şeriat

 

şeriat

Şeriat ( /ʃəˈriːə/ ; Arapça  [ʃaˈriːʕa] ), İslami geleneğin bir parçasını oluşturan dini yasalar bütünüdür. İslam'ın dini emirlerinden türetilmiştir ve İslam'ın kutsal kitaplarına, özellikle Kuran ve Hadislere dayanmaktadır. Şeriat terimi, beşeri yorum ve anlayışı ifade eden fıkıh'ın aksine Tanrı'nın değişmez "ilahi kanun"larına atıfta bulunur.

Tarihsel seyir içerisinde kanun ve kuralların teorik (usul) ve pratik uygulama (füru / fetva) çalışmaları ile ilgilenen ve isimleri öne çıkan kişiler adına belirli toplum ve yönetimlerin tercihlerini de yansıtan fıkıh mezhepleri ortaya çıkmıştır. Geleneksel teoriye göre geçmiş şeriatler dışında Şeriat'ın dört kaynağı bulunur: Kuran, sünnet (otantik hadis), kıyas (analojik çıkarım, Şiada akıl), ve icma (ulemanın fikir birliği). Önde gelenleri Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli ve Caferi olan hukuk okulları, geliştirdikleri metotlarla kutsal kaynaklardan hükümler türettiler. (içtihat süreci) Geleneksel fıkıh ibadat, muamelat ve ukubat (cezalar) bölümlerinden oluşur. Eylemleri beş kategoriden birine tahsis eder: zorunlu, tavsiye edilen, tarafsız, nefret edilen ve yasaklanan.

Şeriat her ne kadar bir hukuk (haklar sistemi) olarak tanımlansa da burada günümüz anlamında olgunlaşmış, konu, kural ve sınırları belli olan bir hukuktan bahsetmek olası değildir. Günümüzde hukuk, etik, gelenek, inanç ve ibadet, sınırları ayrımlaşmış ve birbirlerinin alanına girmemesine özen gösterilen kavramlardır. Hukuk etik, örf, inanç veya ibadetle ilgilenmez. Ancak Şeriatte bu kavramlar iç içe geçer ve, örneğin günümüzde sadece bir tercih meselesi olan içki içmek-içmemek veya yetişkinlerin karşılıklı rızaya dayalı cinsel eylemleri veya buna atıf yapılarak gerçekleştirilen konuşmalar (kazf, bu yöresel anlayışlara göre etik bir sorun olabilir) veya inanç veya ibadetlerin terki (irtidat, bu dini bir sorundur) büyük cezai yaptırımlarla karşılanır. Cezalarda suçun ağırlığına göre derecelendirme bulunmaz, Kur'an ve hadiste cinsel suçlarda mütecaviz-mağdur, öldürme-yaralama suçlarında da diğer geleneklerde olduğu gibi kasıtlı-kasıtsız ayrımı getirilmemiştir.(Not: 1) Tâzir olarak sınıflandırılan birçok suçta yasal dayanak (kanunilik ilkesi) olmadığı gibi yargılayanlar açısından suçun kanıtlanması veya ceza alan kişiler arasında aynı suça aynı cezanın verilmesi gibi zorunluluklar da bulunmuyor.

Taliban dini polisi bir kadını Burkasının yüzünü açtığı için dövüyor
RAWA'nın kaydettiğine göre, Taliban dini polisi 26 Ağustos 2001'de Kabil'de bir kadını Burkasının yüzünü açtığı için dövüyor.

Şeriat insan hakları, eşitlikler, kadın hakları, çocukların korunması, bireysel tercihler ve kişi hak ve özgürlüklerinin korunmaması gibi konularda sorunlu kabul ediliyor. Klasik şeriat uygulamalarından bir kısmı temel insan hakları, cinsiyet eşitliği ve ifade özgürlüğüne karşı ciddi ihlaller içermektedir. Dini yükümlülükleri yerine getirmeyen insanların sapkın, mülhid, zındık, mürted ya da en hafif deyimle fasık gibi etiketlerle suçlu ilan edilmeleri ve bunlara verilen öldürme ve diğer cezalar ile kadınların hicap kuralları gereğince evlerinden (beraberinde eşi veya mahrem erkek olmadan) dışarıya çıkışlarının yasaklanması vb. bu kapsamda ele alınabilir.

Cihat ilan etme ve savaş ganimeti olarak değerlendirilen sivillerin, cinsel fiillere açık şekilde köle ve cariye olarak kullanılması gibi diğer klasik şeriat uygulamalarının bir kısmının ise -ki bu köleleştirilen savaş esirlerinin sahipleri için şeriatın tanıdığı doğal bir hak görülürdü- birer savaş suçu, sistematik olarak uygulandıklarında da insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.

Kanun koyucular, İslam ülkelerinde geleneksel temelleri terk etmeden onları modernleştirmeye çalıştılar. Bu uygulamalar da köktenci ve modernistler arasında tartışma konusudur. Yargı süreçleri ve hukuk eğitimi yanında günümüz Müslüman dünyasında bu kanunların yerini büyük ölçüde Avrupa modellerinden ilham alan kanunlar almıştır. Çoğu Müslüman devletin anayasaları Şeriat'a atıfta bulunmakla birlikte şeriat kuralları büyük ölçüde sadece aile hukukunda sürdürülüyor. 20. yüzyılın sonlarında İslamcı ihya hareketleri recm gibi bedensel cezalar da dahil olmak üzere Şeriat'ın tam olarak uygulanması çağrıları yaptı. Bazı ülkeler gelenekçi-muhafazakar çizgilerini sürdürürken, diğerleri Şeriat'ı yenilikçi reformlarla birlikte kısmen uygulamayı seçtiler. Şeriat temelli yasaların getirilmesi, Nijerya ve Sudan gibi ülkelerde birçok çatışmanın nedeni olarak gösterilmektedir. Kuzey Amerika'daki bazı yargı bölgelerinde bu tür yasaların kullanımına ilişkin yasaklar getirilmiş, şeriat dini veya yabancı yasalara getirilen kısıtlamalarla çerçevelenmiştir. Şeriat'ın demokrasi, insan hakları, bankacılık vb. ile uyumlu olup olmadığı konusunda teorik tartışmalar devam ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açılan bir davada Şeriat'ın "demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmadığına" karar verdi.

{tocify} $title={İçindekiler}

Etimoloji ve kullanım

Arapça şaria kelimesinin anlamı, din ve din hukuku ile ilgilidir. Sözlükbilimsel gelenek, şari'a kelimesinin dini çağrışım olmaksızın görünebildiği iki ana kullanım alanını kaydeder. Pastoral veya göçebe bir ortamı çağrıştıran metinlerde, kelime ve türevleri hayvanları kalıcı bir su birikintisi veya kıyısında sulamakla ilgilidir. Bir başka kullanım alanı da esneme veya uzama kavramlarıyla ilgili ve muhtemelen "yol" anlamının kökenidir.

Bazı akademisyenler şeria kelimesini Halaha benzeri "izlenecek " veya "su kuyusuna giden yol" anlamına gelen arkaik bir Arapça kelime olarak tanımlarlar ve bunun ilahi olarak belirlenmiş bir yaşam tarzı için bir metafor olarak benimsenmesinin, kurak bir çöl ortamında suyun öneminden kaynaklandığını iddia ederler.

Çağdaş kullanım

Şeriat, Arapça konuşan Ortadoğu halkları tarafından dini tanımlama için kullanılır. Örneğin, şeriat-ı Mūsā , Musa'nın dini veya kanunu anlamına gelir, şeri'atu-nā, herhangi bir tek tanrılı inanca işaret eden "dinimiz" anlamına gelebilir. İslami söylemde şari'at, Müslümanların hayatlarını yöneten dini düzenlemelere atıfta bulunur. Birçok Müslüman için bu kelime basitçe "adalet" anlamına gelir ve onlar, adaleti ve sosyal refahı teşvik eden herhangi bir yasayı Şeriat'a uygun kabul ederler.

Jan Michiel Otto, şeriat teriminin dini, hukuki ve siyasi söylemde taşıdığı dört anlamı ayırırː

  • İlahi, soyut şeriat : Allah'ın insanlık planı ve İslam toplumuna rehberlik etmesi gereken davranış normları. Müslümanlar, soyut anlamda şeriat kavramına saygı konusunda hemfikirdirler, ancak anlayış içerik ve uygulamalar konularında farklılaşır.
  • Klasik şeriat : İslam'ın ilk yüzyıllarında İslam hukukçuları tarafından geliştirilen kurallar ve ilkeler bütünü.
  • Tarihsel şeriatlar : İslam tarihi boyunca geliştirilen, kişisel inançlardan devlet mevzuatına kadar değişen ve ideolojik bir yelpazede değişen kurallar ve yorumlar bütünü. Klasik şeriat, genellikle bu varyantlar için bir referans noktası olarak hizmet etti, ancak aynı zamanda zamanlarının ve yerlerinin etkilerini de yansıttılar.
  • Çağdaş şeriatlar : Şu anda geliştirilen ve uygulanan tüm kural ve yorum yelpazesi.

İlgili bir terim Müslüman dünyasında 19. yüzyılın sonlarında Avrupa kullanımından ödünç alınmış, modern devlet bağlamında bir hukuk sistemine atıfta bulunmak için kullanılan al-qānūn al-islāmī (İslami yasalar) deyimidir.

Dini metinlerde kullanım

Kuran'da şeriat ve onun akrabası şir'ah , "yol" anlamında birer kez geçer. Şari'ah Orta Çağ'da Arapça konuşan Yahudiler tarafından yaygın olarak kullanıldı. Tevrat'ın Saadia Gaon tarafından yapılan Arapça tercümesinde tora kelimesinin karşılığı olarak kullanıldı. Benzer kullanımı Hristiyan yazarlarda da bulunabilir. Arapça Şeriat Allah ( شريعة الله ) İbranice, תורת אלוהים ve Yunanca νόμος τοῦ θεοῦ (Tanrı'nın Yasası) için ortak çeviridir.

Müslüman literatüründe şariah, bir bilgin tarafından yapılan yorumlara atıfta bulunan fıkhın aksine, bir peygamberin veya Tanrı'nın yasalarını veya mesajını belirtir.

19. yüzyılın sonlarında / 20. yüzyılın başlarında hukukla ilgili eski İngilizce eserlerde, Şeriat için kullanılan kelime şer'i idi. Fransız varyantı cheri Osmanlı döneminde kullanılan kelimeden gelmektedir.

Tarihsel kökler ve gelişim

    Ana madde: Revizyonist İslam Araştırmaları Okulu

Kur'an'da önerilen hukuki uygulamalar yeni değildir, aksine İslamiyet öncesi Arap toplumunun örf ve adetleri ile Tevrat'ta bulunan kanunların devamı niteliğindedir. Örneğin faiz yasağı, recm cezası, namaz ve oruç gibi ibadetlerin benzerleri Kur'an'dan önce de var olmuştur.

Hammurabi Kanunları
Hammurabi Kanunları, Akatça çivi yazısı ile yazılmış 282 madde. Hammurabi, kendisine bu yasaları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiştir.

Şeriat kurallarının bir kısmının bazı inanç esaslarıyla birlikte Sümerler gibi ilk şehir devletlerinin o günün anlayışına uygun şekilde oluşturduğu, insanlar arasında hukuki açıdan özgür-köle ve kadın-erkek ayrımı içeren seksist kurallar ve yasalardan etkilenerek oluşturulduğu söylenebilir. Kısas, hırsızın elinin kesilerek cezalandırılması gibi temel ceza yasalarının Hammurabi Kanunları'ndan ya da bu kuralları benimseyen Arap topluluklarının uygulamalarından alınarak şeriata konulmuş yasalar olduğu iddiaları vardır. Erkeğe iki kadının payının verilmesi ve bir erkeğin şahitliğinin iki kadına eşit olması gibi yasaların da aynı anlayışın türevleri olması mümkündür. İslam'da ilahi bir kaynak olarak kutsanan ve birçok inanç ve uygulaması içselleştirilen Yahudi yasalarının Sümer inançları ve Hammurabi Yasaları'yla bağlantılı olduğu başka araştırmacıların da dikkatini çekmiştir. Bazı Batılı araştırmacılar Roma hukukunun hadisler yoluyla birçok açıdan İslam hukukunu etkilediği görüşlerini ileri sürmüşlerdir.

Kısas benzeri göze göz ilkesi olarak Hammurabi Kanunları'nda kaydedilmiştir. Bu İslam öncesi Arap toplumunda kabileler arası çatışmalarda çözüm aracı olarak kullanılan bir uygulamaydı. Bu kararın temeli, katilin ait olduğu kabileden bir kişinin, öldürülen kişinin sosyal statüsüne eşdeğer bir şekilde, infaz için kurbanın ailesine teslim edilmesiydi. Toplumsal denklik koşulu, öldürülen kişinin erkek ya da kadın, köle ya da özgür, seçkin ya da sıradan olması bakımından, katilin kabilesinden öldürülenle eşdeğer olan bir üyesinin infazı anlamına geliyordu. Örneğin, bir köle için sadece bir köle, bir kadın için bir kadın öldürülebilirdi. Bu durumlarda, öldürülen kişinin ailesine diyet ödenebilir. Bu İslam öncesi anlayış üzerine, İslam döneminde bir Müslüman'ın bir gayrimüslim için idam edilip edilemeyeceğine dair bir tartışma eklendi.

İslam'da uygulama El Bakara 178 ayet'ine dayanırː"İnananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın. Kim öldürülen kardeşi tarafından bir bedel karşılığında bağışlanırsa, âdete uyalım ve bedelini iyi ödesin."

Patricia Crone, Şeriat hukukunun Muhammed'in gelenekleri üzerine değil, "İskender döneminde geliştirilen Yakın Doğu'nun yasası üzerine kurulduğunu" savunur. Ona göre "müslümanlar, bu yasayı Allah adına eleyip sistemleştirmiş ve kendi imajlarıyla damgalamıştı." "Genel olarak Emevi hilafeti ve özellikle Muaviye"'nin kullandığı bu eyalet yasası, "ulema tarafından uzun bir uyarlama döneminden" sonra şimdi şeriat dediğimiz şey haline geldi.

Yöresel anlayışların yansıması: Örf ve adetlerin delil kabul edilmesi yanında Özel durumlar dışında Haram ve helal yiyeceklerin belirlenmesinde, Şafiî ve İbn Kudame gibi bazı fâkihler haram ve helalliğin kriterini "Arap'ın tabiatına uygunluk ve aykırılık" şeklinde belirlemişlerdir.

Geleneksel görüşte, Şeriat'ın ana hükümleri, "tarihi gelişme" olmaksızın doğrudan peygamber Muhammed'den aktarılmıştı, İslam fıkhının ortaya çıkışı da Muhammed'in hayatına kadar uzanırdı. Bu görüşe göre, ashabı ve takipçileri, onun yaptıklarını ve tasvip ettiklerini model ( sünnet ) almış ve bu bilgiyi sonraki nesillere hadis şeklinde aktarmışlardır. Bu raporlar, sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Sünni fıkhın Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli fıkhının kurucuları olarak görülen usta hukukçular Ebu Hanife, Malik bin Enes, Şafi'i ve Ahmed bin Hanbel tarafından en büyük başarıyla ifade edilen, önce gayri resmi, ardından sistematik yasal düşünceye yol açmıştı.

Sana'a'da bulunan el yazmaları
Sana'a'da bulunan el yazmaları. UV ışığı kullanılarak ortaya konan "alt metinler" günümüz Kuran'ından çok farklıdır. Gerd R. Puin bunun gelişen bir metin anlamına geldiğine inanıyordu. Benzer bir tabir Lawrence Conrad tarafından Muhammed'in biyografisi için kullanılır. Çünkü onun araştırmalarına göre, Peygamber'in doğum tarihi ile ilgili İslam ilmî görüşü H. 2. asra kadar 85 yıllık bir çeşitlilik arz etmiştir.

Batılı bilim adamları başta fıkhın oluşumuna ait geleneksel anlatımın genel hatlarını kabul ettiler. Ancak 19. yüzyılın sonlarında, Ignac Goldziher tarafından etkili bir revizyonist hipotez geliştirildi ve bu 20. yüzyılın ortalarında Joseph Schacht tarafından detaylandırıldı. Schacht ve diğer akademisyenlere göre Müslümanların mevcut yasalara ve yasal ihtiyaçlara sahip kalabalık tarım ve şehir toplumlarını fethettikten sonra, yasal normları formüle etmeye yönelik ilk çabalarında Kuran' ve Muhammed'in tek bir hukuk kaynağı olan hadisler, yanında fakihlerin şahsi görüşleri, fethedilen halkların hukuk uygulamaları ve halifelerin ferman ve kararları da geçerli kaynaklar olarak kabul edilmişlerdi.

Buna göre, hadislerin çoğu Muhammed'den kaynaklanmamış, hadis alimlerinin uydurmaları ayıklamaya yönelik çabalarına rağmen, aslında daha sonraki bir tarihte yaratılmışlardı. Hukuki normların resmi olarak kutsal kaynaklara dayandırılması gerektiği kabul edildikten sonra, hadis tarafından desteklenen hukuk kurallarının savunucuları, hadislerin nakledilme zincirlerini Muhammed'in sahabelerine kadar uzatacaktı. Bu görüşe göre, Er-risale adlı eserinde hukuk teorisi, eseriyle İslam hukukunun gerçek mimarı, bu fikri ve klasik fıkhın diğer unsurlarını formüle eden Şafi'i (ö. 820 /204 H) idi. Ondan önce, Muhammed'in hadislerinin önceliğine dayanmayan bir hukuk bütünü vardı.

Hadisin kökeni bilimsel bir tartışma konusu olmaya devam ederken, Goldziher ve Schacht'ın teorisine erken İslam fıkhının İslam'ın dini ve ahlaki ilkeleri tarafından şekillendirilen idari ve popüler uygulamaların bir kombinasyonundan geliştiği şeklinde genellikle daha temkinli, orta dereceli pozisyonlar benimseyen modern tarihçiler tarafından itiraz edildi. Erken fetihlerin ardından İlk Müslüman topluluklarda ortaya çıkan davranış ve yargılama anlaşmazlıklarını gidermeyi amaçlayan, Müslüman yönetimine giren toprakların İslam öncesi yasa ve geleneklerinin bazı yönlerini sürdürmüş ve İslami normları oluşturmanın pratik ihtiyacını karşılamayı amaçlayan diğer yönlerini değiştirmişlerdi.

Hukuki düşünce, bağımsız bilim adamlarının yerel bir ustadan öğrenmek ve dini konuları tartışmak için bir araya geldikleri çalışma çevrelerinde yavaş yavaş gelişti. İlk başta, bu çevrelerin üyelikleri değişkendi, ancak zamanla farklı bölgesel hukuk okulları, paylaşılan metodolojik ilkeler dizisi etrafında kristalleşti. Okulların sınırları net bir şekilde çizildiğinden, doktriner ilkelerin otoritesi daha önceki zamanlardan itibaren okulun kurucusu olarak tanımlanan bir yüksek hukukçuya verildi. Tüm hukuk ekolleri İslam'ın ilk üç yüzyılında, şeriatı Kuran ve hadislere sıkı sıkıya dayandıran teorinin ana hatlarını kabul etme yönünde evrimleşti.

Raşidun Halifeliği'nin paralarından. (656). Sasani hükümdarı II. Hüsrev'i taklit eden büst, Ay-yıldız, kenarda Besmele ortada Zerdüşt ateşi. Pek çok örnekte, başlarda sorun olmayan kabartma ve resimler ulemanın getirdiği yorumlarla günah, diğer inançları temsil eden semboller ise küfür sayılarak toplum hayatından tamamen dışlanıyor. (Şeriat anlayışında değişkenliğin en açık örneklerinden)

Şeriat hükümleri baştan beri sabit ve değişmez hükümler olarak kalmamıştır. İslam'da nasih ve mensuh konusu baştan beri tartışılagelen bir konudur. Muhammed'in ölümü sonrasında Halife Ömer'in Kur'an'da açıkça sayılmasına rağmen zekatın sarf yerlerinden "İslam'a ısındırılması gerekenler" maddesini bugün buna ihtiyaç kalmamıştır gerekçesi ile yürürlükten kaldırması dine dayalı hükümlerin zaman ve şartlara bağlı değişkenliği konusuna getirilen tipik örneklerdendir.

İslam'da en önemli hukuk bilginlerinden olan Cafer-i Sadık (ö 765), Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği ekol ve görüşlerin sistemleştirilmesiyle şeriat ve fıkıh mezhepleri ortaya konmuştur. Şer'i deliller, ya da şeriatta hüküm kaynağı kabul edilebilecek kaynaklar başlangıçta sadece Kur'an ve Muhammed'in uygulamaları iken, sonraki dönemlerde köktenci eğilimler dışında gelişen İslam mezheplerinde fıkıhçılar bu kaynakları genişletilerek icma, kıyas, örf, istihsan, akıl (şiilikte) gibi insani, yerel ve dönemsel özellikleri olan yeni hüküm kaynakları tanımlamış ve bu kaynaklara dayalı hükümlerin de şeriatta geçerliliğini vurgulamışlardır.

Daha ileri dönemlerde ise akıl ile nasların hükümlerinin kaldırılabileceği tartışmalarının yapıldığı ve laiklik yönünde adımların atıldığı gelişmeler yaşanmıştır. Türklerin ağırlıklı mezhep önderleri olan Hanefi ve Maturidi anlayışı rivayet ve naslar karşısında aklı ve maslahatı öne alan özellikler taşımaktaydılar. İmam Maturidi, şeriata esas teşkil eden hüküm ayetlerinde, ayetin geçerlilik süresinin (neshi) belirlenmesinde ya da geçici bir süreyle uygulamadan kaldırılmasında ve maslahatın belirlenmesinde ölçüt olarak aklı kabul etmiştir. (bkz. İslam ve laiklik)

Günümüzde Fazlur Rahman Malik, Mustafa Öztürk ve benzer görüşe sahip ilahiyatçılar Kur'an'ın bir din kitabı olmasından hareketle ayetlerin dinin aslından olan iman, ibadet ve ahlak bakımından değerlendirilebileceğini, ahkam ile ilgili ayetlerin değişken töresel ve dönemsel (tarihselcilik) özellikler taşıdığı gerekçesiyle aynen uygulanmasının şekilci ve literalist yaklaşımın bir sonucu olduğu görüşlerini ileri sürmekte ve geleneksel şeriat uygulamalarına karşı çıkmaktadırlar. Kur'an'daki ahkam ayetlerinin yaklaşık %80'inin dönemin Arabistan örf ve geleneklerini yansıttığı da bu çevrelerce ifade edilmektedir.

TESEV tarafından yapılan sosyal araştırmalarda son yıllarda Türk halkının şeriata olan desteğinin azalmakta olduğunu göstermektedir.

Klasik dönem; Geleneksel fıkhın oluşumu

    Ana maddeler: Fıkıh ve İslam dini fıkıh mezhepleri

Fıkıhta şeriatın birincil kaynağını Kur'an ve Hadisler oluşturur. Ancak bu kaynaklarda "yasa dili" kullanılmaz. Kur'an anlatımlarında hedef, kapsam ve istisnaların belirlenmesi, benzer konuların açıklığa kavuşturulması vb. netleştirme çalışmaları yanında, benzer sorunların hadisler için de geçerli olduğu, ayrıca hangi hadislerin referans değeri taşıdığı, hangilerinin taşımadığı konusu ulema tarafından değerlendirilerek (ictihat) farklı sonuçlara ulaşılır. Bu sonuçlar İslamda farklı sosyal şekillenmeler (Fıkıh Mezhepleri)'in kaynağı kabul edilir. Fetva geleneksel olarak sosyal bir soruna, dini otoriteyi temsil eden müftünün anlayışına göre, dinin bu soruna yaklaşımını yansıtan ve caizdir, ya da caiz değildir şeklinde bir sonuç ve hüküm cümlesiyle bitirilen cevabına denir.

Geleneksel olarak fıkıh, teorik ilkelerle ilgili fıkıh usûlü ve hükümlerin detaylandırılmasına ayrılmış olan füru' (fıkhın dalları) olarak ikiye ayrılır.

Fıkıh ilkeleri ( usûl-i fıkıh )

    Ana maddeler: Fıkıh usulü ve Şer'i deliller

Klasik hukukçular, insan aklının, Tanrı'nın tam kapasitesiyle kullanılması gereken bir armağanı olduğuna inanıyorlardı. Ancak onlar, doğruyu yanlıştan ayırmada aklı tek başına kullanmanın yetersiz olduğuna inanıyor, rasyonel argümantasyonun, içeriğini Kuran ve Muhammed'in sünneti aracılığıyla vahyedilen aşkın bilgi gövdesinden alması gerektiğin söylüyorlardı.

Geleneksel İslam hukuk teorisi, kutsal metinlerin yorumlanmasında dilbilim ve retoriğin kullanımını detaylandırır. Aynı zamanda, hadislerin sıhhati ve kutsal metne dayalı hükmün sonraki bir vahiy ile nesh edilip edilmediği gibi konularla da ilgilenir.

Sünni fıkıh teorisi, Kur'an ve sünnete ek olarak hukukun iki kaynağını daha kabul eder: hukuki fikir birliği ( icma' ) ve analojik akıl yürütme ( kıyas ).

Ebu Davud ve İbn Hanbel arasındaki fıkhî alışveriş
Ebu Davud ve İbn Hanbel arasındaki fıkhî alışveriş. Ekim 879 tarihli İslam dünyasının en eski edebi el yazmalarından biri

Bu nedenle, bazıları yalnızca belirli hukuk okulları tarafından kabul edilen diğer metodolojik ilkelerle birlikte, analojinin uygulanması ve sınırlarının yanı sıra fikir birliğinin değeri ve sınırlarını inceler. Bu yorum aracı, bir hukukçunun belirli bir sorun üzerinde bir karara varmak için sarf ettiği çabayı ifade eden içtihat başlığı altında bir araya getirilmiştir.

Oniki İmamcı fıkıh teorisi, kıyasın yerine hukuk kaynağı olarak aklın tanınması ve sünnet kavramının imamların geleneklerini içerecek şekilde genişletilmesi gibi bazı farklılıklarla Sünni okullarınkiyle ayrışır.

Şeriatın Kaynakları

Reşid Rıza (1865 - 1935), İslam hukukunun Sünni Müslümanlar tarafından üzerinde anlaşmaya varılan dört temel kaynağını listeler:İslam'da iyi bilinen yasama kaynakları dörttür: Kur'an, Sünnet, ümmetin icmaı ve ehil hukukçuların içtihatı."

  • Kuran : İslam'da Kuran, hukukun en kutsal kaynağı olarak kabul edilir. Klasik hukukçulara göre metni "tekrar" veya tevatür olarak bilinen her nesilde birçok kişi tarafından aktarıldığı için metinsel bütünlüğünü şüpheye yer bırakmamıştır. Kuran'da doğrudan yasa olarak anlaşılabilecek az sayıda ayet bulunur. (Hudud Yasası)
  • Hadis : Hadisler, daha ayrıntılı ve pratik hukuki rehberlik sağlar, ancak erken dönemde bile hepsinin sahih olmadığı anlaşılmıştır. Erken dönem alimleri, aktarım zincirlerinde listelenen bireylerin güvenilirliğini değerlendirmek için bir metodoloji geliştirdiler. Bu kriterler, peygamberlik geleneklerinin geniş külliyatını, birkaç kanonik derlemede toplanan birkaç bin "sağlam" hadise daralttı. Aynı anda nakledilen (mütevatir) hadisler, tartışmasız bir şekilde sahih kabul edildi; bununla birlikte, hadislerin büyük çoğunluğu sadece bir veya birkaç râvi tarafından nakledilmişti ve bu nedenle onların sadece olası bir bilgi verdiği düşünülür. Belirsizlik, bazı hadisler ve Kuran pasajlarında yer alan dilin belirsizliği ile daha da arttı. Metin kaynaklarının itibari değerleri ve yorumlanması konusundaki anlaşmazlıklar, sonraki hukukçulara önemli bir hareket alanı sağladı. Harald Motzki ve Daniel W. Brown, bize ulaşan en eski İslami ictihadların "neredeyse hiç birinin hadislere dayanmadığını" bu infiltrasyon ve bütünleşmenin h. 2.yy'da kademeli olarak gerçekleştiğini ifade ettiler.
  • İcma : Prensipte muhtemel delillere dayanan bir hükmü, mutlak kesinliğe yükseltebilecek olan icmadır.  Bu klasik öğreti, otoritesini İslam ümmetinin bir hata üzerinde asla anlaşamayacağını belirten bir dizi hadisten almıştır. Bu konsensüs biçimi, teknik olarak, toplumun temsilcileri olarak hareket eden belirli bir nesildeki tüm yetkin hukukçuların anlaşması olarak tanımlandı. Bununla birlikte, böyle bir anlaşmanın elde edilmesinin ve tespit edilmesinin pratikteki zorluğu, bunun yasal gelişme üzerinde çok az etkisi olduğu anlamına geliyordu. Bunun yerine önde gelen hukukçuların görüşleri ile belirlenebilecek daha pragmatik bir konsensüs biçimi, icma yerine kullanıldı. Konsensüs, klasik içtihat gövdesinin yüzde 1'inden daha azını oluşturmaktadır.
  • Kıyas : Kitapta ele alınmayan bir durum için, kutsal metinlere dayalı bir kurala benzeterek hüküm çıkarmak için kullanılan analojik akıl yürütmedir. Klasik bir örnekte, Kuran'ın şarap içme yasağı, yasağın sebebi olduğu düşünülen sarhoşluk ( sebep;'illet ) temelinde tüm sarhoş edici maddeleri kapsamalıydı. Bir kuralın nedeni açık olmayabileceğinden, kapsamı genişleten bu anlayış tartışmalara neden oldu. Sünni Müslümanların çoğunluğu kıyası içtihatın merkezi bir sütunu olarak gördü. Öte yandan; El-Buhari, Zahiriler, Ahmed ibn Hanbel ve ilk Hanbeliler vb. sünniler kıyası reddetmiştir. Oniki İmamcı Şii fıkhı da kıyası tanımaz, onun yerine akla ( akl ) dayanır.

Ebû Hanîfenin mezarı
Ebû Hanîfe'nin Bağdat şehrindeki mezarı, Ebu Hanife Ehl-i Re'y'in öncüsü olarak bilinirdi. O'nun mezhebi hakikati bulmada aklı en başa koyan Mu'tezile ile aklı tamamen dışlayan rivayetçilerin arasında orta bir yere konumlandırılır.

İçtihat

Klasik içtihat süreci, genel olarak kabul edilen bu ilkeleri, istihsan (hukukçu tercihi, uygun ve güzel görme), istislah (kamu yararının dikkate alınması) ve istishab (süreklilik varsayımı) gibi yardımcı yöntemlerle geliştirmeyi denedi, ancak bu yöntemler ortak kabul görmedi.

İçtihadı uygulama ehliyetine fakihlere, müçtehid ünvanı verildi. Bu yetkinliğe sahip olmayanlar taklid ile yetinmek zorundaydılar. 10. yüzyılın başlarında, Sünni fıkhının gelişimi, önde gelen hukukçuları temel hukuki sorunların ele alındığını ve içtihatın kapsamının giderek kısıtlandığını belirtmeye sevk etti. 18. yüzyıldan itibaren, önde gelen Müslüman reformcular, erken dönem İslam fıkhının canlılığına geri dönüş olarak gördükleri taklidin terk edilmesi ve içtihada yeni bir vurgu yapılması çağrısında bulunmaya başladılar.

Şeriatın amacı ve kamu yararı

Şeriat'ın amaçları (Makasıd) ve kamu yararı (Maslaha), modern zamanlarda giderek daha belirgin bir rol oynamaya başlayan birbiriyle ilişkili iki klasik doktrindir. Bunlar ilk olarak maslahatın ilahi kanunu vahyederken Allah'ın genel amacı olduğunu ve onun özel amacının beşeriyetin din, hayat, akıl, zürriyet ve mal'dan oluşan beş esasını korumak olduğunu savunan Gazali (ö. 1111) tarafından açıkça dile getirildi. Klasik hukukçuların çoğu maslahat ve makâsıdı önemli hukuk ilkeleri olarak kabul etseler de, İslam hukukunda oynamaları gereken rol konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Bazı hukukçular, bunları kutsal kaynaklar ve analojik akıl yürütme ile sınırlandırılmış yardımcı gerekçeler olarak gördüler. Diğerleri, bunları, genel ilkeleri, kutsal metinlere dayalı belirli çıkarımları geçersiz kılabilecek bağımsız bir hukuk kaynağı olarak görüyordu. İkinci görüş klasik hukukçuların bir azınlığı tarafından benimsenirken, modern zamanlarda İslam hukukunu İslam hukukunun entelektüel mirasından yararlanarak değişen sosyal koşullara uyarlamaya çalışan önde gelen bilim adamları tarafından farklı biçimlerde savunulmaya başlandı.

Raşid Rıza makâsıd envanterini Şeriat'ın reform ve kadın hakları, Muhammed el-Gazali adalet ve özgürlük ve Yusuf el-Karadavi insan onuru ve haklarını kapsayacak şekilde genişletti.

İran'ın fâkihleri
İran'ın fâkihleri, (âyetullâhi'l-uzmâ; Allah'ın en büyük ayetleri). Fâkih, Kur'an ve hadis metinlerinden yasalar ve kurallar istinbat (hasılat, çıkarım) eden ulemaya verilen isimdir.

Etiketleme (fıkıh, aḥkām )

    Ana maddeler: Ef'âl-i mükellefîn ve İslam'da büyük günah

Günümüzde ödül-ceza dengesinde insan eylemleri yasa ve yargıyı ilgilendiren hukuki eylemler, karşılığı toplumsal tepki veya ödüllerden oluşan etik davranışlar ya da ödül ve cezası dini anlayışa göre ölüm sonrası hayatta verileceğine inanılan dini ibadetler olarak sınıflandırılabilirler. Klasik fıkıhta bu ayrımın yapıldığını söylemek zordur. Örneğin farz bir ibadet olan namazı terk etmek dinden çıkmak (mezheplere göre küçük farklılıklar olmakla birlikte) şiddetli bir dünyevi ceza (ölüm) ile cezalandırılabilir.

Şeriatte Ef'âl-i mükellefîn olarak adlandırılan insan eylemleri, beş kategori (al-ahkām al-hamse)den birine sokulur: zorunlu ( farz veya vacip ), tavsiye edilen ( mendūb veya müsteḥab ), tarafsız ( mubâh ), kınanabilir ( mekrûh ) ve haram ( yasak ).

Yasak olan bir eylemi yapmak veya zorunlu bir eylemi yapmamak günah veya suçtur. Bu eylemlerin şeriat anlayışında maddi ya da manevi (cezai-sosyal ) karşılıkları bulunur. Farz, vacip ve sünnet olarak nitelendirilen eylemlerin terki, mekruh ve haram olarak nitelendirilenlerin yapılması cezai (had ya da tâzir cezaları olarak) karşılık görür. Örneğin, namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi bu kapsamda ele alınabilir.

Ayıplı (mekruh) eylemlerden kaçınılmalıdır, ancak bunlar mahkemede cezalandırılabilir eylemler olarak değerlendirilmez. Ancak bu eylemlerin sürekliliği fasıklık olarak nitelendirilir ve tazir cezaları veya şahitliğin reddi ve yetki sahibi kılınmama gibi hak mahrumiyetleri ile karşılaşmak olasıdır.

Mekruhlardan kaçınmak ve tavsiye edilen (müstehap) eylemleri gerçekleştirmek, öbür dünyada ödüllendirilir, mübahlar ise Tanrı'nın yargısını gerektirmez. Hukukçular, helâl teriminin ilk üç kategoriyi mi yoksa ilk dört kategoriyi mi kapsadığı konusunda anlaşamazlar. Hukuki ve ahlaki hüküm, fiilin zaruretten işlenip işlenmediğine ve temeldeki niyet'e bağlıdır. 

Fıkıh terminolojisinde büyük cezayı gerektirmeyen büyük günahların bir kez, küçük günahların sürekli işlenmesi fısk olarak adlandırılır. Bu eylemler tazir cezalarının konusudur ve belli bir sınır ve ölçü olmaksızın hâkimin takdiri ile cezalandırılır. Tazir cezalarında suçun şahitlik veya benzeri mekanizmalarla ispat (Kanunilik ilkesi ) zorunluluğu yoktur.

Klasik fıkıh, köleliği meşru bir kurum olarak kabul eder ve düzenler
Klasik fıkıh, köleliği meşru bir kurum olarak kabul eder ve düzenler. Şeriata göre kadın kölelerin avreti erkeklerinki gibiydi. (Kadın kölenin damgalanması)

Sosyal ayrım ve sınıflar

Şeriat anlayışında insanlar değişik ve eşitsiz sınıflara ayrılır.

  • İnanç ve yaşam tarzına göre; İslam içinde, salih - fasık veya dışında mülhid / mürted ve Müslüman olmayanlar.
  • Müslüman olmayanlar siyasi olarak ikiye ayrılır; Zimmi, kelle vergisi (cizye) karşılığında can güvenliği verilenler - Harbi, (Kendilerine hiçbir can veya mal güvenliği verilmeyenler)
  • Soyağacı aidiyeti ile; Seyyid ve şerifler, ayrıcalıklı sınıf, sıradan mahkemelerde yargılanmayan, her türlü vergi ve Müslüman erkeklere getirilen en fazla 4 kadınla evlenme gibi kısıtlamalardan muaf sınıf. Alevi kültüründe Ocak olarak bilinirler.
  • Hürriyetlerine göre; Özgür - köle, (yarı köleler; ümmü'l veled, şartlı veya sözleşmeli köleler)
  • Milliyetine göre; Araplar (kavm-i necip olarak adlandırıldılar ve yönetici elit kesimi oluşturdular) - mevâlî, (yarı köle, azadlı, Arap olmayan Müslümanlar; Müslüman olmalarına rağmen Arap bir bir patrona vergi ödemek zorundaydılar.)
  • Cinsiyete göre; Erkek - Kadın
  • Nikah durumuna göre; Evli - bekar (Zina suçu'nun cezası evli-bekar ayrımına göre (Recm veya 100 kere sopalama) değişebiliyor. (Mut'a nikahı Sünnilerde zina ile eşdeğerdir, ancak had cezası gerekip gerekmediği imamlara göre değişmektedir.))

Bu ayrım şahitliğin reddi veya daha değersiz sayılması gibi gibi hafif, savaş, yakarak öldürme (mülhid ve mürtedlerin yakılması) gibi ağır sonuçlar doğurabilir ve miras, ölüm tazminatı, kısas, yönetici (hakim, nakib-ül eşraf) veya yargıç atamaları gibi birçok alanda ayrıcalık veya mahrumiyet olarak kendini gösterebilir. Yasal hak ve sorumluluklar kişinin akil-baliğ olması ile başlar.

Fıkhın alt dalları (Furuat, ayrıntılar)

Fıkhın dalları (Furu') geleneksel olarak ibâdât ( ibadetler) ve mu'âmelât (sosyal ilişkiler) olarak ikiye ayrılır. Pek çok hukukçu, maddi hukuk sistemini, ritüeller, satışlar, evlilik ve yaralanmalar olarak adlandırılan "dört bölüm"e böldü. Bu terimlerin her biri mecazi olarak çeşitli konuları temsil ediyordu. Örneğin, ortaklıklar, garantiler, hediyeler ve vasiyetleri satışların bir bölümü olarak ele alınır. Hukuki eserler, her birine "kitap" adı verilen daha küçük konuların bir dizisi olarak düzenlenmiştir. Ritüelin özel önemi, tartışmasının her zaman çalışmanın başına yerleştirilmesiyle belirlendi.

Bazı tarihçiler, birkaç geleneksel kategoriyi birleştiren bir İslam ceza hukuku alanını ayırt eder. Kuranda birkaç suçun cezası net olarak belirtilir ve bunlara hudud (Tanrının sınırları) adı verilir. Hukukçular, bazı durumlarda uygulamayı neredeyse imkansız kılan, çeşitli kısıtlamalar geliştirdiler. Bunun izlerine zina ve hırsızlık suçlarında rastlanabilir.

Kasıtlı bedensel zarar içeren diğer suçlar, suça benzer bir cezayı öngören lex talionis versiyonuna göre yargılanır, ancak mağdurlar veya onların mirasçıları parasal bir tazminat ( diyet ) kabul edebilir veya bunun yerine faili affedebilir; kasıtsız zarar için sadece diyet uygulanır.

Diğer ceza davaları, cezanın amacının suçlunun ıslahı veya rehabilitasyonu olduğu ve biçiminin büyük ölçüde hâkimin takdirine bırakıldığı ta‘zir kategorisine aittir.

Füru yazarlığının iki ana türü muhtasar ve mebsuttur. Muhtasarlar, bir sınıfta kullanılabilecek veya yargıçlar tarafından danışılabilecek kısa özel risaleler veya genel bakışlardı. Mebsutlar genellikle muhtasarlar hakkında, düzinelerce büyük cilde yayılabilen, kararları gerekçeleriyle birlikte kaydeden şerhlerden oluşur.

Hukuk literatürünün terminolojisi muhafazakar ve pratik anlamlarını yitirmiş kavramları koruma eğilimindeydi. Kısaltma ve şerh döngüsü, her nesilden hukukçuların değişen sosyal koşulları karşılamak için gelişen ve değişen hukuk kültürünü ifade etmesine izin verdi.

Diğer fıkhî türler arasında kavâid (öğrencinin genel ilkeleri hatırlamasına yardımcı olmayı amaçlayan özlü formüller) ve belirli bir alim tarafından fetva derlemeleri yer alır.

  • Arınma: Abdest ve gusül
  • Ritüeller: İbadetler İslami terminolojide ayet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ritüellerdir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki zorunlu ibadetlere örnek olarak verilebilir.
  • Ekonomi kanunları: Zekat, vakıflar, faiz ve miras kanunları, cizye, ticaret,
  • Evlenme ile ilgili: Nikâh, ayrılık, hulle, muta
  • Cezai yaptırımlar: Had, tâzir, kısas, Diyet, irtidat
  • Siyasi: Cihat, sulh ve savaş esirleri, zimmi ve harbiler, dar'ul harb hükümleri.
  • Giyim: Tesettür
  • Diğer: köleler ve İslam olmayanlar
  • Yeme içme ile ilgili: Oruç, kurban, içki (bkz. İslam'da keyif verici maddeler, İslamiyet ve alkol, nebiz)

Klasik şeriatte yasa ve uygulamalar

    Ana maddeler: İslam miras hukuku ve İslam'da kölelik

İbadetler

Mezheplere göre miktarı ve şekli değişen dini ritüellerdir. Kendi içerisinde farz, vacip, müstehap gibi derecelere ayrılır. İbadetleri terk etmek büyük günahlardan sayılır, ibadetleri terk edenler fasık veya bazı mezhepler tarafından dinden çıkmış kabul edilirler ve cezalandırılırlar.

Farz, vacip ve sünnet olarak nitelendirilen eylemlerin terki, mekruh ve haram olarak nitelendirilenlerin yapılması cezai karşılık görür. Örneğin, namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi bu kapsamda ele alınabilir. Günümüzde ibadetle ilgili cezai yaptırımlar sekülerleşme çerçevesinde uygulanmamakta ve bunların ceza veya mükafatının uhrevi olduğu görüşleri de dile getirilmektedir.

Muameleler

İnsanlar arasındaki medeni, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkiler, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. Şeriat hukukunda fıkıhçılar tarafından evlenme (nikâh), boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesayet, feraiz (miras), alış-veriş gibi toplum hayatına ait medeni işlemlere ve hatta uluslararası hukuka ait hükümler ortaya konulmuştur. İslam fıkıhçıları ibadetler, cezalar, muamelat gibi hususlarda temel kaynaklarda yer almamasına rağmen hermafroditlerle ilgili hükümler de ihdas etmişlerdir.

Evlenme ve boşanmalar

    Ana maddeler: İslam'da boşanma ve İslamda kadın

Nisa suresi 3. ayete dayandırılan nikâh hükümlerine göre bir erkek gücü yetiyorsa aynı anda esir ve cariyelerden sınırsız olarak, ayrıca ayette bir üst limit ifadesi bulunmamasına rağmen genel anlayışa göre özgür olanlardan en fazla 4 kadınla evlenebilir. İslam'a göre kadın aynı anda tek bir erkekle evli olabilir. Şeriat kurallarınca İslam'da 18 yaş altında evlilik yasak değildir. Şii ya da Sünni her mezhebe göre, yaşına bakmadan çocuklar evlendirilebilir. Osmanlılar, 1917'de çıkardıkları Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nde erkeklerin 12, kızların da 9 yaşını bitirmiş olmaları şartını getirmişlerdir. Bu duruma istinaden İslâm da evlenmek için kişinin ergenlik çağına girmesi kâfidir.

''Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin; eğer onların yeterli fikrî olgunluk düzeyine eriştiklerini tespit ederseniz hemen mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de mallarını alacaklar diye o malları israf ile ve tez elden yiyip tüketmeyin. Zengin olan (veli) yetim malına tenezzül etmesin, yoksul olan da kararınca yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun; hesap sorucu olarak da Allah yeter.'' (Nisa suresi, 6)

Şeriata göre gerekçesiz mutlak boşanma yetkisi erkeğe verilmiştir. Kadın erkeği; ancak hakimi ikna edecek geçerli sebepleri sunması durumunda hakim kararıyla boşayabilir. Ayrıca boşanma yetkisi evlilik sırasında ya da sonrasında eşi tarafından kadına verilirse kadın da gerekçesiz olarak eşini boşayabilir.

Osmanlı'da Cariye
Osmanlı'da Cariye. "....sizin için temiz kılınan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Eğer adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman bir tane, ya da elinizin altında sahip olduklarınız (esire veya cariyeler) ile yetinin.... (Nisa suresi, 3)

Kölelikle ve cariyelik

    Ana maddeler: İslam'da kölelik ve Cariye

İslam'da insanlar satın alma, savaştan geri kalanların esir edilmeleri ve ganimet olarak cihat yapanlara dağıtılmaları ve ayrıca bu esir ve kölelerin yine esir ya da köle olan insanlardan yaptıkları çocukların köle ya da cariye sayılmaları yoluyla köleleştirilebilir. Muâmelât bakımından köle mal gibidir. Alınıp satılabilir, hibe edilebilir, kiralanabilir, ortak mülkiyete konu olabilir. Kazandıkları efendisine âit olur. Kendisine karşı yapılacak haksız fiilden elde edilecek tazminatları efendisi alır. Başkasına karşı işleyeceği haksız fiillerde ise zararı ya efendisi öder ya da köleyi zarar görene devreder. Özgür bir erkek kendi câriyesi ile onun rızası olmaksızın cinsel hayat yaşayabileceği gibi, onu nikâh akdi ile eş edinmesi de mümkündür. Kısası gerektiren suçlarda köle, özgür ya da köle karşılığında kısas olarak öldürülür. Hanefilere göre bir köleyi öldüren özgür kimse de kısas yoluyla öldürülür. Diğerlerine göre ise, bu durumda kısas uygulanmaz. Köle ve cariyelere zina ve zina iftirası suçunda özgürlere verilen cezânın yarısı hırsızlık ve irtidad suçlarında tam cezâ uygulanır.

Ulemanın çoğunluğuna göre cariyenin tesettürü erkekler gibi “diz kapağı ile göbek arası”nın örtülmesinden ibarettir.

13. yüzyıl köle pazarı
13. yüzyıl köle pazarı, Yemen. Şeriatta köle ve cariyeler mal olarak değerlendirilir; alınır, satılır, kiralanabilir, hediye edilebilir, ortak kullanılabilir ve miras bırakılabilir.

Miras hukuku, avliyye ve reddiyye

Miras paylaşımı Nisa suresi 11-12 ve 179. ayetlerinde konu edilmiştir. Buna göre erkeklere mirastan kadınlara göre 2 kat hisse verilir. Mirasçıların paylar toplamının paydalar toplamından yüksek olması konusunda avliyye ve tam tersi durumlarda reddiyye yöntemleri kullanılır. Müslüman olmayanlarca eleştiri konusu da yapılan pay-payda eşitsizliği, İslam'ın erken dönemlerinde Müslümanlarca tartışılmış ve iki yaklaşım öne çıkmıştır. İbn Abbas, bu durumda bazı pay sahiplerinin (kız kardeşler) düşük önceliğe sahip olup sadece diğerlerinden arta kalanı almasını önerirken, geri kalan çoğunluk tüm hisselerin orantılı olarak azaltılarak herkesin pay almasını savunmuştur.

Suç ve ceza hukuku

    Ana madde: İslam ceza hukuku

Şeriat hukukunun kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan ya da suç işleyen kimselere karşı verilecek bedensel, maddi (mali) ya da caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar.

Suçun ispatı / Şahitlik kuralları

Hukukun tesis edilmesinde en önemli belirleyicilerden birisi olan, kimlerin şahitliğinin kabul edileceği, kimlerin şahitliğinin kabul edilmeyeceği konusu, şeriat hukukunda en önemli konu başlıklarından birisidir:

Had cezaları gerektiren suçların ispat edilmesinde, vasiyet ve boşanma davalarında ayrıca diğer konularda kadınların şahitlik hakları erkeklerden farklıdır. Bu tip konuların şahitliğinde en az bir tane erkek bulunması koşuluyla 1 erkek + 2 kadın şeklinde kadınların şahitliği kabul edilmiştir.

Suçun kanıtlanmasında ve genel olarak 2 erkek veya 1 erkek 2 kadın şahitliği (Bakara suresi, 282) gerekli ve yeterli iken Zina için 4 erkek şahit şartı konulmuştur. (Nur suresi: 4)

İslam fıkıhına göre kölenin şahitliği kabul edilmez. Büyük günah işleyen ve dinde fâsık olarak tanımlanan kişilerin eylemlerine karşılık gelen had ve tâzir cezalarının yanında şahitlikleri de geçersizdir.

Tâzir cezaları için suçun sabit olmasına ve kanıtlanmasına ihtiyaç duyulmamıştır.

Suçlar ve cezaları

Cezalar başlıca 3 kısımda incelenir:

    1. Kısas (Öldürme ve yaralamalar için) İslam öncesi Arap toplumunda kabileler arasında süregiden savaşların çözümü için kullanılırdı. Kan döküldüğünde, kısas aşiret misillemesi şeklinde gerçekleşir, katil bulunamazsa yakın bir akraba öldürülebilir veya daha az onurlu bir ikame olarak kan bedeli alınırdı. Ayrıca kısas toplumsal denklik şartı üzerinden yürütülür, öldürülen kişinin kadın, erkek, köle-hür insan, seçkin ya da sıradan olması göz önüne alınarak, katilin aşiretinden öldürülene denk birisi infaz edilirdi. Örneğin köleye karşılık ancak bir köle, kadına karşılık bir kadın öldürülebilirdi.

Kısasta sosyal denklik şartı, sosyal olarak alt sınıfta bulunanların üst sınıftan birini öldürmelerinde kısasın uygulanacağı, üst sınıftan birinin alt sınıftan birini öldürmesi durumunda kısas uygulanamayacağı, ancak kan bedeli ödenebileceği anlamına gelmektedir.

İslamda uygulamaya esas ayet Bakara 178 ayetidir:

    Mü'minler! Öldürülen insanlar konusunda size kısas farz kılındı. Özgüre karşı özgür, esire karşı esir, kadına karşı bir kadın. Kim, öldürülenin kardeşi tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa, örfe uysun ve bedeli güzelce ödesin.

Kısasta toplumsal denklik şartı ve diyet ödemesi Bakara 178'de açıkça ifade edilmiştir. İslam öncesi uygulama İslamda aynen benimsenmekle birlikte İslami dönemde ayrıca buna bir Müslümanın bir gayrimüslim için infaz edilip edilemeyeceği tartışmaları da eklenmiştir. İslam fıkıhçılarının sonraki dönemlerde kısas için belirli şartlar ve yorumlar katarak kasdi olmayan cinayet ve yaralamalarda da diyet ödenmesi yönünde ictihatlar geliştirdikleri görülmektedir.

Ancak ayette geçen "kadına kadın" ifadesinin neshedilmesi ve ayette geçmediği halde Müslüman birisinin Müslüman olmayan bir kişiyi öldürdüğünde kısas uygulanıp uygulanmayacağı konuları tartışmalıdır. Şeriat yasalarına göre köle bir insan özgür bir insanı öldürdüğünde kısas yapılır, ancak özgür bir insan bir köleyi öldürdüğünde kısas yapılamaz. Abdülaziz Bayındır'a göre ilgili ayet ile Tevrat hükümlerinden dişe diş, göze göz, kulağa kulak, buruna burun ve yaralamalarda misliyle karşılık verme gibi kısas hükümleri kaldırılmıştır.

    2. Had cezaları: Kur'anda cezası belirlenen suçları tanımlamak için kullanılır. Bunların tam olarak hangi suçları kapsadığı konusunda görüş birliği bulunmuyor. Şeriatta Zina, hırsızlık, içki içmek, kazf, yol kesme (ayaklanma, otoriteye karşı savaş) ve irtidat suçları, cezaları Kur'an ayetlerine dayanılarak uygulanan eylemlerdir. Ancak bu suçların tanımları, kapsamları, derecelendirilmesi, kanıtlanması ve verilen cezaların hangi şartlarda (örneğin suçta kasıt unsuru aranması ) uygulanacağı gibi konular Kur'anda yer almayan konulardır ve bu konularda ihtiyaç duyulan hükümler fıkıhçılar tarafından konulur.

Cinsel suçlar:

  • Zina: Kur'an'a göre 100 sopadır. Zina yapan cariye ise o zaman da bu cezanın yarısı kadar ceza alır. Ancak hadislere göre bekarlara 100 sopa, evlilere ise recm cezası verilir. Şeriat yasalarında tecavüz de zina altında değerlendirilmektedir. Mezhepler arasında tecavüz tanımında farklılık vardır. Farkın temel nedeni tecavüzün erkekler arasındaki bir ilişki için de geçerli olup olmadığı üstünedir. Evlilik içi tecavüz, İslam fıkıhçılarının çoğunluğu tarafından tecavüz (اغتصاب āġtṣāb) olarak sınıflandırılmamaktadır. Hanefîler; kocanın, uygun bir nedeni olmadan kendisi ile cinsel ilişkide bulunmak istemeyen karısını zorla cinsel ilişkiye sokabilmesine izin verir. Diğer mezheplerde ise ne zorlama cinsel ilişki için özel izin verilmiş, ne de evlilik içi tecavüze bir ceza uygulanmıştır.
  • Kazf: İffetli kadına yapılan zina isnadı, 80 sopa ile cezalandırılır ve şahitliği kabul edilmez. (İlgili madde: İfk Olayı)

Diğer cinsel suçlar:

  • Eşcinsellik: Şeriat hukukunda eşcinselliğin ölünceye kadar hapis, 100 sopa ya da recm şeklinde mezheplere göre farklılıklar gösteren tâzir cezaları bulunmaktadır. (İlgili madde: İslam'da eşcinsellik)
  • Küçüklerle cinsel ilişki (Çocuk evliliği/Pedofili) şeriatta suç olarak tanımlanan bir eylem olmamıştır. Genel anlayışa göre Muhammedin Aişe ile nikahlanması örnek alınarak 6 yaşından büyük çocuklarla yapılan nikah ve evlilikler meşru kabul edilir.
  • Hayvanlarla cinsel ilişki (Zoofili) için ise Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî'nin hadis derlemelerinde yer alan, Muhammed'in söylediği bir söz şu şekildedir:

Dişi eşekle ilişkiye girerken yakalanan adam, eşekle beraber öldürülmelidir.

  • Hırsızlık: Hırsızlık eyleminde sağ elden başlayarak, ellerinden bir tanesinin kesilmesi şeklindedir. Hırsızlık suçlarında bir derecelendirme (ev, yarı açık ve açık alandan yapılan hırsızlıklar veya gasp gibi) söz konusu değildir.
  • İçki içmek: Kur'an'da cezası belirtilmeyen bir suç olan içki içmenin cezası icma yoluyla 80 sopa olarak tayin edilmiştir.
  • Yol kesme:Türkçede yol kesme olarak ifade edilen eylem (Maide 33-35) siyasi otoriteye karşı bir çeşit ayaklanma veya savaş ilanı olarak değerlendiriliyor. Eylemlerinin çeşidine ve ağırlığına göre sağ el ve sol ayaklarının çapraz olarak kesilmesi, hapsedilme ya da sürgün cezaları verilir.
  • Dinden çıkma: Dini terminolojide "küfre girer" şeklinde ifade edilen eylemleri yapmaya irtidat, kişiye mürted denir. Fıkıhta farz ya da sünnet olarak tanımlanan dini emirleri reddeden, hafife alan, alay ya da saygısızlık eden ya da "elfaz-ı küfür" denilen sözleri konuşan kişilere mürted denilir. Mürtedlere tevbe etmeleri için üç gün süre verilir. Cezası (Hanefilere göre kadın olması durumunda ölünceye kadar hapis) ölümdür.

Dinden çıkmaya ölüm cezası uygulayan devletler
Dinden çıkmaya ölüm cezası uygulayan devletler

Geleneksel İslam fıkıhçıları dini emirleri terk eden kişilerin mürted kabul edilip edilmeyeceğini de tartışmışlar ve bu konuda belirli eğilimler ortaya koymuşlardır. Yaşanan tartışmalar yoğunlukla şeriata göre namaz, oruç ya da zekatın terki ya da reddedilmesi gibi eylemlerin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı ile ilgili değil, cezalandırılma ya da öldürülmeleri sonrasında bu kişilerin cenazelerine yapılacak işlemlerle ilgilidir. Bu kişiler mürted kabul edildiklerinde cenaze namazları kılınmaz, Müslüman mezarlığına gömülemez, miras bıraktıkları devlet hazinesine kalır.

  • Hanefiler ameli imanın bir parçası kabul etmedikleri için namaz, oruç gibi İslam'ın uygulanmasına dair ihmal ya da ret içeren eylemlerde kişinin kanatılıncaya kadar dövülmesi ya da ölünceye kadar hapsedilmesini de içeren tâzir cezaları ile cezalandırılmasını öngörürler, öldüklerinde cenazelerine Müslüman cenazesi muamelesi yapılır.
  • Şafii, Maliki mezheplerine göre namazı terk etmek ceza miktarı ve şekli Kur'an ve sünnetle belirlenen suçlardandır ve terk eden “had” uygulanarak öldürülür. Ancak cenazelerine Müslüman cenazesi muamelesi yapılır, miras bıraktıysa mirasçılarına paylaştırılır.
  • Hanbeli mezhebinde ise namazı terk eden ve bunda ısrarcı olan kişiler mürted kabul edilerek mürtedlere kılıçla öldürme şeklinde uygulanan “had cezası” tatbik edilir, cenaze namazı kılınmaz ve ceset Müslüman mezarlığına gömülmez.

    3. Tâzir cezaları: Lügatte azarlama, aşağılama, tahkir gibi anlamlara gelen tâzir, fıkıh terminolojisinde fâsıklık olarak nitelendirilen, küçük günahların sürekli işlenmesi ya da daha büyük cezayı gerektirmeyen büyük günahlara belirli bir sınırı ve ölçüsü olmadan, hakim takdiri ile verilen cezaların adıdır. Tâzir cezalarında suçun kanıtlanması, şahitlik ve ispat gibi zorunluluklar bulunmamaktadır.

Kısas ve had cezaları Kur'an ayetleriyle karşılığı belirlenen suçlardır. Diğer suçlar ise ceza miktar, yöntem ve uygulaması hakimin takdirine bırakılan, tâzir (toplum içinde azarlamadan sopa atmaya, sürgün, hapis ve idama kadar değişen) cezalarıdır. Tâzir cezalarının namazın terki ve irtidat örneklerinde görülebileceği gibi hafif olması diye bir kural yoktur.

Mezhepler ve dağılım

Sünnilerin başta gelenleri dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda ortaya çıkan Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhepleriydi ve on ikinci yüzyıla gelindiğinde neredeyse tüm hukukçular kendilerini belirli bir mezhebe bağladılar. Bu dört ekol birbirinin geçerliliğini kabul eder. Bu okulların kararları, Müslüman dünyasında özel bölgesel kısıtlamalar olmaksızın takip ediliyor, ancak her biri dünyanın farklı yerlerinde egemen oldu. Örneğin, Maliki okulu Kuzey ve Batı Afrika'da baskındır; Güney ve Orta Asya'da Hanefi okulu; Aşağı Mısır, Doğu Afrika ve Güneydoğu Asya'daki Şafii okulu; ve Kuzey ve Orta Arabistan'da Hanbeli okulu. İslam'ın ilk yüzyılları da kısa ömürlü bir dizi Sünni mezhebine tanık oldu. Yaygın olarak soyu tükenmiş olarak tanımlanan Zahiri mezhebi, hukuk düşüncesi üzerinde etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Şii hukuk okullarının gelişimi, teolojik farklılıklar çizgisinde gerçekleşti ve Sünni hukuk okullarından farklılıkları kabaca aynı olan Oniki imamcı, Zeydi ve İsmaili mezheplerinin oluşumuyla sonuçlandı. Sünni ve Şii mezheplerinden farklı olan İbadi hukuk okulu Umman'da baskındır.

Modern çağda İslami hukuk kurumlarının dönüşümlerinin mezhep sistemi üzerinde derin etkileri olmuştur. Müslüman dünyasının çoğunda hukuk uygulaması, hükumet politikası ve devlet hukuku tarafından kontrol edilmeye başlandı. Mezheplerin kişisel ibadet uygulamasının dışına taşan etkileri ulusal hukuk sistemi içinde kendilerine verilen statüye bağlıdır.

Devlet hukuk kodlaması yaygın olarak tehayyür (belirli bir mezhebe kısıtlama olmaksızın hüküm seçimi) ve telfik (aynı soru üzerinde farklı hükümlerin parçalarını birleştirme) yöntemlerini kullandı.

Modern hukuk okullarında eğitim almış hukukçular, sonuçta ortaya çıkan yasaların tercümanı olarak geleneksel ulemanın yerini büyük ölçüde almıştır.

Küresel İslami hareketler bazen belirli mezheplere yönelmiş ve çoğu zaman ise (klasik hukuktan ziyade) doğrudan kutsal kaynaklara odaklanmışlardır.

Hanbeli okulu, özellikle Kuran ve hadislere sıkı sıkıya bağlılığıyla, Selefi ve Vahhabi hareketlerin doğrudan kutsal metinlere referans veren muhafazakar akımlarına ilham kaynağı oldu.

Endonezya ulema birliği ve Müslüman azınlıkların alimleri gibi diğerleri, belirli bir mezhebin geleneklerine odaklanmadan İslam hukukunun liberal yorumlarını geliştirdiler.

Değerlendirmeler; çağdaş tartışmalar ve zıtlıklar

Çağdaş yönetim sistemleri ile uyumsuzluklar

Şeriat'ın demokrasiyle ne ölçüde uyumlu olduğunun onun kültürel olarak nasıl yorumlandığına bağlı olduğu öne sürülmüştür. Şeriat yönetimlerinde şura, icma gibi demokratik kavram ve yöntemlerin yanında, ulul emre itaat gibi otokratik kavramlar bir arada bulunur.

İçtihadi kısım ayrı tutulursa, zaman, mekân ve gelişen toplumsal anlayışlar gibi değişken şartlara bağlı geliştirilmesi zorunluluk arz eden yeni yaklaşımlara şeriatın kapalı olduğu söylenebilir. Küçük, karasal yaşam tarzına sahip bir kabile toplumunun sınırlı zaman diliminde yaşadıkları örneklerden yola çıkılarak evrensel ve bütün çağları kapsayan yasa ve düzenlemeler yapılabileceği inancı sorgulanmaya açık bir konudur. İnsanların bedensel dokunulmazlığı, yaşam tarzı ve inanç-ibadet tercihleri gibi kişisel özgürlük çerçevesinde ele alınması gereken değerler için öngörülen yaklaşımlar günümüzde kabul edilebilir değildir.

İnsan hakları, eşitlikler ve özgürlükler

Kadın hakları: Şeriat yasalarında miras, şahitlik, liderlik gibi konularda kadın-erkek arasında, ceza davalarında köle ve özgür insanlar arasında, yine şeriata göre suç sayılan zinanın cezalandırılmasında evli kişiler ile bekarlar arasında farklı uygulamalar bulunmaktadır.

Had cezaları gerektiren suçların ispat edilmesinde, vasiyet ve boşanma davalarında, ayrıca başka tipteki sorunların davalarında; kadınların şahitlikleri ile erkeklerin şahitleri eşit kabul edilmez. Davalarda ve şahitliklerde en az bir tane erkek bulunması koşuluyla 1 erkek + 2 kadın şeklinde kadınların şahitliği kabul edilmiştir.

Savaş esiri olarak kadın: Savaşlarda esir alınan kadınların durumu din açıdan kritik bir meseledir. Geleneksel Kur'an yorumlarına göre bu kadınlar alınıp satılan cariyeler ile eşit ve ganimet olarak mülk edinilmiş kadınlardır. Bu kadınların başkaları ile nikahlı olup olmadıkları göz önüne alınmaz ve diğer edinilen kadınlar gibi hak sahipleri (savaşçılar ya da bunları satın alanlar) tarafından bedenleri üzerinde rızaları alınmadan cinsel tasarruflarda bulunulabilir. (Müminûn 5-6)

Güncellik konusu, çocuk evlilikleri: Değişen hukuk anlayışı çerçevesinde verilebilecek diğer bir örnek günümüzde çocuğun cinsel istismarı sayılan çocuk-yetişkin evliliklerinin yasaklanmamış olması ve ilk İslam toplumundaki yaygınlığıdır. Geleneksel tutum kadının evlilik yaşını 6 ya da 9 yaşına kadar indirmektedir. İrani anlayış ise nikah için bir alt sınır getirmemektedir. Tahrir el-Vesile'nin 2. cildi sayfa 241'de yer alan Mesele 12'de "Daimi ya da gayri-daimi nikâh ile 9 yaşından önce eş ile cima (cinsel ilişkide bulunmak) caiz değildir. Lakin diğer faydalanmalar şehvetle el atmak, sarılmak ya da tefhiz etmenin sakıncası yoktur. Hatta emzikteki olsa bile." ifadesi yer almaktadır. (Ayrıca bkz. Nikah ve mut'a nikahı)

Öte yandan, tarih boyunca şeriat kanunlarının geçerli olduğu ülkelerde her ne kadar 18 yaş altı çocukların evlendirilmesine müsaade edilmiş olsa da; günümüzdeki bazı İslam yorumcuları tarafından çocuk evliliğinin İslam tarafından aslında yasaklandığı savunulmaktadır.

Yine günümüzde pek çok toplumda yasal bir durum olan evlilik dışı ilişkiler ve eşcinsellik şeriata göre suç kabul edilir.

Özgürlükler ve eşitlikler bağlamında; Fikir, inanç, ibadet ve ifade özgürlükleri şeriat yönetimlerinde sorunlu alanlardır. Kutsallara yönelik eleştiriler elfazı küfür sayılabilir, komedi ve karikatürler irtidat sayılıp ölümle cezalandırılabilir. Eşcinsellik, transseksüellik vb. yaşam tarzlarıyla trans bireylere yaklaşımlar da kanun önünde eşitsizlikler ve insan hakları ihlalleri açısından kritik edilmesi gereken konulardandır. Fâsıklık gibi, değerlendirenin tutumuna bağlı, sübjektif değerlendirmeler kişilerin cezalandırılması ve şahitliklerinin geçersiz sayılabilmesi olanaklıdır.

Pratiğe uyum zorlukları ve toplumsal ayrımcılık: Bir kişiye yönelik tecavüz ya da zina isnadında güvenilirlik şartlarını taşıyan dört yetişkin erkeğin şahitliğinin zorunlu olması, aksi takdirde tecavüze uğramış bile olsa tecavüz ya da zina isnadında bulunan kişi ya da kişilerin iftira cezasıyla cezalandırılması. Bu cezalar için kadın ve çocukların, Müslüman bile olsalar içki ya da namaz gibi konularda dini yönden beğenilmeyen ve fâsık olarak tanımlanan kişilerin şahitliklerinin geçerli kabul edilmemesi söz konusudur.

Suç-ceza dengesi: Günümüz hukuk anlayışında cezaların intikam duygusundan uzak, caydırıcı, önleyici, ıslah amacına uygun ve işlenen suç ile uygun ağırlıkta bir karşı eylem olması amaçlanır. Bundan dolayı suçun hangi saiklerle işlenmiş olduğu, eylem öncesinde, sırasında ve sonrasındaki davranışlar göz önüne alınarak cezaların ağırlaştırılması ya da hafifletilmesi söz konusu edilir. Şeriat hukukunda hırsızlık ve gasp arasında bir ayrım yapılmamış olması suç ve ceza dengesinin gözetilmemesi açısından da dikkate değerdir. Öldürme olaylarında da kasıt unsuru içtihadi bir konudur.

Yasal sorunlar / Legalite

Cezalarda kanunilik, mezhepsel farklılıklar: Şekli ve miktarı konusunda görüş birliği bulunmayan ibadetlerin terk edilmesinin şeriat yönetiminde ceza ya da hak mahrumiyetlerine konu olması, zorbalık, insan hakları ihlali gibi sakıncaları yanında cezaların kanuniliği ilkesine de aykırıdır. Şeriat hukukunda tâzir cezaları için kanunilik ilkesi bulunmamakta, tamamen hakim ya da siyasi otoritenin takdiri geçerli olmaktadır. Şiilikte meşru ve makbul kabul edilen mut'a, bir Ehl-i Sünnet mezhebi tarafından had cezası uygulanması gereken bir haramdır. Tâzir cezalarına konu olabilen büyük günah, farz, vacip, zekat, namaz, tesettür, sünnet, hadis gibi kavramlar her mezhep ve bölgede farklı anlayış, yorum ve uygulama şekilleri bulunan dini kavramlardır.

İdeolojik-ayrımcı toplum yapılanmasının etkileri

Savaş suçları: savaşlarda teslim olduğu halde eli kılıç tutanların öldürülmesi, yenilen tarafa uygulanan tehcir, mallarına el koyma, kadın, çocuk ve diğer esirlerin köle (mal) sayılması, alınıp satılması, savaşı kazanan tarafın cinsel kullanımına sunulması, sanat eserlerine ve tarihsel mirasa dönük yıkımlar gibi birçok eylem günümüzde savaş suçları kapsamında değerlendirilir. Bu eylemlerin bir kısmı planlı ve sistematik bir şekilde uygulandığında insanlığa karşı suçlar kapsamındadır.

şeriatçı Ensarüddin örgütü
Mali'de faaliyet gösteren silahlı yapılanma, şeriatçı Ensarüddin örgütü.

  1. İnanan ama dini uygulamaları ihmal ya da reddettiği için mülhid, fâsık gibi tanımlamalarla aşağılayıcı muameleye (namaz, oruç gibi tapınmaları, kadınlarda tesettür kurallarını ihmal edenlere verilen tâzir cezaları) maruz bırakılanların durumu, şeriat yasalarının kadın-erkek, köle-özgür, inanan-inanmayan, takva sahibi-fâsık gibi ayrımlar ile farklı toplum kesimlerine farklı uygulanmasının getireceği toplum içi nefret ve gerginlikler.
  2. Dinsel grandiyöz kişiliklerin, mesih ya da mehdi olduğunu ileri süren kişilerin etkiledikleri kitle üzerinden toplumsal çatışmalara ve kitle ruh sağlığına olumsuz etkileri olabilmektedir.
  3. Din savaşlarının yıkıcı etkileri, ele geçirilen mallar yanında kadın-erkek, çocuk esirlerin de mal ve ganimet sayılması, alınıp satılmaları, cinsel kullanım dahil insan haklarına aykırı eylemler, insanların ruh ve beden sağlıklarını olumsuz etkiler.
  4. Dini yapılanma için harcanan yüksek bütçelerin bilim, eğitim, koruyucu sağlık hizmetleri ve sosyal yardımlar gibi alanların bütçelerinde meydana getireceği açıklar.

Nikab giyen kadın
Nikab giyen kadın, gün ışığına ulaşmada ileri derecede kısıtlanmış bir örnek

Sağlık ve sosyal etkiler açısından

  1. Çoklu evlilik: birden fazla kadın (Kur'an'da yazılana göre en fazla 4) ile nikâh, sınırsız cariye ile ilişki ve Şii mezhebinde süreli nikâh anlamına gelen mut'a nikâhının cinsel yolla bulaşan hastalıkların yaygınlaşmasına sebep olabilmektedir. Öte yandan şeriat destekçilerine ve bazı İslam alimlerine göre ise çok evlilik sayesinde çocuk sahibi olamayan kadınlar ya da dul kadınlar; karısı ve çocuğu olan erkeklerle evlenerek çocuk sahibi olma sorunu çözebilmektedirler. Ayrıca bazı İslam yorumcularına göre çok evlilik sayesinde zinanın da önüne geçilebilmektedir.
  2. Çocuk evliliği: günümüzde çocuk istismarı olarak değerlendirilen bu evlilikler, 6-9 yaşlarında gerçekleşmesine izin verilen çocuk-yetişkin evliliklerinin çocuklarda beden gelişimini erken evrede durdurabilmekte, erken yüklenen sosyal sorumlulukların ise çocuk ruh sağlığında olumsuz etkileri gözlemlenebilmektedir.
  3. Ergenlikten itibaren uygulanan zorunlu tesettür ve sıkı mahremiyet kurallarının kadın ve kızların beden ve ruh sağlığı üzerine etkileri: Vücudu sıkı bir şekilde yalıtan giyim tarzının, cilt üzerinde cilt kanserleri ve kuruma gibi dış etkilere karşı vücut üzerinde koruyucu pozitif etkilere sahip olabilmektedir. Bunun yanı sıra yeterli güneş ışınlarından mahrum kalan bir vücudun D vitamini yetersizliği sebebiyle, Ca ve Fosfor emiliminin düşmesiyle bağlantılı büyüme çağındaki kızlarda büyüme geriliği, yetişkinlerde kemik erimesi, depresyon, şizofreni, otizm ve alzheimer hastalıklarına yatkınlığının artması mümkündür.
  4. Abdest, toplu namaz ve hac ritüellerinin getirdiği riskler: Sık yıkanan ve kurulanmayan organlarda nemlenme nedeniyle, nem seven bakteri ve mantar enfeksiyonlarının tırnak, ayak ve genital bölgelerde artışı.
  5. Yazın sıcak ve kuru mevsimde uzun süre sıvı alımının kesilmesine bağlı olarak gelişmesi muhtemel dehidratasyon, buna bağlı olarak Güneş altında ya da sıcak ortamda çalışan iş gruplarında güneş ya da sıcak çarpması risklerinin artışı.
  6. Kronik hastalıklarda, hamile, diyabetik, hipertiroidi, çocuklarda, yoğun fiziksel efor gerektiren işlerde çalışan kişilerde uzun süreli gıda alımının kesilmesi sebebiyle metabolik dengenin bozulması, hamile orucunda bebek gelişim yetersizlikleri.
  7. Uzun süreli açlık sonrası yenilen ağır bir yemek sonrasında solunum, kalp-dolaşım yetmezliklerinin ortaya çıkışı.
  8. Psikosomatik değişiklikler: Ramazan orucu ile ilgili olarak daha çok sıvı alımı, sigara, kafein alımı ve uyku yetersizliği gibi sebeplere bağlanan kognitif fonksiyonlarda azalma, irritabilite ve letharji artışı, gerilim ve migren tipi baş ağrılarında artış, bunun trafik kazalarında artış gibi yansımaları bazı araştırmacılar tarafından not edilmiştir.
  9. İdrar üzerine etkileri: Bazı araştırmalar ramazanda oruç tutanlarda gündüzleri idrar çıkışının azaldığına ve idrar osmolalite değerlerinin arttığına işaret etmektedir. Bu değişiklikler idrarda taş oluşumu ve idrar yolu enfeksiyonları gibi ileri aşamalarda böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilecek birtakım hasarlarla bağlantılı değişikliklerdir.

Klitoris kesiminin Afrika'daki tahminî uygulanma alanı ve oranları
Klitoris kesiminin Afrika'daki tahminî uygulanma alanı ve oranları

Diğer

Bazı İslam toplumlarında kadınlarda da icra edilen cerrahi sünnetin ürogenital sistem üzerine, çocuk ruh ve beden sağlığı üzerine erken ve geç dönem etkileri (yaralama, enfeksiyon, ruhsal travma, sakat bırakma ya da sünnetin bazı hastalıklardan koruduğu iddiaları gibi) etkileri bulunmakta ve sünnet karşıtlarınca çocuğun bedensel bütünlüğüne saldırı ve hak ihlali olarak değerlendirilmektedir.

Modern öncesi yasal sistem

Hukukçular

Şeriat müftüler tarafından yorumlanırdı. İslam'ın ilk birkaç yüzyılı boyunca müftüler, normalde başka işler de yapan özel hukuk uzmanlarıydı. Onlar genellikle gelen sorulara veya hakimlerden gelen istişare taleplerine karşılık ücretsiz fetvalar yayınlamaktaydılar. Fetva daha yetkili bir hukuki görüşle çelişmediği sürece mahkemelerde düzenli olarak onaylanmıştır.

Hukukçuların itibarı, ilmî itibarlarına göre belirlenirdi. Otorite hukukçular tarafından yazılan klasik eserlerin çoğu, büyük ölçüde seçkin müftülerin fetvalarına dayanıyordu. Bu fetvalar, yalnızca belirli bir dava için geçerli olan mahkeme kararlarının aksine, bir tür emsal karar işlevi gördü.

12. yüzyıldan itibaren Müslüman hükümdarlar halkın sorularını yanıtlamak için maaşlı müftüler atamaya başladılar. Yüzyıllar boyunca, Sünni müftüler kademeli olarak devlet bürokrasilerine dahil olurken, Şii hukukçular İranda erken modern dönemden başlayarak özerk bir otorite alanı kurdular.

Uluğ Bey Medresesi, Semerkant (tah. 1422)
Uluğ Bey Medresesi, Semerkant (tah. 1422)

İslam yasaları başlangıçta camilerde ve özel evlerde toplanan çalışma çevrelerinde öğretildi. Öğretmen, ileri düzeydeki öğrencilerden yardım alarak, kısa ve öz hukuk risaleleri üzerine yorumlarda bulunur ve öğrencilerin metni anlayıp anlamadıklarını incelerdi. Bu gelenek, 10. ve 11. yüzyıllarda yayılan medreselerde devam etti.

Medreseler, esas olarak fıkıh başta olmak üzere din eğitimi verilen, yanında tıp ve matematik gibi diğer dersleri de sunan yüksek öğrenim kurumlarıydı. Medrese külliyesi genellikle cami, pansiyon ve kütüphaneden oluşuyordu.

Medrese giderleri Müderris maaşlarını ödeyen, öğrenci giderlerini, inşaat ve bakım maliyetlerini karşılayan bir vakıf tarafından sürdürülürdü. Müderris ğğitimin sonunda öğrencinin kendi alanındaki yeterliliğini belgeleyen bir icazet belgesi verirdi.

Uzmanlaşan öğrenciler, hazırlık çalışmaları, belirli bir mezhebin öğretileri ve hukuk tartışmalarında eğitimden oluşan bir müfredatı tamamlar ve sonunda, onlara öğretme ve fetva verme lisansı kazandıran bir tez yazarlardı.

Mahkemeler

Şeriat mahkemelerinde yargılama İslam hukuku konusunda eğitimli kadılar tarafından yapılırdı. Mahkeme personeli çeşitli görevleri yerine getiren bir dizi yardımcıyı da içeriyordu. Hakimler, hükümdar tarafından atanmalarına ve çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda yönetici seçkinlerin baskılarına maruz kalmalarına rağmen, teorik olarak kararlarında bağımsızdılar.

Kadıların rolü, deliller, davanın gerçekleri ve İslam fıkhının hükümleri çerçevesinde bir hüküm vermekti. Kanunun davaya nasıl uygulanacağı açık değilse, kadı bir müftüden fetva talep etmelidir. İslam hukuk teorisi özel hukuk ve kamu hukuku arasında ayrımı tanımadığından, mahkeme prosedürleri hukuk ve ceza davaları için aynıydı ve özel bir davacının davalı aleyhine kanıt sunmasını gerektiriyordu. Ana kanıt türü sözlü tanık ifadesiydi. Ceza davaları için kanıt standartları o kadar katıydı ki, görünüşte net davalar için bile bir mahkumiyet elde etmek genellikle zordu. Çoğu tarihçi, bu katı usul normları nedeniyle, kadı mahkemelerinin erken bir tarihte ceza davaları üzerindeki yargı yetkisini kaybettiğine ve bunun yerine diğer mahkeme türlerinde ele alındığına inanmaktadır.

Bir suçlama, bir kadı mahkemesinde hükümle sonuçlanmadıysa, davacı genellikle, idari konsey tarafından yönetilen mezalim mahkemeleri adı verilen başka bir mahkeme türünde takip edebilirdi. Mazalim (Zulüm, haksızlıklar) mahkemelerinin görevi, hükümet yetkililerine karşı şikayetler de dahil olmak üzere, Şeriat mahkemelerinin çözemediği problemleri ele almaktı. İslam hukukçuları genellikle toplantıya katılır ve genellikle bir yargıç hükümdarın yardımcısı olarak mahkemeye başkanlık ederdi. Hükümlerinin Şeriatın ruhuna uygun olması istenirdi, ancak mahkeme kanunun lafzına veya usul kısıtlamalarına bağlı değildi.

Bir diğer mahkeme türü, suçun önlenmesi ve soruşturulmasında inisiyatif kullanan şurta (Emniyet, polis) mahkemeleri idi. Bu mahkemeler de Şeriat kurallarına bağlı değildi ve takdire bağlı cezalar verme yetkisine sahipti.

Kamu düzenini sağlamaya yönelik bir diğer makam da, ekonomik işlemlerde dolandırıcılığı ve genel ahlaka aykırılıkları önlemekle görevli muhtasib idi. Muhtasibler bu tür suçların takibinde aktif rol almış ve yerel adetler(örf)e göre cezalar vermiştir.

Şair Sadi ve derviş, tartışmalarını bir yargıç huzurunda halletmeye giderler (16. yüzyıl İran minyatürü)
Şair Sadi ve derviş, tartışmalarını bir yargıç huzurunda halletmeye giderler (16. yüzyıl İran minyatürü)

Sosyo-politik bağlam

Modern öncesi İslam toplumlarının sosyal dokusu, büyük ölçüde akrabalık ve yerel mahalleler etrafında örgütlenen birbirine sıkı sıkıya bağlı topluluklar oluşuyordu. Bireyler arasındaki çatışmalar, destek grupları arasında bir çatışmaya dönüşme ve tüm topluluğun yaşamını bozma potansiyeline sahipti. Resmi olmayan arabuluculuğun başarısız olduğu davalar için mahkemeler son çare olarak görülüyordu. Mahkemeler, uyuşmazlıklarda teorik hukuktan çok, genellikle, ihtilaflı tarafların, önceki sosyal ilişkilerini sürdürmelerini sağlayan bir sonuca ulaşmakla ilgileniyorlardı. Bu anlayış "dostça çözüm en iyi hükümdür" özdeyişi ile özetlenebilirdi. Bu, kaybeden tarafın bütünüyle kaybetmesini önleyen, onlara toplum içinde konumlarını ifade etme ve bir ölçüde psikolojik haklılık elde etme şansı vererek başarılabilirdi.

İslam hukuku, hakimlerin yerel geleneklere aşina olmalarını gerektiriyordu. Onlar toplum içinde ara buluculuk, hakemlik, bayındırlık işleri ve vakıf maliyesinin denetimi, kimsesiz çocuklar ve halkın çıkarlarını gözetmek gibi bir dizi başka kamu işlevini de yerine getirdiler.

İslam hukuku, hükümdarların kanun ilan ettiği kültürlerin aksine, din alimleri tarafından formüle edildi. Hukuk, otoritesini siyasi kontrolden değil, daha çok hukuk ekollerinin -kutsal metinlerin yorumcusu sıfatıyla- kolektif doktrinel konumlarından almıştır. Ulema cemaat işlerinin yönetimine dahil oldu ve modern çağdan önce yönetici hanedanlar karşısında yönetimde sınırlı kapasiteye sahip olan Müslüman nüfusun temsilcileri olarak hareket ettiler. Askeri seçkinler dini meşruiyet için ulemaya güvendiler ve dini kurumlara verilen mali destek, bu seçkinlerin meşruiyetlerini tesis etmelerinin başlıca yollarından biri oldu.

Buna karşılık, ulema, dini kurumların devam eden işleyişi için yönetici seçkinlerin desteğine bağlıydı. Seküler yöneticiler ve din bilginleri arasındaki ilişki, farklı zaman ve yerlerde bir dizi kayma ve dönüşüme uğramış olsa da, karşılıklı bağımlılık, İslam tarihini modern çağın başlangıcına kadar karakterize etti.

Ek olarak, Şeriat, kamu hukukunun çeşitli alanlarında çok az hüküm içerdiğinden, Müslüman yöneticiler,kanunnameler ile İslami yargı dışında çeşitli ekonomik, cezai ve idari yasaları kanunlaştırabildiler. Bunların en ünlüleri 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahları tarafından ilan edilmiştir.

Babür imparatoru Evrengzib, Hint altkıtasında Hanefi fetvaları ve mahkeme kararlarına dayalı Fetva-i Hindiyye olarak bilinen melez bir kanun çıkardı ve onu dünyadaki tüm dini topluluklara uygulanabilir hale getirdi. İslam hukukunu yarı kodlanmış devlet mevzuatına dönüştürmeye yönelik bu erken girişim, Babür yönetimine karşı isyanlara yol açtı.

Kadınlar, gayrimüslimler, köleler

Klasik Şeriat, hem medeni ihtilaflarda, hem de ceza hukukunun uygulanmasında erkek kadın, Müslüman gayrimüslim ve özgür köle ayrımı yapar.

Geleneksel İslam hukuku, hane halkının başında bir erkeğin olduğu ataerkil bir toplum ön kabulüne dayanır. Farklı hukuk okulları, erkek veya kadınların lehine manipüle edilebilecek çeşitli hukuk normları formüle etmişlerdi, ancak kadınlar genellikle miras, kan parası ( diyet ) ve tanıklık bakımından dezavantajlı ve değerleri erkeğinkinin yarısıydı. Kocaya yüklenen çeşitli mali yükümlülükler, tek taraflı boşanmaya karşı caydırıcı oldu ve genellikle kadınlara boşanma davalarında mali koz verdi. Kadınlar, Şeriat mahkemelerinde çok çeşitli davalarda hem davacı hem de davalı olarak aktifti, ancak bazıları bir erkek akraba tarafından temsil edilmeyi tercih etti.

Şeriat, Müslüman toplumun işlerini düzenlemek için tasarlandı. İslami yönetim altında ikamet eden gayrimüslimler, cizye vergisinin ödenmesi de dahil olmak üzere bir dizi koruma, kısıtlama, özgürlük ve yasal eşitsizlik içeren zimmi statüsüne sahipti. Zımmi toplulukları, iç işlerinde karar verme konusunda yasal özerkliğe sahipti. İki farklı dini gruptan davacıları içeren davalar, (laik mahkemelerin aksine) gayrimüslim tanıkların bir Müslümana karşı ifadesinin ceza davalarında veya hiç kabul edilemez olduğu, Şeriat mahkemelerinin yargı yetkisine giriyordu.

Bu yasal çerçeve, değişen derecelerde titizlikle uygulandı. Bazı dönemlerde veya kasabalarda, görünüşe göre tüm sakinler, dini inançlarına bakılmaksızın aynı mahkemeyi kullanıyorlardı. Babür imparatoru Evrengzib, geleneksel olarak yalnızca Müslümanlara uygulanan hükümler de dahil olmak üzere tüm tebaasına İslam hukukunu dayatırken, seleflerinden ve haleflerinden bazılarının cizyeyi kaldırdığı söylenir. Osmanlı kayıtlarına göre, gayrimüslim kadınlar evlilik, boşanma ve mülkiyet konularında Hristiyan ve Yahudi mahkemelerine göre daha olumlu bir sonuç beklediklerinde davalarını Şeriat mahkemesine götürdüler. Zamanla, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki gayrimüslimlerin İslami mahkemeleri kullanma olasılıkları az ya da çok olabilir. Örneğin, 1729'da Galata'daki İslam mahkemesinde davaların sadece yüzde ikisi gayrimüslimlerle ilgiliyken, 1789'da gayrimüslimler davaların yüzde otuzunu oluşturuyordu. Osmanlı mahkeme kayıtları da eskiden gayrimüslim kadınlar tarafından İslami mahkemelerin kullanıldığını yansıtmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nda gayrimüslimlerin Müslümanlara sahip olması ve gayrimüslim erkeklerin Müslüman kadınlarla evlenmesi yasa dışıydı. Bu sebeple Müslüman olmayan kadınların kendilerini tanımadıkları bir eş veya efendiden kurtarmalarında İslam'a geçiş bir seçenek olarak ortaya çıktı. Ancak, bu muhtemelen eski toplulukları tarafından dışlanmalarına yol açacaktır.

Mutsuz bir kadın kocasının iktidarsızlığını kadıya şikayet ediyor (18. yüzyıl Osmanlı minyatürü )
Mutsuz bir kadın kocasının iktidarsızlığını kadıya şikayet ediyor (18. yüzyıl Osmanlı minyatürü)

Klasik fıkıh, köleliği meşru bir kurum olarak kabul eder ve düzenler. Kölelere belirli haklar tanıyarak, statülerini Yunan ve Roma hukukuna göre iyileştirdi ve insanların köleleştirilebileceği senaryoları kısıtladı. Bununla birlikte, köleler miras alamaz veya bir sözleşme yapamazlardı ve çeşitli şekillerde efendilerinin iradesine tabiydiler. Kölelerin emeği ve mülkiyeti, bekar kölelerinin cinsel boyun eğdirme hakkına da sahip olan efendiye aitti.

Bazı gruplara karşı yasal olumsuzluklar içermesiyle birlikte Şeriat, onu güçlülerin işlediği adaletsizliklere karşı zayıfların korunmasını içeren evrensel adalet ilkelerinin bir yansıması olarak gören bir hukuk kültürüyle birlikte var oldu. Bu anlayış, köylülerin "neredeyse her zaman" baskıcı toprak sahiplerine karşı davaları kazandığı ve Müslüman olmayanların, eyaletlerinin valisi gibi güçlü şahsiyetler de dahil olmak üzere, Müslümanlara karşı anlaşmazlıklarda galip geldiği şeriat mahkemelerinin tarihsel uygulamasıyla pekiştirildi. Aile meselelerinde Şeriat mahkemesi, kadınların haklarının kocalarının saldırganlığına karşı ileri sürülebileceği bir yer olarak görülüyordu.

Modern yasal reformlar

17. yüzyıldan itibaren Avrupalı güçler, Müslüman hanedanlar tarafından yönetilen topraklar üzerindeki siyasi nüfuzlarını genişletti, 19. yüzyılın sonunda ise Müslüman dünyasının çoğu sömürge egemenliğine girdi. İlk etkilenen alan, sömürge yönetimini engelleyen ticaret ve ceza kanunlarıydı. İslami ticaret yasalarının yerini, resmi bağımsızlığını koruyan Müslüman devletlerde Avrupa (çoğunlukla Fransız) yasaları aldı, çünkü bu devletler giderek Batı sermayesine güvenmeye başladılar ve İslami düzenlemelere boyun eğmeyi reddeden yabancı tüccarları kaybetmeyi göze alamazlardı.

Warren Hastings
Warren Hastings, İngiliz Hindistanı'nda geniş kapsamlı yasal reformlar başlattı

İngiliz Hindistanı'nın hukuk sisteminde ilk önemli değişiklikler 18. yüzyıl sonlarında Bengal valisi Warren Hastings tarafından başlatıldı. Hastings'in yasal reform planı, Müslüman nüfus için çok kademeli bir mahkeme sistemi öngörüyordu; orta kademe İngiliz yargıçlar yerel İslam hukukçuları tarafından tavsiye ediliyordu ve daha alt kademedeki mahkemeler ise kadılar tarafından işletiliyordu.

Hastings ayrıca Hanefi fıkhının klasik kitabı El-Hidaye' nin Arapça'dan Farsça ve İngilizce'ye çevirisini yaptırdı ve bu daha sonra başka metinlerle tamamlandı. Bu çeviriler, İngiliz yargıçların, şeriat kuralları, örf ve adet hukuku doktrinlerinin bir kombinasyonuna dayalı olarak İslam hukuku adına hüküm vermelerini sağladı ve güvenmedikleri yerel ulema tarafından verilecek danışmanlığa güvenme ihtiyaçlarını ortadan kaldırdı.

Şeriat'ın kasıtsız bir şekilde kodlanması anlamına gelen Hidaye'nın İngiliz kullanımı ve Batı hukuk geleneklerinde eğitilmiş yargıçlar tarafından yorumlanması, Müslüman dünyasındaki daha sonraki yasal reformların öncüsü oldu.

İngiliz yöneticiler, Hastings'in, İslam hukukunun " aşırı hoşgörülü ve kan dökülmesine karşı tiksindirici bir temele dayandığı" yönündeki şikayeti ile örneklenen, Şeriat kurallarının suçluların cezadan kaçmasına çok sık izin verdiğini hissettiler.

19. yüzyıl boyunca, Hindistan'daki İslami ceza kanunları ve hukuk sisteminin diğer yönleri, aile kanunları ve bazı mülkiyet işlemleri dışında, İngiliz hukuku ile değiştirildi. Diğer değişikliklerin yanı sıra, bu reformlar köleliğin kaldırılmasını, çocuk yaşta evliliklerin yasaklanmasını ve ölüm cezasının çok daha sık kullanılmasını getirdi.

Anglo-Muhammadan hukuk olarak bilinen sonuçta ortaya çıkan hukuk sistemi, İngilizler tarafından diğer sömürgelerinde yasal reformlar için bir model olarak ele alındı. Hindistan'daki İngilizler gibi, sömürge yönetimleri de tipik olarak yerli yasalar hakkında kesin ve güvenilir bilgiler elde etmeye çalıştılar ve bu da onları yerel yargı uygulamaları yerine klasik İslami hukuk metinlerini tercih etmeye sevk etti. Bu, esnek olmayan kurallar topluluğu olarak, İslam hukuk anlayışıyla birlikte, sömürge öncesi dönemde katı bir şekilde uygulanmayan ve Müslüman dünyanın modern kimlik politikaları üzerinde biçimlendirici etki yapan geleneksel şeriat biçimlerine vurgu yapılmasına yol açtı.

Osmanlı imparatorluğu

Sömürge döneminde Müslüman yöneticiler, ordularını modernize etmedikleri ve Batı modellerinde merkezi olarak yönetilen devletler kurmadıkları sürece Avrupa baskısına direnemeyecekleri sonucuna vardılar. Osmanlı İmparatorluğu'nda, hukuk alanındaki bu tür ilk değişiklikler, bağımsız vakıfların devlet kontrolü altına alınmasını içeriyordu. 1826'da kabul edilen reform, vakıflar pahasına kamu hazinesini zenginleştirdi ve geleneksel İslami eğitimin mali desteğini tüketti.

19. yüzyılın ikinci yarısında, çoğu dini mahkemeyi tamamlayıcı ve nihayetinde yerini almak üzere yeni bir hiyerarşi ile laik mahkemeler sistemi kuruldu.

Yeni mahkeme sisteminde hukuk kariyerine devam etmeyi umut eden öğrenciler, giderek kararan mali beklentileriyle, geleneksel hukuk eğitimi yerine laik okullara gitmeyi tercih ediyorlardı.

Osmanlı mahkeme salonu (MS 1879 çizimi)
Osmanlı mahkeme salonu (MS 1879 çizimi)

Tanzimat reformları, hem İslam medeni hukukunun hem de padişah ceza hukukunun Napolyon Yasası modeline göre yeniden düzenlenmesine tanık oldu. 1870'lerde, hem Şeriat hem de laik mahkemelerde kullanılmak üzere Mecelle adı verilen evlilik ve boşanma hariç bir medeni hukuk ve usul kodifikasyonu üretildi. Hukuk dili olarak ta geleneksel Arapça yerine Türkçe benimsendi. Kanun, Hanefi hukukuna dayanıyordu ve yazarları, "mevcut koşullara daha uygun" oldukları hissedildiğinde, azınlık görüşlerini de seçebildiler. Mecelle, geleneksel ulemanın himayesi altındaki İslam medeni hukuku üzerinde devlet otoritesini temsil eden bir kanun olarak ilan edildi.

1917 Osmanlı Aile Hukuku kanunu, modernleştirici bir niyetle, tüm Sünni mezheplerin, azınlık ve çoğunluk görüşlerinden kurallar çıkarmaya yönelik yenilikçi bir yaklaşımı benimsemiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti, Şeriat mahkemelerini kaldırdı ve Osmanlı medeni kanunlarını İsviçre Medeni Kanunu ile değiştirdi, ancak Osmanlı medeni kanunları Ürdün, Lübnan, Filistin, Suriye ve Irak'da birkaç on yıl yürürlükte kaldı.

Ulus devletler

Sömürge döneminde başlayan kurumların Batılılaşması ve hukukun her alanında devlet kontrolünün yaygınlaşması Müslüman dünyasının ulus-devletlerinde devam etti. Şeriat mahkemeleri ilk başta devlet mahkemelerinin yanında var olmaya devam etti, ancak mahkeme prosedürleri ve doktrini yerini yavaş yavaş Avrupa'dan ithal edilen hukuk normlarına bıraktı. Eski terimler (kadı ve şeriat mahkemesi) korunmakla birlikte, genellikle Batılı anlamda yargıç ve mahkeme anlamlarına geldiler. Taraflar şeriat mahkemelerinde kendilerini temsil ederken, modern mahkemelerde Batı tarzı hukuk okullarında eğitim görmüş profesyonel avukatlar tarafından temsil edilirler ve kararlar temyiz mahkemesinde incelemeye tabidir.

20. yüzyılda, çoğu ülke paralel Şeriat mahkemeleri sistemini kaldırdı ve tüm davaları ulusal hukuk mahkemesi sistemine taşıdı.

Çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde klasik fıkhın kuralları büyük ölçüde yalnızca aile hukukunda korunmuştur. Bazı ülkelerde Hristiyan veya Şii Müslüman gibi dini azınlıklar ayrı aile hukuku sistemlerine tabidir.

Bugün birçok Müslüman, çağdaş Şeriat temelli yasaların modern öncesi hukuk geleneğinin gerçek bir temsili olduğuna inanmaktadır. Gerçekte, genellikle modern çağda yapılan kapsamlı yasal reformların sonucunu temsil ederler. Geleneksel İslam hukukçuları mahkemelerde uygulanan kanunların yetkili tercümanları olarak rollerini kaybettikçe, bu kanunlar kanun koyucular tarafından kodlandı ve değişiklikleri gerçekleştirmek için bir dizi araç kullanan devlet sistemleri tarafından yönetildi:

  • Geleneksel hukuk literatüründen ( tehayyur ), potansiyel olarak birden çok mezhep veya mezhep arasından alternatif görüşlerin seçilmesi ve farklı hükümlerin parçalarının birleştirilmesi ( telfık ).
  • Klasik fıkıhta sınırlı bir rol oynayan, ancak şimdi daha geniş tutulan faydacı uygulamalar; zorunluluk ( darura ), kamu yararı ( maslaha ) ve Şeriat'ın hedeflerine (makasid ) başvurulur.
  • Mahkemelere, maddi hukuk tarafından yasaklanmayan bazı uygulamaları (örneğin, çok eşlilik) kısıtlamak için takdir yetkisi veren ve bazı durumlarda ek caydırıcılık olarak cezai yaptırımlar uygulayan idare hukuku değişiklikleri.
  • Neo-içtihad olarak bilinen geleneksel hukuk kurallarının veya metodolojilerinin kurallarına veya metodolojilerine bağlı kalmadan İslami kutsal metinlerin modernist yorumu.

Liberal reformist düşünce yönünde en güçlü etki Mısırlı İslam alimi Muhammed Abduh'un (1849-1905) çalışmasından geldi. Abduh, sadece dini ritüellere ilişkin şeriat kurallarını esnetilemez görmüş ve diğer kanunlarının toplumsal refahı dikkate alarak değişen koşullara göre uyarlanması gerektiğini savunmuştur. Daha önceki İslam düşünürleri emsallerini takip ederek, orta çağ hukuk okullarını takip etmek yerine Kuran ve sünnete dönerek İslam'ı orijinal saflığına geri döndürmeyi savundu. O, ictihada, kutsal metinlerin doğrudan yorumunun yanı sıra tehayyur ve telfik yöntemlerini içeren yaratıcı bir yaklaşımı savundu.

Modern hukuk reformlarının en etkili isimlerinden biri, İslam ve Batı hukukunda uzmanlığa sahip Mısırlı Abdurrezzak El-Sanhuri (1895-1971) idi. Sanhuri, İslam hukuk mirasının çağdaş toplumun ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde yeniden canlandırılmasının, onun modern karşılaştırmalı hukuk bilimi ışığında analiziyle mümkün olabileceğini savundu. Mısır (1949) ve Irak (1951) medeni kanunlarını, klasik fıkıh, Avrupa kanunları, mevcut Arap ve Türk kanunları ve yerel mahkeme kararları dahil olmak üzere çeşitli kaynaklara dayanarak hazırladı. Sanhuri'nin Mısır kanunu birkaç klasik Şeriat kuralı içeriyordu, ancak o, Irak kanunu için geleneksel içtihattan daha sık yararlandı. Sanhuri'nin kodları daha sonra çoğu Arap ülkesi tarafından bir şekilde benimsendi.

Tunus (1956) ve İran'da (1967) gerçekleştirilen radikal İslami aile hukuku reformlarının dışında, hükumetler genellikle, -muhafazakarların itirazlarını en aza indirmek için- kuralları değiştirmek yerine idari engeller getirerek, Şeriat kurallarından açık bir şekilde kopan değişiklikler yapmayı tercih ettiler. Çok eşliliği kısıtlamak, kadınlara boşanmada daha fazla hak vermek ve çocuk yaşta evlilikleri ortadan kaldırmak için birçok ülkede çeşitli usul değişiklikleri yapıldı. Kanun koyucular genellikle son derece teknik Kur'an paylaşım sistemini kurcalamak konusunda isteksiz olduklarından, miras, reforma en az duyarlı yasal alan olmuştur. Bazı reformlar güçlü muhafazakar muhalefetle karşı karşıya kaldı. Örneğin, Enver Sedat tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ilan edilen 1979 Mısır aile hukuku reformu, tepkilere yol açtı ve 1985'te yüksek mahkeme tarafından usule ilişkin gerekçelerle iptal edildi ve daha sonra yerine uzlaşmalı bir versiyon getirildi. Evrensel insan hakları normlarını ve ülkenin İslami mirasını uzlaştırmayı amaçlayan 2003 tarihli Fas aile hukuku reformu, parlamenterler, din alimleri ve feminist aktivistlerden oluşan bir komisyon tarafından hazırlandı ve sonuç uluslararası hak grupları tarafından İslami bir çerçevede elde edilen ilerici mevzuata bir örnek olarak övgüyle karşılandı.

Muhammed Abduh
Muhammed Abduh, liberal reformist düşünce üzerinde güçlü bir etki yaptı

İslamlaştırma

20. yüzyılın sonlarında ihya hareketleri İslam dünyasında Şeriat'ın tam uygulanması çağrısında bulunan çok sayıda kampanya ile Şeriatı uluslararası ilgi odağı haline getirdi. Otoriter laik rejimlerin vatandaşlarının beklentilerini karşılamadaki başarısızlığı ve Müslüman nüfusun Batı'dan algılanan bir kültürel istila karşısında kültürel olarak daha özgün sosyo-politik örgütlenme biçimlerine geri dönmek arzusu da dahil olmak üzere, Siyasal İslam başlığı altında sınıflandırılan bu hareketlerin yükselişine bir dizi faktör katkıda bulunmuştur. Ayetullah Humeyni Şeriat çağrılarını bir direniş mücadelesi şeklinde çerçeveleyerek sol sömürge-karşıtı söylemlerden yararlandı. Laik liderleri yolsuzluk ve yağmacı davranışlarla suçladılar ve Şeriat'a dönüşün despot yöneticilerin yerini sosyal ve ekonomik adalet için çabalayan dindar liderlerle değiştireceğini iddia ettiler.

Şeriat'ın tam olarak uygulanması, teorik olarak, kapsamının tüm hukuk alanlarına ve kamusal yaşamın tüm alanlarına genişletilmesi anlamına geliyordu. İslamlaştırma kampanyaları, uygulamada özellikle kadınların başörtüsü ve belirli suçlar için öngörülen kırbaçlama, recm ve el kesme gibi had cezaları olmak üzere muhafazakar Müslüman kimliğiyle ilgili görünen birkaç meseleye odaklandı. Pek çok İslamcı için had cezaları, ilahi şeriatın merkezinde yer alır, çünkü bunlar insan tarafından değil, (nass adı verilen) kutsal yazılar tarafından belirlenmişti. Modern İslamcılar, en azından teoride, klasik hukukçuların bu uygulamaları daraltmak için geliştirdikleri katı prosedürel kısıtlamaları sıklıkla reddetmişlerdir. Daha geniş Müslüman kamuoyuna göre, Şeriat çağrıları, çoğu zaman, herhangi bir spesifik talepten daha fazla, mevcut ekonomik ve siyasi durumun yerini "adil bir ütopya"nın aldığı belirsiz bir vizyonu temsil eder.

Mısır ve Suriye'nin anayasalarını şeriat temelli olarak değiştirdikleri 1970'lerden başlayarak, bu hareketlerin etkisi altında bir dizi yasal reform yapıldı.

Laik bir rejimi teokrasi ile değiştirmenin mümkün olduğunu gösteren 1979 İran Devrimi, İslamlaşma savunucuları için bir dönüm noktasıydı. İran, Pakistan, Sudan ve bazı Nijerya eyaletleri dahil olmak üzere birçok ülke, önceki Batılılaşma reformlarının temel etkilerini koruyarak ceza sistemlerine had kurallarını dahil ettiler. Uygulamada, bu değişiklikler büyük ölçüde sembolik kaldı. Sudan ve İran'daki yüksek mahkemeler, taşlama veya ampütasyon kararlarını nadiren onayladı ve Pakistan ve Nijerya'daki yüksek mahkemeler bunu hiç yapmadı. Bununla birlikte, İslamlaştırma kampanyalarının hukukun diğer bazı alanlarında da yansımaları oldu, bu da kadınların ve dini azınlıkların haklarının kısıtlanmasına ve Sudan örneğinde bir iç savaşın çıkmasına katkıda bulunmasına yol açtı.

İslamlaşma savunucuları hukuktan ziyade genellikle ideolojiyle ilgilendiler ve aralarında modern bir Şeriat temelli " İslam devletinin " nasıl olması gerektiği konusunda da bir uzlaşı bulunmuyor. Bu, özellikle hem serbest piyasa hem de sosyalist ekonomik modelleri savunan İslam ekonomisi ve İslami finans teorisyenleri için geçerlidir. "Şeriat uyumlu" finans kavramı, doktriner inovasyonun aktif bir alanı haline geldi ve gelişiminin dünya çapındaki ticari operasyonlar üzerinde büyük bir etkisi oldu.

Çağdaş uygulamalar

Günümüzde uygulama

Günümüzde İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye ülkeler arasında şeriatı hiçbir şekilde uygulamayan, kısmen ya da tamamen uygulayan ya da bölgesel farklılıklarla birlikte uygulayan ülkeler bulunur.

Laiklik veya sekülarizm, toplum düzenine ve diğer insanlara zarar vermeden icra edilen inanç, ibadet, etik gibi kavramları bireysel bir hak olarak tanımlarken klasik şeriat kişiler için bireysel özgürlük alanı tanımayarak inanç- ibadet gibi tercih alanlarına yasal zorunluluklar ve yaptırımlar getirmektedir. Ancak yeni şeriat anlayışları bu eylemlerden dolayı kişilerin cezalandırılmalarını reddederek kısmi şeriat uygulamalarını öne çıkarma eğilimindedir.

Ülkeye göre Şeriat kullanımı
  Yargıda şeriatı uygulamayan İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler
  Şeriatı kısmen (kişisel durumlarda: evlilik, boşanma, miras ve velayet) uygulayan, bunun dışında uygulamayanlar
  Şeriat kanunlarını bütünü ile kabul eden ülkeler
  Şeriatı bölgesel farklar gözeterek uygulayan ülkeler

Otokratik yönetimler, şeriat ve itaat kültürünün ön planda olduğu, bireysel özgürlük ve değerler anlayışının gelişmediği toplumlarda, Kur'an'ın mutlak bir inançla Allah'ın emir ve yasaklarından oluştuğu anlayışının sürekli olarak toplumsal belleğe işlenmesi, tesettür ve zorunlu ibadet kurallarına aykırı davranan bireylere karşı dinsel zorbalığın ve kadına yönelik şiddetin İslam coğrafyasında yaygın olarak görülmesi sonucunu doğurur.

Günümüzde kadın eğitimine ve Onun sosyal hayata katılımına değişik çıkarımlarla (fıkıh) şiddetle karşı çıkan Köktendinci terör örgütleri İslam dünyasında varlığını sürdürmekte, eğitim kurumlarına ve özellikle kız öğrencilere karşı saldırılar düzenlemektedirler. (Bak. Taliban, Boko Haram, Malala Yusufzay) Ayrıca değişik ülkelerde şeriat uygulamalarının ülkeler bazında geçerli olması için mücadele eden İslamcı ve İslamcı köktendinci akımlar, dini eğitim kurumları ve terör grupları bulunmaktadır.

Devlet yasalarında

Hukuk sistemlerinin türleri

Müslüman çoğunluklu ülkelerin hukuk sistemleri, laik veya karma olarak sınıflandırılabilir. Şeriat, laik hukuk sistemlerinde hiçbir rol oynamaz. Karma hukuk sistemlerinde, Şeriat kurallarının, kodlanmış ve Avrupa veya Hint modellerine dayanabilecek bazı ulusal kanunları etkilemesine izin verilir ve merkezi yasama rolü, ulema yerine politikacılar ve modern hukukçular tarafından oynanır. Suudi Arabistan ve diğer bazı Körfez ülkeleri, ulusal hukukun büyük ölçüde kodlanmadığı ve resmi olarak Şeriat ile eşitlendiği, yorumlanmasında ulemanın belirleyici bir rol oynadığı klasik Şeriat sistemleri olarak adlandırılabilecek şeye sahiptir. İran, klasik Şeriat sistemlerinin bazı özelliklerini benimserken, aynı zamanda kodlanmış yasalar ve parlamento gibi karma sistemlerin özelliklerini de koruyor.

Anayasalar

Müslüman çoğunluklu birçok ülkenin anayasaları, Şeriat'a hukukun kaynağı veya ana kaynağı olarak atıfta bulunur, ancak bu referanslar kendi başlarına hukuk sisteminin Şeriat'tan ne kadar etkilendiğinin ve etkinin gelenekçi mi yoksa modernist mi olup olmadığının göstergesi değildir. Aynı anayasalar genellikle demokrasi ve insan hakları gibi evrensel ilkelere de atıfta bulunur ve bu normların pratikte nasıl uzlaştırılacağını belirleme işini yasa koyuculara ve yargıya bırakır. Tersine, anayasasında Şeriat'tan bahsedilmeyen bazı ülkeler (örneğin Cezayir), Şeriat temelli aile yasalarına sahiptir. Nisrine Abiad, Bahreyn, İran, Pakistan ve Suudi Arabistan'ı "şeriatın "iktidarın örgütlenmesi ve işleyişi üzerinde güçlü anayasal sonuçları" olan devletler olarak tanımlıyor.

Aile Hukuku

Laik sistemler dışında, Müslüman çoğunluklu ülkeler, aile meseleleriyle (evlilik, miras vb.) ilgilenen Şeriat temelli yasalara sahiptir. Bu yasalar genellikle çeşitli modern çağ reformlarının etkisini yansıtır ve hem mevzuatta hem de mahkeme kararlarında sıklıkla kendilerini aynı ülkede gösteren geleneksel ve modernist yorumlarla birlikte belirsizlikle karakterize olma eğilimindedir. Bazı ülkelerde (örneğin Nijerya'nın bazı bölgelerinde), insanlar davayı şeriat mahkemesi ya da laik mahkemede takip etmeyi seçebilirler.

Ceza Yasası

Müslüman ülkeler genellikle medeni hukuk ve Batı hukuk geleneklerinin kombinasyonundan oluşan ceza kanunlarına sahiptir. Suudi Arabistan hiçbir zaman bir ceza kanunu kabul etmedi ve Suudi yargıçlar hala geleneksel Hanbeli hukukunu takip ediyor. İslamlaştırma kampanyaları sırasında, bazı ülkeler (Libya, Pakistan, İran, Sudan, Moritanya ve Yemen) ceza kanunlarına, Batı modellerine dayanan yapılarına İslami ceza kanunları eklediler.

Bazı ülkelerde sadece had cezaları eklenirken, diğerleri de kısas ve diyet için hükümler çıkardı. İran daha sonra yeni bir "İslam Ceza Kanunu" yayınladı. Afganistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ceza kanunları, cezaları belirtmeden, belirli suçların İslam hukukuna göre cezalandırılacağına dair genel bir hüküm içermektedir. Bazı Nijerya eyaletleri de İslami ceza yasalarını yürürlüğe koydu. Endonezya'nın Açe eyaletindeki yasalar, İslami normların ihlalinde ta'zir cezalarının uygulanmasını sağlamakta, ancak hudud ve kısası açıkça hariç tutmaktadır. Brunei, 2014'ten beri kademeli olarak recm ve ampütasyon hükümlerini içeren bir "Şeriat Ceza Kanunu" uyguluyor. Had cezalarının yasal olduğu ülkeler, rutin olarak recm ve ampütasyon uygulamamakta ve genellikle bunun yerine başka cezalar uygulamaktadır.

Mülkiyet Hukuku

Şeriatta hak kavramı bulunuyor. Hak, bireyin kişilik haklarını ve servet üretme ve biriktirme hakkını ifade eder. Şeriat uyarınca mülk edinmenin çeşitli yolları satın alma, miras, vasiyet, fiziksel veya zihinsel çaba, tazminat ve bağışlardır. Şeriat kapsamında mülkiyetle ilgili belirli kavramlar Mülk, Vakıf, Me'va ve Mutasarruf'tur.

Müslüman azınlıklı ülkeler

Şeriat Müslüman azınlıkların olduğu bazı ülkelerde dini ritüeller ve kişisel ahlakın ötesinde bir rol oynamaktadır. İsrail'de Şeriat temelli aile yasaları, Müslüman nüfus için Şeriat Mahkemeleri aracılığıyla uygulanmaktadır. Hindistan'da, Müslüman Kişisel Hukuku Uygulama Yasası, Müslümanlar için başta aile hukuku ile ilgili olmak üzere çeşitli alanlarda İslam hukukunun kullanılmasını sağlar. İngiltere'de, tartışmalı şekilde Müslüman Tahkim Mahkemesi, ihtilafları çözmek için Şeriat aile hukukunu kullanır.

Malakka, Malezya Şeriat Mahkemesi
Malakka, Malezya Şeriat Mahkemesi

Mahkeme prosedürleri

Geleneksel Şeriat mahkemeleri avukatlara dayanmaz; davacılar ve davalılar kendilerini temsil ederler. Şeriat mahkemelerinde geleneksel usulü koruyan Suudi Arabistan ve Katar'da yargılamalar yalnızca hakim tarafından yürütülür ve jüri sistemi yoktur. Duruşma öncesi keşif süreci ve tanıkların çapraz sorgusu yoktur. Genel hukuktan farklı olarak, yargıçların kararları, içtihat tır ve bağlayıcı emsaller oluşturmaz.

Bu sebeple kararlar medeni hukuktan farklı olarak, her durumda yoruma açık ve resmi olarak kodlanmış evrensel yasalara sahip değildir. (Tazir suçları, suç bireysel, kanıta dayalı değil ve ceza hakimin takdirine bağlıdır.)

Şeriat mahkemelerindeki delil kuralları geleneksel olarak sözlü ifadeye dayanır ve tanıkların Müslüman olması gerekir. Erkek Müslüman tanıklar, kadın Müslüman tanıklardan daha güvenilir kabul edilir ve Müslüman olmayan tanıklar güvenilmezdir. Bazı ülkelerde hukuk davalarında, kadın tanık, erkek tanığın yarı değerinde kabul edilir.

Suudi Arabistan'da ceza davalarında, hukukun temelini oluşturan Hanbeli hukukunda olduğu gibi, kadın tanıklar kabul edilemez. (Bir Kur'an ayetine dayalı yorum)

Ceza davaları

Geleneksel şeriat mahkemelerinde had suçları, yani zina, tecavüz, birini kanıtsız olarak yasa dışı seks yapmakla suçlama, irtidat, sarhoş edici içki ve hırsızlık için itiraf, yemin veya Müslüman tanıkların sözlü ifadesi, kabul edilen temel delillerdir.

Klasik hukuka göre şahitler, akraba olmayan, güvenilir ve aklı başında en az iki hür Müslüman erkekten veya bir Müslüman erkek ve iki Müslüman kadından oluşmalıdır.

Zina, zina iddiası veya tecavüz suçunu tespit etmek için şahitlik, dört Müslüman erkek tanıktan oluşmalıdır. Bazı anlayışlar en fazla üç erkeğin altı kadın tanıkla değiştirilmesine izin verir; ancak tanıkların en az birinin Müslüman bir erkek olması gerekir.

Adli deliller ( yani parmak izleri, balistikler, kan örnekleri, DNA vb.) ve diğer ikinci dereceden deliller de aynı şekilde bazı modern yorumlarda görgü tanıkları lehine had davalarında reddedilebilir.

Yürürlüğe girmemiş yerel Malezya mevzuatının bir parçası olan düzenlemeler söz konusu olduğunda, bu tecavüz davalarında kadın davacılar için ciddi zorluklara neden olabilmektedir.

DNA kanıtı Pakistan'da, babalık davalarında reddedilirken, cinsel saldırı davalarında uzman görüşüne eşdeğer kabul edilmekte ve vaka bazında değerlendirilmektedir.

Sivil durumlar

[Kur'an 2:282] "Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız..... Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir."

Evlilik, iki Müslüman erkek şahidin huzurunda yapılması gereken bir sözleşmedir ve erkekten bir kadına ödenmesi gereken bir borç (Mehir) içerir. Yazılı sözleşmeler, geleneksel olarak, evlilik sözleşmeleri de dahil olmak üzere, borçla ilgili anlaşmazlık meselelerinde Şeriat mahkemelerinde üstün kabul edildi. Borçla ilgili davalarda yazılı sözleşmeler, hakim tarafından noter tasdikli yapıldığında daha güvenilir kabul edilir.

Ticari ve medeni sözleşmelerde, örneğin ticari mal alışverişi, mal veya mülk tedarik veya satın alma sözleşmesi vd. gibi sözleşmelerde Müslüman tanıklığı, tarihsel olarak yazılı sözleşmelere üstün geldi. İslam hukukçuları geleneksel olarak yazılı ticari sözleşmelerin sahte olabileceği görüşündeydiler. Timur Kuran, İslami bölgelerdeki dini mahkemelerde yazılı delillerin ele alınmasının, şeffaf olmayan işlemler için bir teşvik yarattığını ve ekonomik ilişkilerde yazılı sözleşmelerden kaçınıldığını belirtmektedir. Bu, Müslüman çoğunluklu uluslar ve topluluklarda "büyük ölçüde sözlü sözleşme kültürünün" devam etmesine yol açtı.

Yazılı kanıt yerine, yeminlere geleneksel olarak çok daha fazla ağırlık verilir; sadece takip eden tanıklığın gerçekliğini garanti etmek için değil, kendileri kanıt olarak kullanılırlar. İddialarını destekleyecek başka delilleri olmayan davacılar, sanıklardan masumiyetleri üzerine yemin etmelerini isteyebilir, bunun reddedilmesi davacı için bir hükümle sonuçlanabilir. Müslümanlar için yemin etmek ciddi bir davranış idi; Fas'taki mahkemeler üzerinde yapılan bir araştırma, yalan söyleyen davacıların "yemin ettikleri ana kadar tanıklıklarını sürdürdüklerini ve ardından durup yemin etmeyi reddettiklerini ve davayı teslim ettiklerini" ortaya koydu.

Diyet (tazminat)

Klasik hukukta bedensel zarar için parasal tazminat ( diyet veya kan parası) farklı mağdur sınıfları için farklıdır. Örneğin, Müslüman kadınlar için bu miktar, Müslüman bir erkek için hesaplananın yarısı kadardı. Hür bir Müslümanın ölümünde diyet, Yahudi ve Hristiyan kurbanların iki (Maliki ve Hanbeli) veya üç (Şafii) katıdır. Bazı hukuk okulları, Mecusiler için diyeti, özgür bir Müslüman erkeğin değerinin on beşte biri olarak değerlendirdi.

Pakistan Ceza Kanunu, Müslümanlar ve gayrimüslimler arasındaki ayrımları ortadan kaldırarak Hanefi doktrinini modernize etti. İran'da, anayasa tarafından korunan inançlara sahip olan gayrimüslim kurbanlar (Yahudi, Hristiyan ve Zerdüştler ) için ödenecek diyet, 2004'te Müslümanlarla eşit hale getirildi, ancak 2006 ABD Dışişleri Bakanlığı raporuna göre, ceza kanunu diğer dini azınlıklar ve kadınlara karşı ayrımcılık yapıyordu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre, Suudi Arabistan'da Yahudi veya Hristiyan erkek davacılar, Müslüman bir erkeğin alacağı miktarın yarısını alma hakkına sahipken, diğer tüm Müslüman olmayan erkekler için oran on altıda birdir.

Fetvaların rolü

Günümüzde yazılı yasalar ve Batı hukuk eğitiminin yayılması, müftüleri mahkemelerdeki tarihsel rollerinden uzaklaştırdı. Bunun yerine, fetvalar giderek genel halka Şeriat'ın diğer yönleri, dini ritüeller ve günlük yaşamla ilgili sorular hakkında tavsiyelerde bulunmaya hizmet ediyor. Modern fetvalar sigorta, cinsiyet değiştirme operasyonları, ay keşfi ve bira içme gibi çeşitli konuları ele alır. Çoğunluğu Müslüman olan devletlerin çoğu, fetva vermeye adanmış ulusal örgütler kurmuştur ve bu örgütler, genel nüfus için dini rehberler olarak önemli ölçüde bağımsız müftülerin yerini almıştır. Devlet tarafından istihdam edilen müftüler genellikle kendi ülkelerinin devlet hukuku ile uyumlu bir İslam vizyonunu desteklerler.

Humeyni'nin Şeytan Ayetleri adlı romanı için Salman Rüşdi'yi mahkûm eden bildirisi, fetva kavramını dünyanın dikkatine sundu. Daha sonraki militan fetvalarla birlikte, fetvanın dini bir ölüm fermanı olarak anlaşılmasına katkıda bulunmuştur.

Modern fetvaların bir kısmı daha önceki yasal otoritelerin görüşlerine uymak ( taklid ) yerine bağımsız bir analize dayalı hükümler türetmekle (içtihat ) ilgiliydiler.

Blinen en kötü örnekler, militan aşırılık yanlılarının fetvalarıdır. Usame Bin Ladin ve ortakları 1998'de "Yahudilere ve Haçlılara karşı cihat" ilan eden bir fetva yayınladıklarında, birçok İslam hukukçusu, içeriğini kınamanın yanı sıra, bin Ladin'in cihat için bir fetva vermeye veya ilan etmeye yetkili olmadığını vurguladı. Yeni içtihat biçimleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ve banka faizi gibi klasik fıkıhla çelişen kavramları destekleyen fetvalara da yol açmıştır.

Türk müftüsü
Türk müftüsü (17. yüzyıl İspanyol çizimi)

İnternet çağında, radyo ve televizyon programlarına ek olarak, dünyanın dört bir yanından gelen sorulara yanıt olarak çok sayıda web sitesi fetva veriyor. Son zamanlarda vasıfsız ya da eksantrik kişiler tarafından verilen hatalı ve bazen de tuhaf fetvalar, modern fetva verme pratiğinde "kaos" şikayetlerine yol açmıştır. İslam hukukunun yorumlanmasındaki farklılıkları çözecek uluslararası hiçbir İslami otorite yoktur. İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulan Uluslararası İslam Fıkıh Akademisinin görüşleri bağlayıcı değildir. Modern dünyada üretilen çok sayıda fetva, birçok Müslüman için İslami otantikliğin önemini doğrulamaktadır. Bununla birlikte, Müslümanların gerçek hayatta farklı müftülerin otoritesini ne ölçüde kabul ettiklerini veya onların hükümlerine ne ölçüde uyduklarını gösteren çok az araştırma mevcuttur.

Hisba'nın rolü

Klasik Hisba doktrini Kuran'ın "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir gurup bulunsun" emriyle bağlantılıdır.

Tarihsel uygulaması, sahtekarlığı, kamu düzenini bozmayı ve kamu ahlakına karşı ihlalleri önlemekle görevli muhtasib adlı bir kamu görevlisi ile yürütüldü. Bu ofis, modern çağda Müslüman dünyanın tümünde ortadan kayboldu.

Ancak Arabistan'da Suudi devleti tarafından yeniden canlandırıldı ve piyasaları ve kamu düzenini denetlemekten sorumlu bir hükümet komitesi olarak yeniden kuruldu.

Günlük ibadetlere katılmayı, halka açık yerlerde erkek ve kadınların ayrılması ve tesettürü zorlayan gönüllüler de buna katıldı. Komite görevlilerine, 2016 reformundan önce ihlalcileri tutuklama yetkisi verildi.

Vahhabiliğin artan uluslararası etkisi ile birlikte, devlet otoritesi bulunmayan diğer yerlerde ise Müslüman kardeşlerini İslami ritüellere, kıyafet kurallarına uymaya teşvik eden aktivistler ortaya çıktı.

İranlı bir kadına ders veren ve azarlayan dini bir polis
İranlı bir kadına ders veren ve azarlayan dini bir polis

İran'da hisba, 1979 Devrimi'nden sonra anayasada hem hükümete hem de halka düşen "evrensel ve karşılıklı bir görev" olarak yer aldı. Uygulama resmi komitelerin yanı sıra gönüllü besic güçleri tarafından gerçekleştirilmektedir.

Şeriat yorumlarına dayalı kamu ahlak denetlenmesi Nijerya'nın Kano Eyaleti Hisbah Kolordusu, Endonezya'nın Açe eyaletinde Wilayatul Hisbah Gazze Şeridi'nde Fazilet Yayma ve Kötülüğün Önlenmesi Komitesi ve 1996-2001 ve 2021- Afganistan yönetimi sırasında Taliban tarafından gerçekleştirildi.

Dini polis teşkilatları, kamuoyunun muhafazakar akımlarından destek alma eğilimindedir, ancak faaliyetleri genellikle nüfusun diğer kesimleri, liberaller, şehirli kadınlar ve genç insanlar tarafından sevilmemektedir.

Mısır'da, bir yasa, topluma zarar verebilecek inançları nedeniyle bir kişinin başka birini dava etmesine izin veriyordu, ancak suistimaller nedeniyle bu durum sadece devlet savcısının dava açabilmesi şeklinde değiştirildi. Değişiklik onaylanmadan önce, bir grup İslamcı tarafından liberal ilahiyatçı Nasr Ebu Zeyd'e dinden dönme suçlamasıyla açılan bir hisba davası, onun evliliğinin iptaline yol açtı. Yasa ayrıca feminist yazar Neval El Saadavi'ye karşı başarısız bir dine hakaret davasında da kullanıldı.

Hisba ayrıca, Müslüman çoğunluklu birçok ülkede internette pornografik içeriğin engellenmesi ve diğer inanç temelli sansür biçimlerinin gerekçesi olarak öne sürülmüştür.

Şeriata Destek ve Şeriat karşıtlığı

Destek

Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan, 39 ülkenin kentsel ve kırsal bölgelerinden rastgele seçilen 38.000 Müslümanla yapılan görüşmelere dayanan 2013 yılındaki bir ankete göre, Müslümanlar Afganistan (%99), Irak (%91), Nijer (%86), Malezya (%86), Pakistan (%84) Fas (%83), Bangladeş (%82), Mısır (%74), Endonezya (%72), Ürdün (%71), Uganda (%66), Etiyopya (%65), Mali (%63), Gana (%58) ve Tunus (%56) "Şeriat" veya "İslam hukukunun" ülke kanunu olmasını destekliyordu. Güney-Doğu Avrupa ve Orta Asya'nın Müslüman bölgelerinde, destek %50'den az: Rusya (%42), Kırgızistan (%35), Tacikistan (%27), Kosova (%20), Arnavutluk (%12), Türkiye (%12), Kazakistan (%10), Azerbaycan (%8). Bölgesel ortalama destek Güney Asya'da %84, Güneydoğu Asya'da %77, Orta Doğu/Kuzey Afrika'da %74, Sahra Altı Afrika'da %64, Güney Doğu Avrupa'da %18 ve Orta Asya'da %12 idi.

Bununla birlikte, Şeriat'ın uygulanmasını destekleyenlerin çoğu, aile ve mülkiyet anlaşmazlıklarında Şeriat'ın kullanılmasını tercih ederken, kırbaçlama ve el kesme gibi ağır cezaların uygulanmasını daha az destekledi.

Pew anketine göre, Şeriat'ın ülkenin kanunu olmasını destekleyen Müslümanların çoğu, şeriatın gayrimüslimlere uygulanması gerektiğine inanmıyor. Oran (Mısır'da %74).

Anket yapılan ülkelerde, katılımcıların Şeriat'ı "Tanrı'nın sözüne dayalı olarak insanlar tarafından geliştirilen bir yasa bütünü" yerine "Tanrı'nın vahyedilen sözü" olarak tanımlamaları daha olasıydı. Amaney Jamal yanıt verenler arasında "Şeriat" ve "İslam hukuku" kavramlarına ilişkin ortak bir anlayışın olmadığına işaret ediyor. Müslüman halkın Şeriat temelli yasaların katı bir şekilde uygulanması konusunda çok az deneyime sahip olduğu ülkelerde, bu kavramlar eşitlik, siyasi, sosyal ve cinsler arası adalet gibi kavramları çağrıştırıyordu.

2008 yılında, Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams, tüm tarafların anlaşmasına ve eşit hakların kadınlar için korunması konusunda katı şartlarla birlikte, evlilik ve boşanma konularında İslami ve Ortodoks Yahudi mahkemelerinin İngiliz hukuk sistemine entegre edilmesini önerdi.

Yılın ilerleyen zamanlarında , İngiltere ve Gallerin Lord Başyargıcı Nicholas Phillips, "şeriat ilkelerinin [...] arabuluculuk veya diğer alternatif uyuşmazlık çözüm biçimlerinin temeli olmaması için hiçbir neden olmadığını" belirtti.

Birleşik Krallık'ta 2008 yılında yapılan bir YouGov anketine göre, görüşülen Müslüman öğrencilerin %40'ı İngiliz Müslümanlara yönelik yasalara şeriatın eklenmesini destekliyordu. Emory Üniversitesi'nde alternatif uyuşmazlık çözümü ve Yahudi hukuku konusunda uzmanlaşmış hukuk profesörü Michael Broyde, şeriat mahkemelerinin Amerikan haham mahkemelerinin yaptığı gibi uygun kurumsal gereklilikleri benimsemeleri koşuluyla Amerikan dini tahkim sistemine entegre edilebileceğini savundu.

Şeriat karşıtlığı

Batı dünyasında Şeriat, İslam'ın "özel bir korku" (histeri) ya ilham veren bir yönü, ve "her zamankinden daha tartışmalı" bir kaynak olarak görüldü.

İnternette, karşıt kampanya yürüten ve şeriatı Selefi Müslümanlarınkine benzer katı yorumlarla tanımlayan "kendilerine özgü, düzinelerce karşı cihatçı" ortaya çıktı.

Ayrıca, Müslümanlar arasında şeriat yasası ve aşırılık ideolojisinin yayılması yanı sıra terör örgütlerine para bağışlayan bazı cemaatlere karşı duyulan korkunun ABD'deki ana akım Cumhuriyetçilere yayıldığı bildiriliyor.

Eski Meclis Başkanı Newt Gingrich, Şeriat yasalarının federal olarak yasaklanması çağrısında bulundu.

"Özgürlüğe karşı Şeriat" konusu, sağcı uzman Diana West tarafından "muhteşem bir medeniyet tartışması" olarak adlandırıldı. 2008'de İngiltere'de David Cameron "Birleşik Krallık'ta Şeriat yasasının herhangi bir şekilde genişletilmesine" karşı olduğunu açıkladı. Alman İçişleri Bakanı Thomas de Maizière Bild gazetesine veriği mülakatta "Alman topraklarında şeriat kanunlarına müsamaha gösterilemez" dedi.

Birleşik Krallık'ta Şeriat karşıtı protesto (2014)
Birleşik Krallık'ta Şeriat karşıtı protesto (2014)

Bazı ülkeler ve yargı bölgelerinde şeriat hukuku konusunda açık yasaklar vardır. Örneğin Kanada'da, şeriat kanunu, Ulusal Meclis'in 2005 oybirliğiyle aldığı kararla Quebec'te açıkça yasaklandı, bunun yanında Ontario eyaleti aile hukuku anlaşmazlıklarının yalnızca Ontario yasalarına göre tahkime gitmesine izin vermektedir.

ABD'de, Şeriat karşıtları, laik yasaları veya ABD anayasasını ihlal etmedikleri sürece yasal, ticari ve ailevi anlaşmazlıkları karara bağlamada mahkemelerde rutin olarak -geleneksel Yahudi ve Katolik yasalarının yanı sıra- kullanılan şeriatın değerlendirilmesini yasaklamaya çalıştılar.

Şeriat'ı 20 yıla kadar hapisle cezalandırılabilecek bir suç haline getiren federal bir yasaya destek toplayamayan Şeriat karşıtı eylemciler, eyalet yasama organlarına odaklandılar. Şeriat kullanımına karşı yasa tasarıları 34 eyalette sunuldu ve 2014'e kadar 11' eyaletde kabul edildi. Bu kanun tasarıları, genel olarak, yasal zorlukları önlemek için yabancı veya dini yasaların yasaklanmasına atıfta bulundular.

2010 Oklahoma Eyaletinde Şeriat yasasının kullanımını kalıcı olarak yasaklamayı amaçlayan 755 no'lu referandum, Onuncu Temyiz Mahkemesi kararıyla durduruldu. Gerekçe belirli bir dine tarafsız olarak odaklanmasının anayasaya aykırılığı idi ve bu yasa yürürlüğe girmedi.

Leiden Üniversitesi'nde Gelişmekte Olan Ülkeler Hukuk ve Yönetişim Profesörü Jan Michiel Otto'ya göre, antropolojik araştırmalar, "yerel topluluklardaki insanların norm ve uygulamalarının ne ölçüde kabile geleneği veya dine dayalı olduğunu açıkça ayırt etmediklerini" göstermektedir. Çatışmacı bir Şeriat görüşüne bağlı olanlar, üst düzey dini otoriteler aksini belirtmiş olsalar bile, pek çok istenmeyen uygulamayı örf ve kültüre değil, Şeriat' ve dine dine atfetme eğilimindedirler."

(Ayrıca bakınız:Ayaan Hirsi Ali)

Demokrasi ile uyum

Genel Müslüman görüşleri

John L. Esposito ve DeLong-Bas, çağdaş Müslümanlar arasında Şeriat ve demokrasiye yönelik öne çıkan dört tutumu özetler;

  • Arap Baharı ayaklanmalarına katılan birçok protestocunun örneklediği gibi, demokratik bir sistem içinde kamusal bir rol oynayabilecek olan, genellikle İslam ile uyumlu oldukları inancının eşlik ettiği demokratik fikirlerin savunulması;
  • Yusuf el-Karadavi gibi İslam alimlerinin örneklediği gibi, Batı demokrasisinin şeriatla bağdaşmadığı görülen bazı yönlerine yönelik dini veya ahlaki itirazlarla birlikte seçimler gibi demokratik prosedürlere destek;
  • Mutlak monarşinin ve radikal İslamcı hareketlerin destekçileri tarafından örneklenen, demokrasinin Batılı bir ithalat olarak reddedilmesi ve şura ve icma gibi geleneksel İslami kurumların savunulması;
  • Demokrasinin, dini özel hayatla sınırlamayı gerektirdiği inancı. Müslüman dünyasında bir azınlıktalar.

Gallup ve PEW tarafından Müslüman çoğunluklu ülkelerde yapılan anketlere göre Müslümanların çoğu, teokrasi ya da laik bir demokrasi değil, demokratik kurum ve değerlerin Şeriat'ın değer ve ilkeleriyle birlikte var olabileceği bir siyasi model arzu etmekte ve demokratik değerler ile dini ilkeler arasında bir çelişki görmemekteler.

İslami siyaset teorileri

Muslih ve Browers, İslami sosyo-politik örgütlenme teorileri geliştirmeye çalışan, önde gelen Müslüman düşünürler arasında demokrasi üzerine üç ana bakış açısı tanımlar:

  • Seyyid Kutub ve Ebul A'la Mevdudi tarafından geliştirilen reddiyeci İslami görüş. Batı demokrasisi ile İslami şûra doktrini arasında ayrım yaparak yabancı fikirlerin taklit edilmesini kınar. Şeriat'ın kapsamlı şekilde uygulanmasını vurgulayan bu bakış açısı, İslam devleti kurmaya çalışan çeşitli hareketler arasında 1970'ler ve 1980'lerde yaygınlaştı.
  • Ilımlı İslami görüş, maslaha, 'adl ve şura kavramlarını vurgular. İslami liderlerin, şura gibi kamu çıkarlarını üstün tutmaları durumunda adaleti korudukları kabul edilir. Bu görüşe göre şura, Batı demokrasisine benzer, ancak Batılı liberal değerlerden ziyade İslami değerleri yansıtan temsili hükümet kurumları için temel sağlar. Hasan el-Turabi, Raşid el-Gannuşi ve Yusuf el-Karadavi bu görüşün farklı biçimlerini savunmuşlardır.
  • Liberal İslami görüş, Muhammed Abduh'un dini anlamada aklın rolüne yaptığı vurgudan etkilenir. Çoğulculuk ve düşünce özgürlüğüne dayalı demokratik ilkeleri vurgular. Fehmi Huveydi ve Tarik El-Bişri gibi yazarlar, erken dönem İslami metinlerden yararlanarak İslami bir devlette gayrimüslimlerin tam vatandaşlığı için gerekçeler oluşturdular. Muhammed Arkun ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibi diğerleri, metinsel yorumlamaya literalist olmayan yaklaşımlar yoluyla çoğulculuğu ve özgürlüğü haklı çıkardılar. Abdülkerim Süruş, demokratik, hoşgörülü ve adil olan dini düşünceye dayalı bir "dini demokrasi"yi savundu. İslami liberaller, dini anlayışın ancak demokratik bir ortamda gelişebileceğini ve sürekli olarak yeniden incelenmesinin gerekliliğini tartışırlar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

1998'de Anayasa Mahkemesi, Türkiye'nin laik düzenini değiştireceği ve demokrasiyi baltalayacağına hükmederek, Şeriat temelli yasalar çıkarma niyetini açıklayan Refah Partisi'ni feshederek faaliyetlerini yasakladı. Refah'ın temyizi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, "şeriatın demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmadığına" karar verdi. Refah'ın Şeriat temelli "din temelli çoklu hukuk sistemleri" anlayışının, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye aykırı olduğuna hükmedildi. "Devletin bireysel hak ve özgürlüklerin garantörü rolünü ortadan kaldıracağı" ve "demokrasinin temel ilkelerinden biri olan kamu özgürlüklerinden yararlanma konusunda bireyler arasında ayrımcılık yapılmaması ilkesini ihlal edeceği" belirlendi. "

Maurits S. Berger, Mahkeme'nin "Şeriat"ın ne olduğu ve ne olmadığının tanımlamasını ihmal ettiğinden kararı "belirsiz" ve şaşırtıcı buldu. Kevin Boyle kararı ayrıca, İslam'ın aşırılıkçı ve ana akım yorumları arasında ayrım yapmamakla ve İslami doktrinlerin barışçıl bir şekilde savunulmasının Avrupa Sözleşmesinin özgürlük hükümlerince korunmadığını ima etmekle eleştirdi.

İnsan haklarıyla uyumluluk

Müslüman çoğunluklu birkaç ülke hükümeti, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni Batılı olmayan ülkelerin kültürel ve dini bağlamını dikkate almadığı gerekçesiyle eleştirdi. İran, BM meclisinde İHEB'nin Müslümanlar tarafından İslam hukukunu çiğnemeden uygulanamayacak, " Yahudi-Hristiyan geleneğinin laik bir anlayışı" olduğunu ilan etti.

Ulema ve İslamcı partiler, 'evrensel insan hakları' argümanlarını Müslümanlara gayrimüslim bir kültürün dayatılması, geleneksel kültürel uygulamalara ve İslam'a saygısızlık olarak görüyorlar. 1990'da, İslam İşbirliği Teşkilatı, İHEB'e yanıt vermek için Kahire'de bir araya geldi ve ardından İslam'da İnsan Hakları Kahire Bildirgesi'ni kabul etti.

Ann Elizabeth Mayer, Kahire Bildirgesi'ndeki eksikliklere işaret ediyor: demokratik ilkeler, din özgürlüğünün korunması, örgütlenme ve basın özgürlüğünün yanı sıra haklarda ve kanun önünde eşit koruma. Kahire Bildirgesi'nin 24. Maddesi, "Bu Bildiri'de belirtilen tüm hak ve özgürlüklerin İslam şeriatına tabi olduğunu" belirtir.

2009'da Free Inquiry dergisi bir başyazıda Kahire Bildirgesi'ne yönelik eleştiriyi özetledi: "Birleşmiş Milletler bünyesindeki İslam devletlerinden oluşan bir koalisyonun, dinin her türlü eleştirisini yasaklamak ve böylece İslam'ın sınırlı insan hakları görüşünü koruyacak bir koalisyon tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde yapılan değişikliklerden derin endişe duyuyoruz. İran İslam Cumhuriyeti, Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Bangladeş, Irak ve Afganistan'daki koşullar göz önüne alındığında, insan hakları gündemlerinin başında yasal eşitsizliği düzeltmenin gelmesini beklemeliyiz. kadınların, siyasi muhalefetin bastırılması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, etnik azınlıklara ve dini muhaliflere zulmedilmesi – kısacası, vatandaşlarını korkunç insan hakları ihlallerinden korumak. Bunun yerine İslam'ı koruma kaygısı içindedirler."

H. Patrick Glenn, Şeriat'ın bir topluluğun karşılıklı yükümlülükleri kavramı etrafında yapılandırıldığını ve bireysel insan haklarını, ortaya çıkan karşılıklı yükümlülükler kuralına göre potansiyel olarak yıkıcı ve gereksiz gördüğünü belirtiyor. Bireysel özgürlükten ziyade bu dini topluluğa öncelik veren İslami yasa, bireylerin (kadınlar, müslüman olmayanlar) biçimsel eşitsizliğini haklı çıkarır. Bassam Tibi, Şeriat çerçevesi ile insan haklarının uyumsuz olduğunu, Abd al-Hakeem Carney ise, şeriatın siyasetten ayırt edilememesinin şeriatın yanlış anlaşılmasına yol açtığını belirtir.

Doktrinler

Küfür

Klasik fıkıhta küfür, Allah'a, Muhammed'e veya İslam'da kutsal kabul edilen herhangi bir şeye küfretme, sorgulama veya rahatsız etme, İslam peygamberlerinden veya kutsal kitaplarından birini inkar, bir meleğe hakaret veya dini bir emri kabul etmeyi reddetmek biçimine atıfta bulunur.

Farklı mezheplerin hukukçuları, küfür için hapis veya para cezasından ölüm cezasına kadar farklı cezalar öngörmüştür. Bazı durumlarda şeriat, Müslüman olmayanların din değiştirip İslam'ın dindar bir takipçisi haline gelerek ölümden kaçmalarına izin verir. Modern Müslüman dünyasında, küfürle ilgili yasalar ülkeye göre değişir ve bazı ülkeler para cezası, hapis, kırbaç, asma veya kafa kesmeden oluşan cezalar öngörür.

Modern öncesi İslam toplumlarında küfür yasaları nadiren uygulanıyordu. Ancak modern çağda bazı devlet ve radikal gruplar, dini kimliklerini parlatmak, entelektüeller ve dini azınlıklar pahasına halk desteğini kazanmak için küfür suçlamalarını kullandılar.

İslam İşbirliği Teşkilatının temsilcileri "Sınırsız ve saygısız düşünce özgürlüğü nefret yaratır ve barışçıl diyalog ruhuna aykırıdır" diye Birleşmiş Milletler'e "dinlere hakareti" kınaması için dilekçe verdi. İslam'da İnsan Hakları Kahire Bildirgesi, ifade özgürlüğünü belirtilmemiş Şeriat kısıtlamalarına tabi tutar. Bildirge'nin 22(a) maddesi şöyle derː

"Herkes, şeriatın ilkelerine aykırı olmayacak şekilde fikrini özgürce ifade etme hakkına sahiptir." "Diğerleri ise, aksine, küfür yasalarının konuşma özgürlüğünü ihlal ettiğini düşünüyor, ifade özgürlüğünün hem Müslümanları hem de gayrimüslimleri güçlendirmek için gerekli olduğunu belirtiyor ve dini azınlıkların üyelerini, siyasi muhalifleri kovuştururken küfür yasalarının kötüye kullanılmasına işaret ediyor.

Faslı bir kadının İslam'dan ayrıldığı gerekçesiyle idam edilmesi - Alfred Dehodencqin tablosu
Faslı bir kadının (Sol Hachuel) İslam'dan ayrıldığı gerekçesiyle idam edilmesi ( irtidat ) Alfred Dehodencq'in tablosu

Pakistan'da, yaklaşık yarısı Ahmedi ve Hristiyan olan binden fazla insanı mahkum etmek için küfür yasaları kullanıldı. Hiçbiri yasal olarak idam edilmemişken, iki Pakistanlı politikacı, Şahbaz Batti ve Salman Taser, küfür yasalarını eleştirdikleri için öldürüldü. Pakistan'ın küfür yasaları, "dini bir kuruluşu rahatsız etmek, defin alanlarına izinsiz girmek, dini inançlara hakaret veya bir ibadet yeri veya nesnesini kasten yok etmek veya kirletmeyi suç" haline getiren sömürge dönemi mevzuatına dayanmaktadır. 1980 ve 1986 yılları arasında General Ziya-ül Hak'ın askeri hükümeti tarafından onları daha şiddetli hale getirmek üzere değiştirildiler; Yasaları "İslamlaştırmak" ve Ahmedi azınlığın Müslüman karakterini inkar etmek için hükümet tarafından bir dizi madde eklendi.

İrtidat

Klasik doktrine göre, İslam'dan çıkış mürtedin tövbe etmesine ve İslam'a dönmesine izin veren bir bekleme süresinden sonra ölüm cezası ile cezalandırılabilir bir suç ve günahtır. Wael Hallaq, "Temel noktası din, dini ilkeler ve din ahlakı olan bir kültürde, irtidat bir şekilde modern ulus-devletteki yüksek ihanetle eşdeğerdir" diye yazıyor.

İlk İslam hukukçuları, İslam'dan çıkış için standartları o kadar yüksek koydular ki, 11. yüzyıldan önce pratikte hiçbir irtidat kararı verilemedi. Sonraki hukukçular ise ölüm cezası uygulama çıtasını düşürdüler ve yargıçların irtidat yasasını kimi zaman yumuşak, kimi zaman da katı bir şekilde farklı şekillerde yorumlamalarına izin verdiler.

19. yüzyılın sonlarında, irtidat için sivil cezalar hala uygulanıyor olsa da, cezai uygulama kullanım dışı kaldı.

Abdürreşid Ömer'e göre, Suudi Arabistan ve Pakistan gibi muhafazakar toplumlarda İslam hukukçularının çoğu, irtidatı ölüm cezasını hak eden bir suç olarak görmeye devam ediyor. Liberal ve ilerici İslam alimleri ise irtidatın bir suç olarak görülmemesi gerektiğini savunmaktalar. Diğerleri, ölüm cezasının uygunsuz bir ceza olduğunu, "dinde zorlama yoktur" gibi Kuran ayetleriyle çeliştiğini, ve/veya erken İslam toplumunda firar veya ihanetin eşdeğeri, önlemek ve cezalandırmak için çıkarılan insan yapımı bir kural olduğunu, ve ancak irtidatın bir kamusal itaatsizlik ve kargaşa ( fitne ) mekanizması haline gelmesi halinde uygulanması gerektiğini ifade ettiler.

İslam'dan dönmeyi suç sayan ülkeler
2020 itibariyle İslam'dan dönmeyi suç sayan ülkeler. Bazı ülkeler, İslam'dan çıkışa ölüm veya hapis cezası uygular ya da gayrimüslimlerin kendi dinini yaymasını yasaklar.

Halid Ebu'l Fadl'a göre, ılımlı Müslümanlar dinden dönmenin ceza gerektirdiğine inanmazlar. Eleştirmenler İslam'da irtidat için ölüm cezası veya diğer cezaların evrensel insan haklarının ihlali ve bir inanç ve vicdan özgürlüğü meselesi olduğunu savunuyorlar.

2013 itibariyle Afganistan, Brunei, Moritanya, Katar, Suudi Arabistan, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen'de İslam'dan dönme büyük suç olarak tanımlanmakta ve yirmi üç ülke İslamdan dönmeyi kanunla cezalandırmaktadır.

Diğer ülkelerde, Şeriat mahkemeleri, mürtedin evliliğini geçersiz kılmak ve çocuk velayeti ve miras haklarını da kaldırmak üzere yetki kullanabilir.

1985-2006 yıllarında, dört kişi İslam'dan dönme nedeniyle yasal olarak idam edildi: "biri 1985'te Sudan'da, ikisi İran'da, 1989 ve 1998'de ve biri de 1992'de Suudi Arabistan'da." Modern devletler dinden dönmeyi nadiren kovuştururken, meselenin bazı Müslüman toplumlarda "derin bir kültürel yankısı" var ve İslamcılar bunu siyasi kazanç için kullanma eğilimindedir. 2008-2012 Pew Araştırma Merkezi anketinde, Müslümanlar arasında irtidat için ölüm cezasına verilen kamu desteği Afganistan'da %78'den Kazakistan'da %1'den azına kadar değişmekteydi ve ankete katılan 20 ülkenin 6'sında %50'nin üzerine çıktı.

LGBT hakları

Eşcinsel ilişki, klasik Şeriat'ta kafa kesme dahil, farklı cezalarla (mezhebe bağlı) cezalandırılması gereken yasa dışı bir eylemdir. İslam Ansiklopedisi'ne göre Modern öncesi İslam'da, eşcinsel eylemler için öngörülen cezalar, kısmen hudut cezaları için gerekli olan katı prosedürler (kanıtlanması için gerekli önşartlar) ve kısmen de eşcinsellere karşı hakim olan toplumsal hoşgörü nedeniyle "büyük ölçüde teorik" idi. Eşcinsel eylemler için tarihsel kovuşturma örnekleri nadirdir ve Şeriat kurallarına göre cezalandırılanlar daha da nadirdir.

Müslüman dünyasında eşcinselliğe yönelik kamu tutumu, Selefilik ve Vahhabilik gibi İslami köktendinci hareketlerin etkisi ile 19. yüzyıldan itibaren olumsuzlaştı. Günümüzde çoğunluğu Müslüman olan bir dizi ülke, eşcinsel eylemler için sömürge yönetimi döneminde öngörülen cezai yaptırımlar uygulamaktadır.

Son yıllarda, Müslüman dünyasında LGBT bireylere karşı önyargı, giderek muhafazakar tutumlar ve İslamcı hareketlerin yükselişi ile daha da şiddetlendi ve bunun sonucunda birçok ülkede Şeriat temelli cezalar uygulandı. Eşcinsel eylemler için ölüm cezası şu anda Brunei, İran, Moritanya, Nijerya'daki bazı kuzey eyaletleri, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Somali'nin bazı kısımları ve Yemen'de yasal bir cezadır ve bunların hepsinde Şeriat temelli ceza kanunları vardır. Afganistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yasalarının eşcinsel seks için ölüm cezası sağlayıp sağlamadığı daha önce hiç uygulanmadığı için belli değil. Rızaya dayalı eşcinsel eylemlerin suç sayılması ve özellikle ölüm cezasına çarptırılması uluslararası hak grupları tarafından kınandı. Anketlere göre, eşcinsellik için sosyal kabul düzeyi, ABD'deki Müslümanlar arasında %52'den, Müslüman çoğunlukta olan bazı ülkelerde %10'un altına kadar değişmektedir.

Terörizm

Bazı aşırılık yanlıları, Müslüman ve Müslüman olmayan birey ve hükümetlere karşı savaş ve terör eylemlerini haklı çıkarmak için kutsal yazılar ve Şeriat, özellikle cihat doktrinini kullandılar. Terörizm uzmanı Raşel Ehrenfeld, "Şeriatın finansmanı, beşinci nesil savaş olarak adlandırılabilecek şeyin cephaneliğinde yeni bir silahtır" diye yazdı.

Fıkıhta cihat, kâfirlere karşı silahlı mücadeleyi ifade eder. Klasik hukukçular, savaşa katılmayanlara zarar verme yasağı da dahil olmak üzere, cihatla ilgili kurallar dizisi geliştirdiler. Bernard Lewis'e göre, "klasik hukukçular, günümüzde terörizm dediğimiz şeye hiçbir zaman herhangi bir onay veya meşruiyet vermemişlerdi ve O'na göre terörist intihar bombacılığının "İslami teoloji, yasa ya da gelenek açısından hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır.

Modern çağda cihat hukuki değil, ideolojik ve politik bir kavramdır. Modernist İslam alimleri cihadı savunma ve askeri olmayan yönleriyle öne çıkardılar , radikal İslamcılar ise cihatla ilgili klasik teorinin ötesinde agresif yorumlar geliştirdiler.

El Kaide ideologları için, cihatta, Müslüman olmayan savaşçıları hedef almak ve Müslüman olmayan sivillerin toplu olarak öldürülmesi de dahil olmak üzere her yol meşrudur. Buna göre İslam, askeri ve sivil hedefler arasında ayrım yapmaz, Müslümanlar ve kanları meşru bir şekilde dökülebilen kafirler arasında ayrım yapar.

El Kaide ideologları, terör saldırılarını haklı çıkarmak için kendi şeriat yorumlarını kullandılar
El Kaide ideologları, terör saldırılarını haklı çıkarmak için kendi şeriat yorumlarını kullandılar

Yusuf el-Karadavi ve Süleyman El-Alwan gibi bazı modern ulema, İsrailli sivillerin yedek asker oldukları gerekçesiyle sivillere yönelik desteklediler. Hamid bin Abdallah al-Ali Çeçenistandaki intihar saldırılarını bir "fedakarlık" olarak meşrulaştırıldı. El-Karadavi'nin kendisi dahil birçok önde gelen İslam âlimi, genel anlamda terörizmi kınadı. Örneğin, Suud Baş Müftüsü Abdul-Aziz Alü eş-Şeyh, "masum insanları terörize etmenin [...] İslam tarafından hoş görülemeyecek bir adaletsizlik biçimi oluşturduğunu",Ezher Büyük İmamı ve Mısır eski Başmüftüsü Muhammed Tantavi, "masum insanlara saldırmak cesaret değil, aptallıktır der ve bunun kıyamet gününde cezalandırılacağını" ifade eder.

Kadın

Aile içi şiddet

Kuran'ın 4:34 ayeti aile içi şiddet açısından tartışmalara konu olmuştur. Ayet budur;

"Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. "

Musava (eşitlik), CEDAW, KAFA ve diğer kuruluşlar, Müslüman çoğunluklu ülkelerde aile içi istismar ve kadın hakları konularında iyileştirmeler için Şeriat'tan ilham alan yasaları değiştirmeyi önerdiler.

Modernistler kadın dövmenin Kuran'ın bakış açısıyla tutarlı olmadığına inanıyor.

Beyaz Kurdele Kampanyası, 2010 yılında İmamların ve Müslüman liderlerin kadınlara yönelik şiddeti sona erdirmek için başkalarıyla birlikte çalışmaya karar vermeleriyle başlatıldı. Dünyanın birçok yerinde aile içi şiddete karşı seslerini yükseltmek ve Müslüman cemaatleri aile içi istismarı ortadan kaldırmaya teşvik etmek için hutbe kampanyaları düzenlendi.

Belirli bir şeriat anlayışının yerleştirilmesi; İslamlaştırılan Zerdüşt efsaneleri üzerine eklenen tesettür hikayesi; Muhammed, Miraçta Burak ve Cebrail'le birlikte cehennemi ziyaret eder ve "utanmaz kadınların" saçlarını yabancılara gösterdikleri için ebediyen cezalandırıldıklarını görür.

Kişisel durum yasaları ve çocuk evliliği

Kişisel statü, kadınların evlilik, boşanma ve çocuk velayeti konularındaki haklarını belirler. 2011 tarihli bir UNICEF raporu, Şeriat yasasının insan hakları açısından kadınlara karşı ayrımcı olduğu sonucuna varıyor. Şeriat, çoğu İslam ülkesindeki kişisel statü yasalarının temelidir. Birçok ülkede, Şeriat temelli kişisel statü hukukuyla ilgili yasal işlemlerde, bir kadının mahkeme huzurunda verdiği ifade, bir erkeğin tanıklığının yarısı değerindedir.

1917 Osmanlı aile hukuku kodifikasyonu, Hanefi anlayışında erkekler için 12, kızlar için 9 olan asgari evlilik yaşını erkeklerde 18, kızlarda 17 olarak belirledi ve yeterlilik yaşının altındaki evliliğe ancak cinsel olgunluk kanıtının mahkemede kabul edilmesi halinde izin verilmesini onayladı.

Orta Doğu'da çoğu ülke, evlilik yeterlilik yaşı için Osmanlı örneğini kısmen takip etti ve yaşı erkekler için 15 veya 16'ya ve kızlar için 13-16'ya yükseltti. Bu yaşın altındaki evlilikler, bir hakimin ve yasal vasinin onayına tabidir.

Mısır, evlilik için erkeklerde 18, kızlarda 16 yaş sınırlarını belirledi. Suudi Arabistan'daki birçok üst düzey din adamı, bir kadının ergenlikte yetişkinliğe ulaştığını savunarak, evlilik için bir asgari yaş belirlenmesine karşı çıktı.

Tecavüz

İslam peygamberi Muhammed tecavüzcülerin recm ile cezalandırılmasını emrettiği için tecavüz Şeriat hukukunda ciddi bir suç olarak kabul edilir.

Tecavüz, 2011 itibariyle, Bahreyn, Irak, Ürdün, Libya, Fas, Suriye ve Tunus dahil olmak üzere bazı ülkelerdeki Şeriat temelli veya laik birçok Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde suçtu, ancak yasalar, bir tecavüzcünün kurbanıyla evlenmesi durumunda cezadan kurtulmasına izin veriyordu.

Libya, Umman, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde, suç duyurusunda bulunan tecavüz mağdurları, evlilik dışı cinsel ilişki ( zina ) suçlamasıyla yargılanma riskiyle karşı karşıya kaldılar. Mağdurlar tecavüzü kanıtlayamadıkları taktirde zina veya zina iftirası suçlaması ile karşılaşabilirlerdi.

Kadınların mülkiyet hakları

Şeriat, Müslüman kadınlara, Batı'daki kadınların "nispeten yakın zamanlara" kadar sahip olmadığı mülkiyet gibi belirli yasal haklar vermişti. 20. yüzyıldan başlayarak, Batı hukuk sistemleri kadın haklarını genişletti, ancak Müslüman dünyasında kadın hakları Kuran, hadisler ve İslam hukukçularının geleneksel yorumlarına bağlı kaldı. Şeriat, kadınlara diğer aile üyelerinden miras alma hakkı verir ve bu haklar Kuran'da ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Kadının miras hakkı erkek kardeşinin yarısıdır.

Kölelik

Şeriat, efendi-köle, özgür kadın-köle kadın, inanan-inanmayanlar arasında temel eşitsizlikleri ve eşitsiz hukuku tanır.

Şeriat, savaş esiri olarak ele geçirilen kadınlara atıfta bulunan abd (köle) ve ma malakat aymanukum ("sağ elinizin sahibi olan") ifadeleri ile kölelik kurumuna izin verdi.

İslam hukukuna göre, Müslüman erkekler kadın esirler ve kölelerle cinsel ilişkiye girebilir. Şeriat uyarınca köle kadınların mülk sahibi olma veya serbestçe hareket etme hakları yoktur.

İslam tarihinde Şeriat, Müslüman olmayan kadın ve erkekleri köleleştirmede dini bir temel sağladı, kölelerin azat edilmesine de izin verdi. Ancak azat, gayrimüslim kölenin önce İslam'a geçmesini gerektiriyordu.

Müslüman efendisine çocuk doğuran bir cariye ümm el-veled olur ve satılamaz, efendisinin ölümü üzerine kanunen hür olur, çocuk hür ve babasının meşru varisi sayılırdı.

Diğer hukuk sistemleriyle karşılaştırma

Yahudi hukuku

İslam hukuk geleneğinin Yahudi hukuk sistemi Halaha paralellikleri vardır. Hristiyanlığın aksine her iki dinde de vahyedilmiş hukuk, merkezi bir yere sahiptir. İslami ve Yahudi hukuk resmi metinsel vahiylerden (Kuran ve Tevrat ) ve daha az resmi, sözlü olarak aktarılan peygamberlik geleneklerinden (hadis ve mişna türetilir. Bazı alimlere göre, şeriat ve halaha kelimelerinin her ikisi de kelimenin tam anlamıyla "izlenecek yol" anlamına gelir.

Fıkıh literatürü, Talmud'da geliştirilen haham hukuku ile paralellik gösterir ve fetvalar rabbinik responsa'ya benzer.

Bununla birlikte, klasik Sünni hukuk teorisinde kıyas, bireysel aklı bir hukuk kaynağı olarak yetkilendirme konusunda Talmud hukukundan daha müsamahlı, diğer akıl yürütme biçimlerini dışlamada ise daha kısıtlayıcıdır.

Batı hukuk sistemleri

Erken İslam hukuku, İngiliz örf ve adet hukukunda benzer kavramların gelişmesine yol açttı. İngiliz Kraliyet sözleşmesi ile İslam Akd , İngiliz roman disseisin ile İslami İstihkak ve İngiliz jüri ile klasik Maliki fıkhında Lafif arasında benzerlikler vardır. Mahkeme Hanları olarak bilinen hukuk okulları da medreselere paraleldir. Hukuki emsal ve kıyas yoluyla akıl yürütme, İngiliz güven ve acente kurumlarının Vakıf kurumlarına benzerlikleri de dikkat çekmiştir.

İslam hukukunun Batı hukuk sistemleriyle başka paralellikleri de vardır. Örneğin, uluslararası deniz hukuku üzerine İslam hukuk teorisinde, Roma etkisi farkedilebilir.

George Makdisi, medrese tasdik sisteminin, modern üniversite sistemini doğuran Batı'daki skolastik yasal sisteme paralel olduğunu savundu. Fakih (" hukuk üstadı "), müftü (" hukuki görüşler profesörü") ve müderris statüleri ortaçağ Latincesinde kullanılan magister, profesör ve doktor terimleriyle eşdeğer ifadelerdi. Makdisi, ortaçağ Avrupa doktora derecesi olan licentia docendi'nin de kelimesi kelimesine ijazat al-tadris wa-l-ifta' derecesine göre modellendiğini öne sürdü.

Ayrıca bu sistemlerin temel özgürlükleri paylaştığını savundu: bir profesörün kişisel görüşünü açıklama ve bir öğrencinin öğrendikleri hakkında yargıda bulunma özgürlüğü bulunmaktaydı.

İslam ve Batı hukuk sistemleri arasında farklılıklar vardır.

Örneğin, klasik Şeriat yalnızca gerçek kişileri tanır, yani yönetici, hissedar ve çalışanlarının yükümlülüklerini sınırlayan, kurucularının yaşamlarının ötesinde var olmaya devam eden, mal varlığına sahip olabilen, sözleşmeler imzalayabilen ve mahkemelerde temsil edilebilen bir şirket veya tüzel kişilik kavramını geliştirmemiştir;

Faiz yasakları, kayıt tutma ve modern muhasebeye geçişi geciktirecek ikincil maliyetler getirdi. Timur Kuran'a göre bu tür faktörler Ortadoğu'daki ekonomik gelişmeyi geciktirmede de önemli bir rol oynamıştır. Ziyaüddin Serdar adil servet dağılımının teşvik edilmesi ve tekelci sermayenin bastırılmasının, İslam'ın eşitlik ve adaleti vurgulayan mesajının bir parçası olduğunu öne sürüyor.

Ayrıca bakınız

  • Din
  • İslam Sözlüğü
  • İslam Hukukçularının Velayeti
  • İmam Nevevî'nin, Şafii okulunun kurucusunun kırk hadisten oluşan kısa bir derlemesi olan Kırk Hadis, her biri şeriatın bir esasını göstermek için kullanılırdı.
  • İslami tavsiye literatürü
  • İslam cumhuriyeti
  • İslami Şeriat Konseyi, Birleşik Krallık'ta yasal yetkisi olmayan bir mahkeme.
  • Ma'ruf
  • İslam hukukunun kaynakları
  • Halaha
  • Teonomi

Notlar

Not1: Bu ayrım Nisa suresi 92'ye göre iki Müslüman arasında cereyan eden öldürme olayı için olasıdır.

TDK sözlük anlamı ve açıklaması nedir?

isim, din bilgisi, (şeri:at), Arapça şerīʿat

Kur'an'daki ayetlere, Hz. Muhammed'in sözlerine dayanan İslam kanunu, İslam hukuku.

Tarih Terimleri Sözlüğü - 1974

Müslümanlıkta dinsel yasa ve kurallar.

Kelime Kökeni

Arapça şrˁ kökünden gelen şarīˁat شريعة  "din, yasa, özellikle İslam hukuku" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şarˁ شرع  sözcüğünün sıfat dişil (müennes, feminine) halidir.

Tarihte En Eski Kaynak

[ (1300 yılından önce) ]

Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve şeriat kelimesinin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski