kadının beyanı esastır

 

kadının beyanı esastır

"Kadının beyanı esastır", cinsel suç ve cinsel şiddet vakalarında delil yetersizliği durumunda kadının ve çocuğun beyanının esas olduğunun kabul edilerek soruşturmanın başlatılması ve ifadenin delil olarak kabul edilmesine dair ilkedir. İlke bazı Yargıtay kararlarınca sabitken durum hala tartışmalıdır ve çelişki yaratan dava örnekleri de bulunmaktadır. İlk olarak cinsel suçların yargılamasında ortaya çıkan ilkenin bütün şiddet olaylarında geçerli olması yönünde savunular bulunmaktadır.

{tocify} $title={İçindekiler}

Arka plan

GREVIO ve birçok gölge rapora göre Türkiye'deki cinsel suç, şiddet ve kadın cinayeti vakalarında mağdurlar travmatik duruma sebebiyet veren failleri ifşa etmek için uygun bir toplumsal ve yargısal güvence bulamamaktadır. 3 Temmuz 2017'de yayımlanan GREVIO raporunda kadına yönelik şiddette cinsiyetçi önyargılar ve mağduru suçlamalarının yargılamalarda indirime yol açtığı endişesi dile getirildi. Şiddet olaylarının yetkili makamlara bildirilmesindeki oranın azlığında mağdurların ekonomik bağımsızlığının olmayışı, hukuksal metinlerde okuryazarlığın azlığı, iddia ve yargılama makamlarına olan güvensizliğin etkisine dikkat çekildi. Özellikle tecavüz ve cinsel şiddet vakalarının “mağdurlar tarafından neredeyse hiçbir zaman bildirilemediğine” dikkat çekildi.

Kapsam ve uygulanış

Yargılamalarda kadın mağdurların beyanları, günlük yaşamın akışına uygun, tutarlı ve istikrarlı, faille yaşanan menfi durumdan kaynaklanmayan, travmatik olay sonrasında yakın çevre ve tanıklarla paylaşılmış, hekim raporları ile belgelenmiş ve fail bunları çürütemedi ise hüküm esastır. Bu durumun masumiyet karinesine uygun olup olmadığına dair tartışmalar sürmekteyken adli süreçlerde suç sabit hale gelene kadar failden soruşturma süresince şüpheli, kovuşturma aşamasında ise sanık olarak bahsedilmekte, suçluluk kararından sonrasında ise "hükümlü" denmektedir. İlkenin etkin olarak işler hale gelmesinde vaka sonrasında durumun hemen yetkili makamlarla paylaşılmasının gerektiği, mağdurların menfi olayları paylaşmada cesaretlendirilmesi birçok avukat ve eski hakim tarafından önerilmektedir.

Cinsel suçların ispatında delil ve tanık göstermenin zorluğuna binaen bu olayların gerçekleştiği ortam ve durumların da dikkate alınmasını takiben birçok davada kadının beyanı esas görülerek fail için suçun sabitliği ve ceza uygun görülmüştür. 2004 yılında bir davada mağdur bir kadın avukatın beyanı "Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekar genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hakim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırı bir olgudur." gerekçesiyle esas kabul edilerek fail suçlu bulunmuş ve bu durum ve gerekçe Yargıtay tarafından uygun bulunmuştur. Bu gerekçede, kadınların bu suçları toplumsal normlar nedeniyle ifşa etmelerinin zorluğuna dikkat çekilmiş, bu durumun kendi öz hayatlarına da zarar vereceği varsayımından hareket edilerek, kadının böyle bir şeyi göze almasının hayatın olağan akışına uygun olamayacağından hareketle beyanı esas kabul edilmiştir. Bu örnek sonrasında yargı birçok benzer davada aynı şekilde hareket etmiştir.

İlkenin uygulanışında yargısal yorum farklılıkları belirgindir. Türkiye'de yargı, davalarda sanık ve mağdurun sosyal statülerine, ikili arasında ilişkinin biçimine ve aralarında husumet olup olmadığına, tarafların geçmişlerine bakarak her davayı kendi özel durumlarına göre incelemektedir. Bu sebeple her davada bu ilke uygulanmamakta, yargılama sürecinin özelliklerine göre hareket edilmektedir. Yargısal yorum farklılıklarıyla yargının kadınların yaşam biçimlerine bakarak toplumsal cinsiyet rolleri ekseninde değerlendirmeye ağırlık vermesi ise eleştiri konusudur.

Hukuki kapsamı

Ceza yargılamasında, bazen bazı suçlarla ilgili bulunan tek delil, suçun mağdurunun beyanları olabilmektedir. Bu nedenle yargılama sırasında beyan edilen delillerinin, ispat açısından ayrı bir değere sahip olduğu düşünülmektedir. Yine de bu beyanlarda bulunan kişilerin isteyerek ya da istemeyerek yanlış beyanda bulunmaları ihtimali de gözetilmektedir. Bu beyanlara istinaden verilen mahkeme kararları, yüksek mahkemelerce başka delil bulunmaması nedeniyle bozulabilmektedir. Bu nedenlerle beyanların delil niteliği tespit edilirken birtakım kriterler göz önüne alınmaktadır. Yargıtay ve öğretiye göre; mağdurun ruh sağlığı, yaşı, kişiliği, beyanlarının çelişkili olup olmadığı, fail ile ilişkisi, ahlaki durumu ve güvenilirliği, sanığın savunmaları ile çelişip çelişmediği, mağdurun beyanları değerlendirilirken göz önüne alınması gerekmektedir. Tek delilin mağdurun beyanı olduğu suçlarda, mahkemenin hangi sebeplerle mağdurun beyanını sanığın beyanlarından üstün tuttuğunu somut ve inandırıcı gerekçelerle, denetime elverişli şekilde ortaya koyması gerekmektedir.

Yargıtay 14. Ceza Dairesi, önüne gelen bir olayda, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve silahla tehdit suçlarıyla yargılanan bir sanığın, yerel mahkemece beraat ettirilmesine karşılık, olayın mağduru müştekinin yargılama aşamasındaki samimi ve istikrarlı anlatımlarını mahkeme kararının bozulması için bir gerekçe olarak saymıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, önüne gelen bir olayda, tecavüz suçunun mağduru olan bir kadının, özünde değişmeyen ve birbirini destekleyen beyanlarının tamamının doğru kabul edilmesi gerektiğinden bahisle bu beyanlara itibar edilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Yargıtay'ın çeşitli dairelerince benzer olaylarda da bu yönde kararlar verilmektedir.

Kaynakça

  • wikipedia


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski