (1789) hemen sonra kadınlar için aynı hakları ve yükümlülükleri talep etmiştir. Çünkü o zaman diliminde insan ve sivil hakları ifadesi sadece erkekler için geçerliydi.

Cinsiyetler arası ilişkiye gelince temelde farklı, farkları vurgulayan ikinci ve eşitlikçi genel görüş belirginleşmiştir. İlki köklü, doğal veya yeni bir bilime dayanan “cinsiyetlerin farkı”ndan yola çıkmıştır.

Eşitlikçi yaklaşım ise Aydınlanma’nın ana fikrine dayanmaktadır. Bu bağlamda bütün insanlar “doğa önünde aynı” olduklarından toplumun tüm alanlarında cinsiyetleri bakımından eşitlenme talebi doğmuştur.

Modern kadın hakları hareketi

  • Modern kadın hareketleri veya kadın hakları hareketinin ilk dalgası (19. yüzyılın ortasından 20. yüzyılın başına kadar) kadınların oy, meslek sahibi olma ve eğitim hakkı gibi temel siyasi ve sivil hakları için yeni bir ahlak prensibine sahip bir toplum için savaşmıştır. Söz konusu ilke bütünü Almanya’da 1918 yılında Weimar Cumhuriyeti anayasasının oluşumunda da güvence altına alınmıştır. [Türkiye’de bu savaş Cumhuriyet’in (1923) ilan edilmesinden sonra 10 yıl içinde Atatürk tarafından gerçekleştirilen reformlar sayesinde kazanılmıştır.]
  • 1960’lardan itibaren kadın hareketlerinin ikinci dalgası o zamanlar kadınlara, özellikle de annelere yapılan ayrımcılığın eleştirisi olarak “Yeni Sol”un çerçevesinde oluşmuştur. Şimdiye kadarki düzenlenen politika biçimlerine yaptıkları eleştiri nedeniyle en azından ikinci aşamanın büyük kısmı “Özerk Kadın Hareketleri” olarak anılmıştır. Bu ikinci dalga sık sık yeni sosyal hareketlerin bir parçası olarak anlaşılmıştır. Ancak son iki yüzyılın kadın hareketi bir ilişki içinde olarak görülmüş ve aşama veya dalga olarak ayrılmıştır.
  • 1990'lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Kadın Hareketleri’nin üçüncü bir dalgası (Thirdwave feminism) iyice belirmiştir. Bu dalga ikinci dalganın amacını daha da geliştirmiştir. Yeni yapıda her şeyden önce evrensel, daha az etnik merkezli, erkek olmanın de zamana ve bölgelere göre değişen yapısının eleştirel olarak sebeplerinin sorulması gerekliliğini vurgulayan bir bakış açısı olmuştur. 1995'te “cinsiyet mainstreaming” başlığı altında Vatikan’ı da kapsayan hükûmetlerin toplandığı 4. Dünya Kadınlar Konferansı’nda, kadın, lezbiyen ve gay hareketlerini destekleyen bir Top-Down stratejisi olarak en küçük reform oluşturmayı kararlaştırmışlardır.

Kadın hareketleri savunucusu kavramı sadece eski kadın hareketlerinde çaba gösterenler için kullanılan bir ifade değildir, bu kavram bugün de kullanılmaktadır. Ancak 60’lı yıllardan beri Yeni Kadın Hareketleri’nin üyeleri için daha ziyade ”Feminist” kavramı kullanılmaktadır.

Birinci dalga kadın hareketleri

Fransız İhtilali çerçevesinde kadın ve erkek arasındaki eşitlik ilk olarak Avrupa salonlarında, ama aynı zamanda “Mart Öncesi” sırasında eski Katolikler tarafından da konuşulmaya başlanmıştır. Bu entelektüel çevre, küçümseyici bir tanımla Mavi Çoraplılar (Blue Stocings Society) olarak nitelendirilmiştir.

Amerika’da 1. dalga kadın hareketleri, kölelik karşıtı hareketi çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Köleliğin kaldırılması yanlıları arasında oldukça fazla dini inançlı kadın bulunuyordu. Bu kadınlar sadece siyah Amerikalı erkeklerin haklarının değil aynı zamanda da kadın haklarının beyaz Amerikalı erkeklerin vatandaşlık haklarına eşit olmadığını fark etmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak 1848 yılında Amerikan Bağımsızlık bildirgesini kaynak alan ve her şeyden önce kadının seçme ve seçilme, evlilik ve mülkiyet hakkı reformunu talep eden “Seneca Falls Bildirgesi” kararlaştırılmıştır.

İlk kadın hareketleri üyeleri kadın hakları savunucuları olarak adlandırılmıştır. Temel hedeflerinden bir tanesi kadınların seçim hakkıydı ve onlar aynı zamanda (çoğunlukla aşağılayıcı anlamda) Süfrajet (İngilizce: suffrage= seçim hakkı; Latince: suffragium=oy kullanma) olarak nitelendirilmiştir.

İlk dalganın en önemli hedefleri;

  • Çalışma hakkı
  • Eğitim hakkı
  • Politik eylemlerde seçme ve seçilme hakkı, bakınız Kadınların seçme ve seçilme hakkı
  • Yeni ahlaki değerlere dayanan bir toplum olmuştur.

Helene Lange ve Gertrud Bäumer çevresindeki liberal kadın hareketleri, Minna Cauer ve Anita Augspurg çevresindeki radikal kadın hareketleri ve Clara Zetkin çevresindeki sosyalist kadın hareketleri arasında yapılan ayrım, bugün nesnel nedenlerden ve çeşitli kesişmelerden dolayı artık yapılmamaktadır. Mantıklı olan, bağlantılar arasında ayrım yapmaktır. Radikal kanat- kısmen sosyalistlerle birlikte- ulusal düzeyde kadınların seçme ve seçilme hakkı ve üniversitelere giriş hakkı için uğraşmışlardır. Liberal kanat öncelikle kadınların yerel seçime katılma hakkı, kadınların eğitim imkânlarının iyileştirilmesi ve özellikle sosyal açıdan dezavantajlı meslek gruplarında (hizmetçilik, aktrislik) kadınların çalışma hakkının tanınması için çabalamışlardır. Bütün kanatlarda toplumu yeni ahlaki temellerle değiştirme söz konusu olmuştur.

İkinci dalga kadın hareketleri

İkinci kadın hareketlerinin ortaya çıkışını tetikleyen sebep; 1950’li yıllardan bu yana devam eden köklü toplumsal ve kültürel dönüşümlerdir. 1. dalga kadın hareketlerinde eşitlik taleplerinin yükseltildiği, kimi hukuki kazanımların elde edildiği görülmüş, ama bunun tek başına sorunu çözmediğini tecrübe eden 2. dalgadaki kadınlar, eşitlenme taleplerinin, hukuki kazanımların da aşamadığı bir ezilmişliği, bilinçlendirmeyi amaçlamıştır.

Bu bağlamda İkinci Dalga Kadın Hareketleri; Amerika Birleşik Devletleri’nde Afrika kökenli Amerikalıların vatandaşlık hakları hareketlerinden ve Vietnam Savaşı’na karşı başlatılan toplu ayaklanmalardan esinlenilerek; kadınların, kendi sorunlarına daha etkili çözümler bulma arayışından ortaya çıkmıştır.

Bu hareketler; Almanya ve Amerika’da ‘Alman Sosyalist Öğrenci Birlikleri’ (SDS), Yeni Sol ve sosyal hareketler çerçevesindeki öğrenci eylemleri olarak sıralanabilir.

Bu dalganın başlıca önemli özellikleri şunlardır:

  • Diğer sosyal hareketlere, sivil ayaklanmaların da dahil olduğu, daha sansasyonel eylem biçimleri yön vermektedir.
  • Çin ve Vietnam’dan alınarak başlatılan ‘Consciousness Raising’ (Bilinç Yükselmesi) isimli feminist hareket bu döneme dâhildir. ‘Bağır Herkes Duysun!’ ve ‘Özel olan politiktir’ sloganlarıyla yola çıkan bu hareket; kadınların tek tek özel alanlarında yaşadıkları deneyimlerin aslında kişisel sorunlar olmadığı, bütünlüklü toplumsal bir egemenlik sisteminin parçası olduğu tespitidir. Burada mücadele ederken geçmişteki hatalardan dersler çıkararak ve kazanımlardan geriye düşmeyerek ilerlemek önemlidir. Bedene sahip çıkma bir yanıyla da kurban ve mağdur psikolojisinden sıyrılıp kendi bedenlerine yabancılaşmadan kurtuluşu ve özgürleşmeyi güçlenmeyi hedeflemektir. Mücadele içinde kadının güçlenerek çıkması her şeyden daha önemlidir. Bu anlamda, özel olanın politikasını yapabilmek, yaşanan durumların tek bir kadının deneyimi değil, her kadının günlük deneyimi olduğunu bilince çıkarmaktan, kadın dayanışmasını yükseltmekten ve patriyarkanın teşhirini yapabilmekten geçer.
  • Erkek egemenliği ve ayrımcılık gibi haksızlıkların sorgulandığı dönemdir.
  • ‘Bedenimiz Bizimdir!’ görüşü hâkimdir. Kürtaj, cinsellik ve istismar gibi konuların temel alındığı dönemdir.

Kadın Özgürlük Kurulu 1968 yılında, kadınların problemlerindeki azalmayı eleştirmiş ve ‘Yeni Sol’ tarafından bile dile getirilmeyen cinsiyet ayrımcılığı, kadın ezilmişliği üzerinde durmuştur. Kurul, kısa bir süre için bu bağlamdaki kadın hareketlerine öncülük etmiştir ve böylece ‘Bağımsız Kadın Hareketleri’ ortaya çıkmıştır. Burada kullanılan ‘Özerklik, Bağımsızlık’ kavramı, anarşist hareketlerdeki kullanımıyla özdeş değildir. Kavramın buradaki anlamı; tüm geleneksel dayatmalar (Almanya ve kapatılan Kadın Sosyalist Enternasyonal) ve Yeni Sol politikasından, sistemin ürünü düşüncelerden bağımsızlıktır.

1960'lı yılların sonlarında bu kadın hareketlerine tepki olarak ‘Erkek Hareketi’ doğmuştur. Yalnız; bu hareketin izlediği rota, feminizm akımını karşı görüş olarak benimsediği ve 1980'li yıllarda ortaya çıkan ‘Backlash’ isimli muhafazakâr akımın parçası olduğu için kısmen irticaidir.

Ek olarak; yine 1960'lı yıllardan bu yana, yeni bir kimlik arayışına giren, soy ve erkillik araştırmaları yapan erkek gruplar da vardır.

Üçüncü dalga kadın hareketleri

Amerika Birleşik Devletleri’nde 1990'lı yıllarda yeni bir kadın hareketi dalgası ortaya çıkmıştır. Hareket, döneme ‘Feminizmin bütün amaçlarına ulaştığı için eski bir düşünce olduğu’ görüşüyle hükmeden Antifeminizm akımına karşı tepki olarak doğmuştur. Bu hareket, günümüzde de hala gerçekleştirilemeyen, ikinci dalga kadın hareketlerinin savunduğu görüşler üzerine yoğunlaşmıştır.

Bu bağlamda, akımın doğuş amacı; ikinci dalga hareketlerinin ‘Irkçılık, erkek ayrımcılığı’ gibi sözde ya da hakiki hataları düzeltilmesi ve feminizm akımı güncel toplumsal durumlarla bağdaşması olarak algılanabilir.

Bu dönemde ayrıca; ‘toplumsal cinsiyet ve kadının cinsel kimliği’ derinlemesine sorgulanmış, kimlik mücadelesi başlatılmıştır.

Bu durum, bir ‘Nesil değişimi’ olarak düşünülebilir. Yeni nesil için feminizm akımı pek de iyi olmayan, rahatsız edici bir anlama sahiptir. Başka bir nokta ise; birçok genç kadın cinsiyet eşitliğinin hala sağlanamadığı görüşündedir. Böylece ABD’de bir Pank Grup’tan oluşan Riot Grrrl gibi hareketler ortaya çıkmıştır.

Üçüncü dalganın genç feminist temsilcileri hedef odaklı çalışmalarına -ABD’deki Üçüncü Dalga Birliği (Third Wave Foundation) gibi- feminizm öncülüğündeki bazı topluluklar ve projelerle internet üzerinden yürüttükleri organizasyonlarla devam etmektedir.

Mavi Çoraplılar

    Ana madde: Mavi Çoraplılar

Mavi Çoraplılar (İngilizce: Blue Stocings Society; Almanca: Blaustrumpf) 19. yüzyılda, kültürlü ama kadınsı olmayan kadınlar için küçümseyici bir tanım olarak kullanılmıştır. Kendilerine söylenen kaba sözler "mavi çoraplı"dan, "erkekten dönme"ye, "frijit feminist"e kadar uzanıyordu. 1970'li yıllarda “aşırı feminist kadın” tanımının kullanımı gibi kadın hareketlerinin ilk mensubu olarak sayılmışlardır. Mavi çoraplılar daha sonraki süfrajetler gibi organize bir grup değil; orta sınıftan gelen ve o zamanın kadına bakış açısına karşı gelen eğitimli kadınlardan oluşmaktaydı. Kadınların seçme ve seçilme hakkı ve üniversitede eğitim görebilmeleri için savaşmışlardır.

Mavi Çoraplı, 17. ve 18. yüzyılda sürekli mavi çorap giyen mübaşirler için kullanılan alaylı bir lakap olarak kullanılmıştır. Jacob Grimm ve Wilhelm Grimm’in Almanca Sözlüğü’nü çıkarmalarından sonra Mavi Çoraplı tanımı “kasıntı” ve “iftiracı” anlamlarında kullanılmıştır. Bu anlamda Johann Sebastian Bach’ın 1707 (BWV 524) potpurisinde “… ve bazı saray hizmetkarları mavi çorap giyer.” kullanılmıştır.

Kavramın daha sonraki anlamı 18. yüzyılın ortalarında İngiltere’de ortaya çıkmıştır: 1750 yılında Londralı Elizabeth Montagu (1718 -1800) salonunu “edebi partiler” için açmış ve edebi konulu akşamlara ve tartışmalara misafir davet etmiştir. Partiye gelen baylardan bir tanesi olan bitkibilimci Benjamin Stillingfleet erkek gece kıyafetlerinde alışılmış klasik ipek çorap yerine mavi bir Garn çorap giymiştir. Bu eski modanın, skandal bir biçimde yok oluşu her tarafta konuşulmuş ve “entelektüel partilere” katılanların hepsi “Mavi çoraplılar” olarak adlandırılmıştır.

Eğitimli, çalışan ve politikayla ilgili kadın tipi 19. yüzyılın ortalarında örneğin Honoré Daumier’in karikatürlerinde popüler, erkeklerin antipati ve korku hedef tahtaları olmuştur.

Edebi alanda kadın yazarlar gibi erkek yazarlar da “Mavi Çoraplılar” kavramını alaycı bir şekilde kullanmıştır.

Mavi Çoraplılar

Sizin bütün şiircikleriniz ıvır zıvır

Görmesem de değersiz

Kadınlar şiir yazmamalı:

Şiir olmaya çalışmalı.

(Oscar Blumenthal-1887)

Süfrajetler

    Ana madde: Süfrajet

20. yüzyıl ın başlarında Büyük Britanya ve ABD’de pasif direniş, kamu toplantılarını bölme, açlık grevi yapma gibi yollarla kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan, az çok organize olmuş radikal kadın hakları savunucuları süfrajet olarak nitelendirilmiştir. Süfrajet hareketleri ağırlıklı olarak orta sınıftan gelen kadınlar tarafından yürütülmüştür.

Süfrajetler Büyük Britanya’da bulaşıcı hastalıklar yasası olan Contagious Diseases Acts’ın karşıtlarından meydana gelmiştir. 1903 yılında Emmeline Pankhurst Büyük Britanya’da radikal kadın hareketi olan, ilerleyen yıllarda ise protestolar ve açlık grevleriyle dikkat çeken Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’ni (Women’s Social and Political Union/ WSPU) kurmuştur. Kızı Christabel Pankhurst Büyük Britanya’da kadınların seçme ve seçilme hakkı için savaşan önder süfrajetlerden biri olmuştur. Süfrajetlerin yıktığı diğer bir tabu ise açıkça kamu alanında sigara kullanmalarıdır. O dönemde kamu alanında sigara kullanmak, sadece erkeklere verilen bir imtiyazdı ve kadınlara bu isteklerinin haksız olduğu kabul ettirilmeye çalışılıyordu. 1910 yılında amacı kadın haklarının genişletilmesi olan yasa tasarısının düşmesinden sonra vitrinler taşa tutulmuş, yangın çıkarılmış, kamusal binalara -bunlar arasında İngiltere’nin en önemli manastırı olan Westminster Abbey de bulunmaktadır- bombalı saldırılar düzenlemişlerdir. 1913’te Emily Davison protesto amacıyla kendini, düzenlenen bir at yarışında Birleşik Krallık Hükümdarı V. George’un atının önüne atmış ve birkaç gün sonra da ölmüştür. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Büyük Britanya’da kadınların oy hakkı kampanyaları geçici olarak durmuştur.

Alice Paul ve Lucy Burns Amerika Birleşik Devletleri’nde “Kral Wilson” unvanı verilen Amerika başkanı Woodrow Wilson’a karşı bir dizi protesto hareketi yürütmüştür. 1916 Haziran ayında Alice Paul tarafından kurulan Ulusal Kadınlar Partisi’nin (National Woman’s Party/NWP) birçok üyesi 1917 -1919 yılları arasında tutuklanmıştır.

Savaş sonucu oluşan işçi eksikliği, hem ABD'de hem de Büyük Britanya’da kadınların kamusal hayattaki birçok alanda olan varlığını güçlendirmiştir. Bunun sonucu olarak da kadınların seçme ve seçilme hakkının kabulü gerçekleşmiştir.

1919 ve 1920 yıllarında ABD’de (ABD Anayasası 19. Ek Madde) ve 2. Temmuz 1928’den itibaren Büyük Britanya’da kadınların seçme ve seçilme hakkının değiştirilmesiyle kadın hareketleri amacına ulaşmıştır.

Süfrajet kavramı kendini kadın hakları savunucusu olarak adamış kadınlar için küçümseyici anlamda kullanılmıştır. Bu açıdan süfrajet kavramı, günümüzde yaygın olarak kullanılan önyargılı “feminist” kavramını karşılamaktadır.

Christabel Pankhurst

Christabel Harriette Pankhurst [ˈpæŋkhəst] (22 Eylül 1880, Manchester – 13 Şubat 1958, Los Angeles) Britanyalı süfrajet. Kendini radikal yollarla kadın haklarına adamıştır.

Christabel Pankhurst avukat Richard Pankhurst ve kadın hakları savunucusu Emmeline Pankhurst’un kızı olarak dünyaya gelmiştir. Annesi Emmeline Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’nin (Woman’s Social and Political Union/ WSPU) öncü isimlerinden olmuştur ve böylelikle Christabel kısa bir süre içerisinde annesinin sağ kolu haline gelmiştir.

1905 yılında sözlü saldırı nedeniyle ilk tutuklanmasından sonra Pankhurst kadın hakları konusunda giderek radikalleşmiştir. Pankhurst hukuksal olarak kadınların seçme ve seçilme hakkı için önemle savaşmış ve 1909 yılında yapılan seçimde ön saflarda yer almıştır. Çağdaşlarının arasında en tartışmalı ve en fazla alay konusu edilen Pankhurst olmuştur. Tutuklanmalardan kaçmak için 1912 -1913 yıllarında Paris’de yaşamıştır.

Kıyafet Reformu

Kıyafet Reformu 19. yüzyılda sağlık nedenleri ve özgürleşme isteklerinin etkisine bağlı olarak geleneksel kadın ve erkek kıyafetlerinden biraz farklı kıyafetler yönünde propagandası yürütülen bir üst kavramdır.

Kadınlar için yenilenen kıyafetler, kadınları engelleyici ve sıkan kıyafetlerden kurtularak daha rahat etmesini ve çalışma hayatına daha aktif katılmalarını kolaylaştırmıştır. 18 yüzyıl sonlarında korse sağlığa zararlı olarak kabul edilmiş ve bu reform hareketi bazı tıpçılar tarafından desteklenmiştir.

Reform kıyafetlerinin ilk öncülerinden biri 1850 yılında ABD’de ortaya çıkan, basında yankı uyandıran ve kadın hakları savunucularının giydiği Bloomer-Kostümü olmuştur. Fakat kamusal tepkiler sonucu kabul edilmemiştir. ABD’de sonraki yıllarda başka reform girişimleri denenmiş ve aynı zamanda diğer Avrupa ülkelerinde de reform hareketleri ortaya çıkmıştır.

ABD ve İngiltere

Kıyafet reformunda ilk kuruluş 1856 yılında Seneca Fall’daki National Dress Reform Association olmuştur. İngiltereli Roxey Ann Caplin’in 1860 yılında yayımlanan Health and Beauty: or, Women and her Clothing adlı kitabı yol gösterici olmuştur. Caplin ilk olarak anatomiye uygun korseler geliştirmiş ve çalışmalarında sağlık açısından zararlı olan sıkı iplere dikkat çekmiştir. 1860’lı yılların sonlarında Amerikalı Marie M. Jones pantolona geçiş için çalışmıştır. Bu pantolonları kendi tasarlamış ve o zamanki geleneksel kadın kıyafetlerini cinsiyete özgü dezavantaj olarak tanımlamıştır. Fakat sürekli olarak alay konusu edildiğinden, bu fikrinden vazgeçmiştir. 1870 yıllarında insanlar, bütün Amerika Birleşik Devletleri derneklerinde “kabul edilebilir kıyafetler” yapmak için teşvik edilmiştir.

İngiltere’de reform hareketleri resmi olarak Mayıs 1881’de Rational Dress Society’nin kurulmasıyla başlamıştır. Daha önceden kurulmuş olan National Health Society tarafından da desteklenmiştir. İstenilen bu reformun amacının kadın pantolonu mu yoksa sadece değiştirilmiş bir kıyafet mi olacak sorusu kurumu ikiye ayırmıştır. Buna rağmen 1883 yılında Londra’da her iki tarafın da katılmış olduğu reform taslaklarının yer aldığı büyük bir sergi düzenlenmiştir. 1888 yıllarında gruplar tekrar yakınlaşmış ve pantolon-etek kıyafetinde anlaşmışlardır.

Almanya

Almanya’da 1896 Eylül ayında ilk kez resmi olarak kadın kıyafetleri konusu uluslararası Berlin Kadın Kongresi’nde tartışılmıştır. Kongreden hemen iki hafta sonra Verein zur Verbesserung der Frauenkleidung (Kadın Kıyafetlerinin Geliştirilmesi Derneği) kurulmuştur. İlk fuar 1897 Nisan ayında Berlin’de yapılmıştır. 35 üretici, reform önerilerini sunmuşlardır. 1899 yılından itibaren başkentte “geliştirilmiş kadın kıyafetleri” modelleri ile sürekli fuarlar olmuştur. Bu zaman zarfı içerisinde kadınlar için pantolon resmi olarak onaylanmayacağından reformcular ABD’deki ve İngiltere’deki deneyimleri göz önünde bulundurmuşlardır.

Heinrich Pudor Die Reformkleidung. Ein Beitrag zur Philosophie, Hygiene und Ästhetik des Kleides (1903) (Kıyafet Reformu. Felsefe, Sağlık ve Kıyafet Estetiğine Katkı) adlı eserin yazarı, derneği yeteri kadar “radikal” olmadığından dolayı eleştirmiştir.

Buna karşılık iç çamaşırı alanında reform hazırlıkları oldukça fazla olmuştur. Çeşitli pantolon türlerinin yanı sıra iç eteklerin sayısı bire indirilmiştir.

Kadınların spor aktivitelerine daha fazla katılması ve yere kadar uzanan eteklerin ayrıca korselerin bisiklete binme, tenis ve jimnastik için uygun olmaması kıyafet reformunu teşvik etmiştir. Spor aktiviteleri için pantolon giyilmesi daha 1900’li yıllarda yaygın olarak kabul görmüştür.

1902 yılında reform derneği ikiye ayrılmış ve 1907 yıllarında tekrar bir araya gelmiştir. 1912 yılından itibaren derneğin ismi Deutscher Verband für Neue Frauenkleidung und Frauenkultur (Yeni Kadın Kıyafeti ve Kadın Kültürü Alman Derneği) olarak değişmiştir.

1910- 1915 yılları arasında korsesiz modayı uygulamaya koymada birçok faktör etkili olmuştur; fakat bu durum kadın pantolonları için geçerli olmamıştır. Bu zaman zarfı içerisinde birçok ülkede kadınların seçme ve seçilme hakkının uygulamaya konmuş ve politik faktörlerle kadın hareketleri güçlenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle iş alanında erkek gücü eksikliği ile mesleki alanda daha fazla kadına ihtiyaç duyulmuştur.

1900’lü yıllardan sonra Paul Poiret gibi moda tasarımcıları ilk korsesiz elbiseleri tasarlamışlardır. Fakat 1900’lü yıllarda Paris’te ortaya çıkan pantolon kıyafeti kabul görmemiştir.

Aynı zamanda kıyafet reformu “natürel form”dan sorumlu hisseden sanatçılar tarafından da destek görmüştür. 1900 yılında Henry van de Velde gibi ünlü sanatçılar kıyafet reformu için tasarılarını sergilemeleri için Deutschen Schneidertag’a (Almanya Terzi Günü) davet edilmiştir. İlk modeller ağırlıklı olarak bel korsesiz, kaba kumaşsız olmuş ve kadınlar tarafından da beğenilmiştir. Van de Velde’nin yanı sıra özellikle Anna Muthesius ve Paul Schulze-Naumburg’un sanatsal olarak ilham aldıkları kadın kıyafetlerndeki reformlara katkıları olmuştur.

Erkekler için de kıyafet reformu yapılmıştır. Örneğin Gustav Jäger 1880’li yıllarda pamuktan yapılmış örme kıyafetler üretmiştir.

Almanya’da 1910 ve 1920’li yıllardaki kayafet reformu temsilcilerinden biri de Else Oppler-Legband olmuştur.

Reform Gerekçeleri

Kadınlar için desteklenen kıyafet reformu şüphesiz ki büyük bir hareket özgürlüğü ve rahatlık talebini ön planda tutmuştur. Tıpçılar için sağlık açısından zaralı olan korse giyimi belirleyici olmuştur. Diğer erkek destekleyicilerin amacı farklı olmuş ve her tür durumda kadınların özgürleşmesi anlamına gelmemiştir. Gazeteci Heinrich Pudor, Heinrich Scham (Utangaç Heinrich) takma adı ile ulusal milliyetçi bakış açısıyla yaşam reformunu yayınlamıştır. Korseyi sadece kendi bakış açısına göre sadece fahişelerin giydiği bir kıyafet parçası olduğu ve “iffetli kadın”ların takmaması gerektiği için reddetmiştir. Pudor çıplaklık kültürünün (nüdizm) ilk öncülerinden olmuştur. Belirli kıyafetler kirli ve ahlakdışı olarak görülürken, çıplaklık saflığın biçimi olarak görülmüştür.

Avrupa’da Kuzey- Güney Eğilimi

Kadınların seçme hakkını zamanla elde etmiş olan toplamda üç tane bölge vardır. Bunların başında İskandinav bölgesi, yani Avrupa’nın kuzeyi gelmektedir; buradaki kadınlar seçme hakkı bağlamındaki mücadelede öncü durumdadırlar. Bunun sebepleri incelenmemiştir; ancak muhtemelen ilgili ülkelerin toplumsal yapısından veya ekonomik durumundan kaynaklanmıştır. Neredeyse bütün Orta Avrupa ülkeleri, kadınların seçme hakkını Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabul etmişlerdir. Bu devletlerin çoğunda 1918 yılında köklü değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler bir devrim ya da yeni bir devlet oluşumu çerçevesinde her iki cinsiyeti de kapsayan genel seçme hakkını elde etmek olmuştur. Politik yeni başlangıçlar demokratik prensiplerden oluşmuştur. Yeni sistemin istikrarı konusunda yönetimler, kadınların desteğine de ihtiyacı gerekli kılmıştır. Buradaki kadınların haklarını kabul ettirme hareketleri, devrimleri hızlandırsa bile sadece Büyük Britanya ve Hollanda’da kadınların seçme hakları hareketleri, yani az ya da çok kendi güçleriyle taleplerini kabul ettirmeleri zor olmuştur. Çoğu Güney ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri II. Dünya Savaşı’ndan sonra kadınların oy hakkını elde etmiştir. Belçika ve Fransa da bu dönemde bu hakkı elde etmiştir. Latin ve Roma (Katolik) kültürü taşıyıcı ülkelerde (İtalya, İspanya gibi) Medeni Kanun’da bir dini ilkelerden arınmamış, ataerkil bir hukuk sistemi geçerliliğini korumuş; bu ülkelerin toplumlarında kadınların reşit olmaması güvence altında tutulmuştur. Öbür yandan tarım toplumuna özgü yapılar veya kilisenin baskın etkisi daha 20. yüzyılın ilk yarısında cinsiyetlerin ilişkisine hala şekil vermektedir. Birçok Güney ülkesinde kadınların eylemlerinin değerleri, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman işgal kuvvetlerine karşı bir direniş olarak ve seçme hakkının elde edilmesi de ödül olarak görülmüştür.

Kuzey-Güney gelişiminde İsviçre ve Liechtenstein da İber Devletleri (İspanya, Portekiz, Andora) gibi istisna olarak görülmektedir. Her iki Alpler ülkesi de kadınların savaşını zorlaştıran, kadın haklarının elde edilmesinin erkeklerin halk oylamasına bağlı olduğu tek ülke olmuşlardır. Çünkü halkın reddetmesine karşı değil de, yönetimin kararına karşı daha kolay protesto edilmektedir.

Portekiz ve İspanya Avrupa’nın geri kalanından farklı olarak ya kadın oy hakkını engelleyen (Portekiz) veya kadınların önceden edindiği politik hakları geri alan (İspanya) otoriter rejimler olarak diktatörlük dönemi uzun sürmüştür. Böylece her iki ülkedeki bu durum 70'li yılların ortasında diktatörlük son buluncaya kadar ve kadınların vatandaşlık haklarında söz sahibi olmasına kadar devam etmiştir. Diğer devletler de İtalya ve Bulgaristan’daki gibi otoriter faşist rejimler kadınların seçme hakkının elde edilmesini engellemişlerdir.

Türkiye’de kadınların seçme hakkı

Türkiye’deki kadınlar siyasi hayatta da bulunmak için ilk adımı 1923’te attılar. Bu adım kadınların 1923 yılında Nezihe Muhittin önderliğinde ilk kadın partisi “Kadınlar Halk Fırkası”nı kurma isteğidir. Fakat 1909 Seçim Kanunu sebebiyle bu parti kurma girişimi sadece dernekleşme olarak sonuçlanmıştır.

29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanından sonra, 3 Mart 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş ve kadınların kamusal alana girmesini amaçlayan yasal ve yapısal düzenlemeler hızlandı. Bu kanunun ilanından itibaren eğitim kurumlarının hepsi Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı ve eğitimde kızlar da erkeklerle aynı haklarla sahip oldu. 1930 yılında çıkan Belediye Yasası ile seçme ve seçilme hakkına kadınlar da sahip oldu.

8 Şubat 1935'te TBMM Beşinci Dönem seçimlerinin ardından 17 kadın milletvekili olarak ilk kez Meclis'e girdi. Kadınların çalışma hayatına ise 1936'da yürürlüğe giren İş Kanunu’na düzenleme getirdi.

1933 yılında Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyaç meclisine seçilme hakları verildi. 1934'te yapılan Anayasa değişikliği sayesinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı ve TBMM’de ilk kadın milletvekilleri yer aldı.

1950 yılında Müfide İlhan ilk kadın belediye başkanı olarak Mersin'den seçildi.

1971 yılında ilk kadın bakan Türkan Akyol göreve atandı.

1989 yılında İçişleri Bakanlığı kaymakamlık sınavlarına kadınların da katılabileceğini açıkladı. Anayasa Mahkemesi tarafından 1990 tarihinde kadının çalışması için kocasından izin almasını gerektiren Medeni Kanun'un 159'uncu maddesi iptal edildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın valisi Lale Aytaman, 1991 yılında Muğla’da göreve başladı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kadın başbakanı Tansu Çiller oldu ve 25 Haziran 1993’te hükûmet kurdu. Türk kadını, seçme seçilme hakkını 74 yıl önce elde etti. Fakat 1935'ten 2009'a kadar Meclis'e 8.794 erkek vekilin yanında sadece 236 kadın girdi.

Kadın Haklarının Geçerli Olmadığı Ülkeler

Aşağıdaki ülkelerdeki kadınlar günümüzde hala daha kadın haklarından yoksundur ya da bu hakları elde etmekte zorlanmaktadırlar. (Listede ne kadınların ne de erkeklerin haklarının olmadığı ülkeler yoktur.)

  • Bhutan – Kısıtlanmış kadın hakları. Her bir ailenin bir oy hakkı vardır. Uygulamada çoğu kadın bu haktan mahrum bırakılmaktadır.
  • Bruney - Kadınların seçme hakkı yoktur

İş Gücü (İstihdam)

Çalışan (işçi, memur, asker) veya serbest meslek sahibi ya da bir ücret karşılığında akrabasının yanında çalışan insanlar, Avrupa’nın ekonomi sistemine göre iş gücünü (İstihdamı) oluşturmaktadırlar.

(İLO) Uluslararası Çalışma Örgütü’nün tanımına göre 15 yaş ve üstü, bir işte çalışan veya kendi zanaatını yerine getiren, serbest meslek sahibi veya çiftçilikle uğraşan ya da bir tanıdığının iş yerinde yardımcı olarak çalışan bütün insanlar istihdamı oluşturmaktadırlar. Sadece basit ve küçük işler (mini-job) yapan, geçici olarak birilerine yardım eden insanlar da iş gücünden sayılmaktadırlar.

İşçilerin sınıflandırılması, belirli saatlerde kadrolu ya da sözleşmeli olarak çalışmaktan bağımsız olarak yapılmaktadır. Uluslararası uygulamalarda da gerçekten çalışmayan, ama bir işverenle bağlantı halinde olan (örneğin; anneler ve babaların yokluğunda onların yerine çocuklarla ilgilenenler, bakıcılar) kişiler de bu gruba girmektedirler. Para kazanan insanlar çalışan ve çalışmayan insanlardan oluşmaktadır.

Türkiye’de kadınların çalışma hayatındaki yeri

Sanayi devrimi’nin 1750’den 1914 yılına kadar olan gelişme sürecinde, iş gücü piyasasına ücretli işçi olarak evdeki kadınlar girmişlerdir. Bu ilerleme, işgücü piyasasında emek talebi ile cinsiyet ilişkisini konulaştırmıştır. Kadınların ücret karşılığı ile çalışması, kadınlara aile içerisinde özgürlük kazandırırken, cinsiyete uygun yeni ve farklı çalışma imkânlarını da sağlamıştır.

Aileye ikinci bir gelir sağlamak, kadınların çalışma nedenlerinin başlıca amacıdır. Eğitim seviyesi kadının çalışma talebini direkt etkilemektedir. Eğitim seviyesi artan kadın işgücü piyasasına katılma sebepleri; meslek edinme, moral, isteklendirme, bağımsız bir kişilik edinme, yeni sosyal ilişkiler içinde olma ve geleceğini güvence altında tutma gibi nedenlerdir. Bunun üzerine yapılan araştırmalar son 20–30 yıllık zamanda kadınların işgücüne katılmalarında özellikle gelişmiş ülkelerde önemli artışlar olduğu göstermektedir. Örneğin; Amerika’da İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan bir ölçümde, erkeklere sorulan “evli bir kadının eşinin geçimini sağlamasına rağmen dışarıda çalışmasını kabul ediyor musunuz?” sorusuna cevap olarak, erkeklerin sadece %18’i bunu kabul etmiştir. 1960’tan sonraki yıllarda ise bu oran %50’lere yükselmiştir.

Türkiye'de kadınların sağladığı iş gücünün istihdama katılımı; (mesleki) eğitim, teknolojik gelişmeler, ekonomik, sosyo-kültürel etkenler tarafından şekillenmektedir. Kadınlar, sosyal görevleri olan; annelik, çocuk yetiştirme ve ev hanımlığı gibi görevlerinin yanı sıra aile ekonomisine de katkı sağlamaktadırlar.

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra Türkiye’de hızla değişiklik ve gelişim gösteren toplumsal yapı, zayıf olan insanı korumaya yönelik olan sosyal hukuk devletinin gerçekleşmesini sağlayıp, “cinsiyetler arası eşitlik” gibi kavramları gündeme getirmiştir. Sonuç olarak da ataerkil aile düzeni, yerini, iki bireyin güç ve otoritesine dayanan eşit aile yapısına bırakmıştır. Aile reisi ifadesi de yerini aile üyeleri ifadesine bırakmıştır. Bu sayede kadının ailedeki konumu değişmiş, kadının sorumluluk ve yetkileri artmış,e erkeğinkine eşit kılınmıştır. Kadınlar kendi sosyal güvencelerini bizzat kendileri çalışarak edinmeye başlamışlardır. Buna dayanarak, Türkiye için yapılan bir ölçümde, Türklerin %69’u evlilikte kadın ve erkeğin birlikte çalışması düşüncesini onaylarken, %29’unun sadece erkeğin çalışmasını istediği görülmektedir. Elde edilen bu sonuç, kadının çalışmasına dair sosyal bakışın ve davranışında Türkiye’de zamanla değişmeye başladığının bir göstergesidir.

Eğitim

Eğitim, insanlık bağlamında insanın biçimlenmesi açısından öğrenme anlamına gelmektedir. Kavram aynı zamanda kendini eğitme süreci ve eğitimli olma durumunu da karşılamaktadır. Burada ikinci anlam (Humboldt yaklaşımıyla en ideali) eğitim süreci içinde bir şeyi elde etmek için çabalamak anlamına uymaktadır. Neredeyse bütün eğitim teorilerinde ortak olan özellik; kendisiyle, başkalarıyla ve dünya ile olan ilişkisini başka sözlerle ifade edilebilmesidir. Modern, dinamik ve bütünsel olan eğitim kavramı insanın yaşam boyu süren ve ruhsal, kültürel ve günlük yaşamındaki yetenekleri ile kişisel-sosyal yetkilerini genişleten gelişme sürecini anlatmaktadır; ancak her zamanki gibi tarif edilen ideal eğitim sınırlarındaki zamansal, mekânsal ve sosyal şartlar gibi özel durumlardan herhangi bir tanesini gerçekleştirebilen mükemmel bir insan yoktur.

Eğitim Kavramı

Eğitim dilsel, kültürel ve tarihsel sınırlara bağlı, anlamı oldukça karışık olan bir kavramdır. Eğitim kavramına tam veya birbirine uygun tanımlar bulmak o yüzden oldukça zordur. Her bir düzenleme ve yönelime göre eğitim kavramının ne anlama gelmesi gerektiğine dair görüşler farklılaşmaktadır.

Eğitim, bireyin doğumundan başlayıp ölümüyle sona eren bir süreçtir. Politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları eşzamanlı barındırdığından, tanımlanması zor bir ifadedir. Kişilerin toplumsal standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını elde etmesinde etkili olan toplam sosyal süreçtir. Bireyin bulunduğu toplum içinde önemi olan, yetenek, tavır ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin toplamıdır. Belirlenmiş ve kontrollü bir ortamın (özellikle okulun) etkisi altında sosyal yeterlilik ve uygun değerde bireysel gelişmeyi belirleyen sosyal bir süreçtir. Eğitim, önceden belirlemiş önceliklere dayanarak insanların tutumlarında belli ilerlemeler sağlamaya yarar sağlayan planlı etkiler dizgesidir. Eğitim, kişinin hareketlerinde kendi yaşantısı aracılığıyla istenen değişimi gerçekleştirme sürecidir. Genellikle kurumsal eğitimle birlikte kullanıldığı için konuya göre öğretim, öğrenim gibi ifadelerle sıkça karıştırılmaktadır.

Türkiye’de kadın eğitimi

1975–2000 tarihleri arasında Türkiye'de üniversite mezunu kadın sayısı 56 binlerden 910 bine çıkarken, okuma yazma bilmeyen kadın sayısı hala yüksek oranda seyretmektedir.

2000 yılından sonra Türkiye'de 25 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kadın sayısı 4 milyon 625 bin civarındadır. Bu rakam erkeklerde 1 milyon 176 bindir.

İlköğretim çağında Türkiye’de okula gitmeyen aşağı yukarı 1 milyon çocuk vardır. İlköğretim düzeyinde okula giden çocukların cinsiyetleri arasındaki fark %7’dir. Kız çocuklarının eğitimini engelleyen etkenler:

  • Okul ve dersliklerin yetersiz olması;
  • Okulların yerleşim yerlerine yakın olmayıp çoğu ailenin kız çocuklarının uzağa gitmesini istememesi;
  • Ailelerin, çocuklarını, koşulları yetersiz okullara göndermek istememesi;
  • Çoğu ailenin ekonomik gücünün olmaması;
  • Ailelerdeki geleneksel önyargıdan erkeklerin kızlara nazaran önde tutulması;
  • Aile gelirine ek katkı sağlama düşüncesi ile çocukların evde çalıştırılması;
  • Çoğu ailenin kız çocukları için eğitimden önce evliliğin gerektiği düşüncesi;
  • Kırsal bölgelerde kadının bir rolü olmadığı düşüncesi;
  • Orta öğrenim koşullarının sınırlı olup ilköğretime olan ilginin düşmesi. Buna rağmen, 1975–2000 tarihlerinde kadınların eğitimde büyük ilerleme kaydettikleri de fark edilmektedir.
  • 1 milyon 920 bin olan ilkokul mezunu kadınların sayısı 7 milyon 644 bin,
  • 167 bin ortaokul mezununun sayısı 896 bin,
  • 199 bin lise mezununun sayısı da 1 milyon 539 bine yükselmiştir.
  • Üniversite mezunu kadınların sayısı da 56 binden 910 bine çıkmıştır.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  • Humm, Maggie. 1978. The Dictionary of Feminist Theory. Columbus: Ohio State University Press.
  • Humm, Maggie (ed). 1992. Modern Feminisms. New York: Columbia University Press.

TDK sözlük anlamı ve açıklaması nedir?

isim, toplum bilimi

Feminizm.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski