biyoloji ve cinsel yönelim

 

biyoloji ve cinsel yönelim

Biyoloji ve cinsel yönelim (İngilizce: biology and sexual orientation), biyolojinin insan cinsel yöneliminin gelişimindeki rolünü inceleyen araştırma konusudur. Cinsel yönelimin kökeni olarak kesin bir şekilde tek bir ana sebep veya kaynak bulunamamıştır. Çeşitli araştırmaların sonuçları farklı hatta çelişen noktalara işaret etmektedir. Bilim insanları cinsel yönelimin genetik, hormonal, ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğu üstüne hipotez kurmuştur. Cinsel yönelimin nedenlerini açıklama konusunda biyolojik teoriler daha çok benimsenmiştir ve biyolojik faktörler, genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimini içerebilir. Heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel veya aseksüel yönelimin gelişimiyle bağlantılı olabilen bu faktörler genleri, doğum öncesi hormonları ve beyin yapısını kapsamaktadır.

{tocify} $title={İçindekiler}

Deneysel araştırmalar

İkiz çalışmaları

Cinsel yönelimin belirlenmesinde genetik ve çevrenin önemini kıyaslamak amacıyla birkaç ikiz çalışması yapılmıştır. 1991’de yapılan bir araştırmada Bailey ve Pillard, tek yumurta erkek ikizlerinde %52 oranında, çift yumurta erkek ikizlerinde ise %22 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. 2000’de Bailey, Dunne ve Martin 4,901 avustralyalı ikiz üzerinde yaptığı araştırmada benzer sonuçlar bulmuştur. Tek yumurta erkek ikizlerinde %20 oranında uyum bulurlarken tek yumurta kız ikizlerinde yüzde %24 oranında uyum bulmuşlardır. Hershberger (2001) araştırmasında ikizler üstünde yapılmış 8 araştırmanın sonuçlarını birbiriyle karşılaştırmıştır. 8 araştırmanın 6’sında tek yumurta ikizlerinde, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek oranda uyum olduğu görünmüştür. Bu bulgular genetik faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisinin önemli olduğunu destekler.

Bearman ve Brückner (2002) önceki araştırmaları az sayıda denek içermesi ve deneklerin popülasyonu temsil etmemesinden dolayı eleştirmiştir. Bearman ve Brückner, 289 tek yumurta ikizi ve 495 çift yumurta ikizi üstünde yaptığı araştırmada tek yumurta erkek ikizlerinde sadece %7.7, tek yumurta kız ikizlerinde ise sadece %5.3 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. Bulgular neticesinde sosyal çevreden bağımsız bir genetik etkiden söz edilemeyeceği öne sürülmüştür.

2010’da İsveç’te 7,600’den fazla ikiz üstünde yapılan bir araştırmada eşcinsel davranış hem genetik faktörlerle hem de kişiye özgü çevresel faktörlerle (örneğin doğum öncesi ortam, hastalık ve travma, akran grupları ve cinsel deneyimler) açıklanabileceğini bulmuştur. Araştırma aynı zamanda ailesel çevre, toplumun tutumu gibi paylaşılmış çevresel faktörlerinde zayıf ama yine de kayda değer derecede etki ettiğini bulmuştur. Kadınların cinsel yöneliminde genetik faktörlerin az derecede etki ettiği, erkeklerin cinsel yöneliminde ise paylaşılmış çevresel faktörlerin hiç etki etmediği görünmüştür. Biyometrik modelin bulgularına göre erkeklerin cinsel yöneliminde genetik faktörler %34-39, paylaşılmış çevresel faktörler %0, kişiye özgü çevresel faktörler %61-66 oranında etki etmektedir. Kadınların cinsel yöneliminde ise genetik faktörler %18-19, paylaşılmış çevresel faktörler %16-17, kişiye özgü çevresel faktörler %64-66 oranında etki etmektedir.

Eleştiriler

Araştırmaya katılımda her ikisi de eşcinsel olan ikizlerin muhtemelen daha çok gönüllü olması yüzünden ikiz çalışmaları birçok eleştiri almıştır. Buna rağmen birçok tek yumurta ikizinin cinsel yönelimlerinde farklılıklar görülmesi yüzünden cinsel yönelimin tamamen genetik olamayacağı sonucuna ulaşmak mümkündür. Başka bir konu ise son yapılan bir araştırmada tek yumurta ikizlerinde bile eşcinsellik bakımından uyumsuzluğu açıklayan bir mekanizma olabileceğidir. Gringas ve Chen (2001) tek yumurta ikizlerinde farklılıklara yol açan ve en çok kroniste ve amniotik olmakla ilgili birkaç mekanizma tanımlamıştır. Çift yumurta ikizleri farklı hormonal ortama sahiptir ve ayrı plazentalardan kan alırlar. Tek yumurta ikizleri aynı hormonal ortamı paylaşırlar ama “ikizden ikize transfüzyon sendromu” (kanın bir bebekten diğerine, yavaş ancak sürekli akışı) yaşayabilirler. Bir ikizin daha az diğerinin daha çok testosteron hormonuna maruz kalması beyinlerinin farklı seviyelerde maskülenleşmesine yol açabilir.

Kromozom bağlantısı çalışmaları

Cinsel yönelim üzerine yapılan kromozom bağlantısı çalışmaları genom boyunca birçok tetikleyici genetik faktörlerin varlığını göstermektedir. 1993’te Dean Hamer ve meslektaşları 76 gay kardeş ve ailelerinin bağlantı analiziyle ilgili bulgular yayınlamıştır. Hamer ve meslektaşları eşcinsel erkeklerin anne tarafında, baba tarafına göre daha çok gay kuzen ve gay dayıya sahip olduklarını bulmuştur. Bu annesel soyu gösteren gay kardeşler, x kromozomundaki 22 işaretleyici gen kullanılarak X kromozomu bağlantısı test edilmiştir. Başka bir araştırmada test edilen 40 kardeş çiftin 33’ünde Xq28’in uzak bölgesinde benzer aleller bulmuştur. Bu erkek kardeşler için beklenen oran olan %50’den önemli ölçüde daha yüksektir. Bu medyada birçok insan tarafından “gey geni” olarak adlandırılmış, önemli tartışmalara yol açmıştır. 1998’de Sanders ve meslektaşları benzer bir çalışma yapmış gay kardeşlerin baba tarafındaki amcaların %6’sının, anne tarafındaki dayılarınınsa yüzde %13’ünün eşcinsel olduğunu bulmuştur.

Hu ve meslektaşları tarafından yapılan bir sonraki analiz önceki bulguların doğruluğunu arttırmıştır. Bu araştırma gay kardeşlerin (yeni grup) %67’sinin Xq28’de, X kromozomunda bir işaretleyici gen paylaştıklarını ortaya çıkarmıştır. Başka iki araştırmada (Bailey ve meslektaşları, 1999; McKnight ve Malcolm, 2000) eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki gay akrabaların fazlalığı bulunamamıştır. 1999’da Rice ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışmada Xq28 bağlantısı bulunamamıştır. Bütün kromozom bağlantısıyla ilgili dataların meta-analizi Xq28’le ilgili önemli bir bağlantı olduğunu göstermektedir ama aynı zamanda cinsel yönelimin tamamen genetik olduğunu açıklayabilmek için ek olarak başka genlerinde var olmak zorunda olduğunu göstermektedir. 894 heteroseksüel ve 694 eşcinsel erkek üstünde yapılan son bir araştırmada kromozom bağlantısı bulunamamıştır.

Mustantski (2005) kişilerin kendi ve yeni deneklere ek olarak daha önce Hamer (1993) ve Hu (1995) tarafından rapor edilen ailelerin sadece X kromozomunun scan edilmesi yerine bütün genomunu scan etmiştir. Araştırma, Hamer’in bulgularınınkine göre bir parça daha indirgenmiş Xq28 bağlantısı bulmuş, 7q36, 8p12 ve 10p26’dan başka önemli işaretleyici bulamamıştır. İlginç bir şekilde bulgular 10q26’in annesel soydan geldiğine dair önemli bir işaret göstermektedir. Bu önceki aile çalışmalarını desteklemektedir.

2010’da Kore Gelişmiş Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’ndeki bir grup, bir dişi farenin üreme davranışıyla ilgili tek bir genini ortadan kaldırarak cinsel tercihini değiştirmeyi başarmıştır. Dişi fare gen olmayınca diğer dişi farelerin idrarına karşı maskülen bir cinsel davranış ve cinsel eğilim göstermiştir. Bu geni koruyan dişi farelerse erkek farelere cinsel ilgi duymuştur.

2014'te Amerika’da Northwestern Üniversitesi’nde Michael Bailey tarafından yapılan bir araştırmada, genetik faktörlerin erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği ama tamamen de belirleyici olmadığını göstermiştir. 408 eşcinsel erkek kardeş çifti ve aileleri üstünde yapılan araştırmada eşcinsel erkeklerin X kromozomunun Xq28 bölgesinde benzer DNA işaretleri taşıdığı ve bu bölgedeki iki kromozomun erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği bulunmuştur. Bu 1993’te yapılan Dean Hamer’ın araştırmasını desteklemektedir. Ayrıca Kromozom 8 adlı bir bölgenin de erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği görünmüştür. Araştırmanın bulgularına göre genetik faktörler erkek eşcinselliğinde yüzde 30-40 oranında rol oynarken gerisinden çevresel faktörler sorumlu. Ama Michael Bailey çevresel faktörlerin illaki sosyal olarak sonradan kazanılan anlamı taşımadığı, doğumumuzda DNA’mızda olmayan her şeyin çevresel faktörler olarak kabul edildiğini söylemiştir.

Epigenetik çalışmalar

X kromozomu inaktivasyonu

Bir araştırma annenin genetik yapısıyla oğullarının eşcinselliği arasında bir bağlantı bulmuştur. Kadınlar iki X kromozomuna sahiptir ve biri inaktive edilir. Bocklandt ve meslektaşları, eşcinsel oğullara sahip annelerin X kromozomu inaktivasyonlarının, eşcinsel erkek çocuğa sahip olmayan annelere göre önemli derecede daha yüksek oranda asimetri gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel bir erkek çocuğa sahip olmayan annelerin %4’ü X kromozomu inaktivasyonlarında asimetri gösterirken bu oran bir eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %13, iki ya da daha fazla eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %23’tür.

Epi-işaretleyiciler

    Ana makale: Eşcinsellikle ilgili epigenetik teoriler

Gebelik ve doğum sonrası boyunca epi-işaretleyicilerin genlerin ifade edilmesi üstündeki kontrolü geçici olarak değişmektedir. Epi-işaretleyiciler histon proteinlerinin ve DNA histonlarına bağlanan metil ve asetil gruplarının modifikasyonudur. Proteinlerin fonksiyonunu değiştirir, genlerin ifade edilmesini etkiler. Epi-işaretleyiciler fetüsün normal bir cinsel gelişme yaşamasına yardım etmek için tasarlanmıştır ama mitoz bölünme sırasında çocuğa geçebilir. Bu epi-işaretleyiciler babadan kıza ya da anneden oğula geçtiğinde erkeklerdeki bazı özelliklerin feminenleşmesi ve kadınlardaki bazı özelliklerin maksülenleşmesi gibi ters etkilere neden olabilir. Feminenleşme ve maskülenleşmenin tersine dönmesi cinsel yönelimin de tersine dönmesine neden olabilir.

Doğum sırası

    Ana makale: Doğum sırası ve erkeklerin cinsel yönelimi

Blanchard ve Klassen (1997), her büyük erkek kardeşin bir erkeğin eşcinsel olma ihtimalini bir önceki erkek kardeşinkinin yaklaşık yüzde 33’ü kadar arttırdığını rapor etmiştir. Bu oran, cinsel yönelimle ilgili yapılmış araştırmalarda tanımlanmış en güvenilir epidemiyolojik değişkenlerden biridir. Bu bulgular sonucunda erkek fetüslerin, her erkek çocuk doğurdukça güçlenen annesel bağışıklık sistemini tetiklediği öne sürülmüştür. Bu anne immün hipotezi, erkek fetüsteki hücrelerin hamilelik ya da doğum sırasında annenin dolaşımına girmesiyle başlar. Erkek fetüsler, omurgalıların seksüel olarak farklılaşmasında rol oynadığı neredeyse kesin olarak bilinen HY antijenlerini üretir. Bu Y bağlantılı proteinler annenin bağışıklık sistemi tarafından tanınmaz çünkü annenin cinsiyeti dişidir. Bu tanınmamazlık yüzünden anne plazental duvardan fetal bölüme kadar ulaşan antikorlar üretir. Bu anti-erkek antikorlar gelişen fetal beynin kan/beyin duvarını aşar ve beynin cinsel yönelimle bağlantılı, cinsiyete göre dimorfik yapılarını değiştirir. HY antijenlerinin beynin maskülenleşmesindeki kabiliyetini azaltan HY antikorları, erkek bebeğin büyüdüğünde kadınlardan çok erkeklere ilgi duyma ihtimalini arttırır. Ama bu teori, bu semptomların eşcinselliğin yaygınlığına kıyasla nadir görülmesinden dolayı eleştirilmiştir.

Kadınların doğurganlığı

2004’te italyan araştırmacılar, 98 eşcinsel erkek ve 100 heteroseksüel erkeğin akrabalarını incelemiştir. Eşcinsel erkeklerin kadın akrabaları, heteroseksüel erkeklerinkine göre daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu bulunmuştur. Ayrıca eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki kadın akrabaları, baba tarafındaki kadın akrabalarına göre de daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu gözlenmiştir. Araştırmacılar X kromozomundaki nesilden nesile geçen bir genetik materyalin, kız çocuklarda doğurganlığa, erkek çocuklarda ise eşcinselliğe neden olduğu sonucuna varmıştır.

Feromon çalışması

Erkek terindeki testosterondan elde edilen androstadienin (AND) ve hamile kadınların idrarında bulunan östrojene benzeyen estratetraenolinin (EST) insanlardaki feromon olduğu düşünülmektedir. AND ve EST’in kişinin cinsel yönelimine bağlı olarak ön hipotalamustaki nöral devreleri aktivite ettiği gözlenmiştir. Ön hipotalamus üreme fonksiyonların sürecinde rol oynamaktadır ve son kanıtlar ön hipotalamsun cinsel davranış ve cinsel tercihte rol oynayan hormonal ve duyumsal ipuçlarını birleştirmede yardım ettiğini öne sürmektedir.

Son fonksiyonel nörolojik görüntüleme deneylerinde AND’ın heteroseksüel erkeklerin beyninin olfactory bölgesini (koklama duyusuna ait bölge), eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınsa hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. EST’inse eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların olfactory bölgesini, heteroseksüel erkeklerinse hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. Eşcinsel kadınların beyinlerinin verdiği tepkilerinse heteroseksüel kadınlardan farklı olup heteroseksüel erkeklerinkine bir parça benzediği ama bu benzerliğin heteroseksüel kadınlar ve eşcinsel erkekler arasındaki benzerlik kadar güçlü olmadığı gözlenmiştir.

Beyin yapısıyla ilgili araştırmalar

Beynin birkaç bölümünün seksüel olarak dimorfik olduğu, kadın ve erkeklerde farklı olduğu rapor edilmiştir. Beyin yapısındaki bu farklılıkların cinsel yönelimle de bağlantılı olduğu rapor edilmiştir. 1990’da Dick Swaab ve Hofman, heteroseksüel ve eşcinsel erkeklerde suprakiazmatik çekirdeğin büyüklüğünün farklı olduğunu rapor etmiştir. 1992’de ise Allen ve Gorski ön komissurun büyüklüğünün cinsel yönelimle bağlantılı olduğunu bulmuştur.

Ön hipotalamustaki seksüel dimorfik çekirdek

Simon LeVay, hipotalamustaki INAH1, INAH2, INAH3 ve INAH4 adı verilen 4 nöron grubunu incelemiştir. Beynin bu bölümünü önemlidir çünkü bu bölümün hayvanların cinsel davranışlarının düzenlenmesinde rol oynadığı kanıtlanmış ve INAH2 ve INAH3’ün erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterdiği rapor edilmiştir.

Simon LeVay 41 ölmüş hastanın beynini incelemiştir. Bu denekler 3 gruba ayrılmıştır. İlk grup AIDS yüzünden ölen 19 eşcinsel erkekten, ikinci grup cinsel yönelimleri bilinmeyen ama araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 6’sı AIDS’ten ölen 16 erkekten, üçüncü grupsa araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 1’i AIDS’ten ölen 6 kadından oluşmaktaydı.

Heteroseksüel olarak varsayılan HIV pozitif erkeklerin tıbbi kayıtlarında hem damar yoluyla yoluyla uyuşturucu verdiği hem de kan nakli aldığı ortaya çıkmıştı. Heteroseksüel olarak varsayılan 2 erkek eşcinsel birliktelik yaşadığını özellikle inkar etmişti. Geriye kalan deneklerin kayıtlarında cinsel yönelimleriyle ilgili hiçbir bilgi yoktu. Geriye kalan denekler, popülasyonda heteroseksüel erkeklerin eşcinsel erkeklere göre çoğunlukta olması sebebiyle heteroseksüel varsayıldılar.

LeVay, grupların INAH1, INAH2 ve INAH4’ün büyüklüğünde bir farklılık bulamadı ama heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün büyüklüğünün, eşcinsel erkekler ve heteroseksüel kadınlardakinin iki katı kadar büyük olduğunu buldu.

William Bayne ve meslektaşları aynı araştırmayı 14 HIV pozitif eşcinsel erkek, heteroseksüel varsayılan 34 erkek (10 HIV pozitif) ve heteroseksüel varsayılan 34 kadın (9 HIV pozitif) üstünde tekrar yaptı. Araştırmacılar INAH3’ün büyüklüğünün heteroseksüel erkek ve kadınlarda önemli derecede farklılık gösterdiğini buldu. Eşcinsel erkeklerinki görünüşte heteroseksüel erkeklerinkinden küçük, heteroseksüel kadınlarınkinden büyüktü. Ama bu farklılık tam olarak istatistiksel bir öneme sahip değildi.

Byne ve meslektaşları aynı zamanda INAH3’ün ağırlığını ve nöronlarının sayılarını da ölçtü. INAH3’ün ağırlığının sonuçları büyüklüğününkilerine benzer çıktı. Heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün ağırlığı, heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha yüksek çıkarken, eşcinsel erkeklerin sonuçları, heteroseksüel erkek ve kadınların arasında çıktı. Ama farklılık önemli derecede değildi. INAH3’teki nöron sayılarında kadın ve erkekler arasında farklılık bulunurken cinsel yönelimle bağlantılı bir farklılık bulunmadı.

2010’da yapılan bir çalışmada Garcia-Falgueras ve Swaab “rahim için dönemde fetal beyin, testosteronun gelişen sinir hücrelerine direkt etki etmesiyle erkeksel yönde ya da bu hormonal dalgalanmanın yokluğuyla kadınsal yönde gelişir. Böylece cinsiyet kimliğimiz (kadın ya da erkek cinsiyetine ait olduğumuza inanma) ve cinsel yönelimimiz biz henüz rahimdeyken programlanır ya da organize edilir. Doğumdan sonraki sosyal çevrenin cinsiyet kimliğine ya da cinsel yönelime etki ettiğine dair bulgu yoktur.” demiştir.

Koyunların beyin yapısı

Evcil koçlar, eşcinselliğin temelindeki nöral mekanizmaların erken programlamasını araştırmak için kullanılan deneysel örneklerdir. Evcil koçların çoğunluğu dişi koyunlara ilgi duyarken (dişilere yönelmiş), yaklaşık yüzde 8’i diğer koçlara ilgi duymaktadır (erkeklere yönelmiş). Birçok türde seksüel farklılaşmanın belirgin bir özelliği preoptik hipotalamustaki seksüel dimorfik çekirdeğin (SDN) varlığıdır. SDN, erkeklerde dişilere göre daha büyüktür.

Roselli ve meslektaşları koyunların SDN’sini (kSDN) incelemiş, erkeklere yönelmiş koçların kSDN’sinin, dişilere yönelmiş koçlara göre daha küçük, dişi koyunlarınkine ise benzer olduğunu bulmuştur. Ayrıca kSDN’in nöronlarının aromataz aktivitesi, erkeklere yönelmiş koçlarda dişilere yönelmiş koçlara göre daha küçük olduğu bulunmuştur. Bu bulgular cinsel yönelimin nörolojik olarak fiziksel bağlantılı olduğunu ve hormonlar tarafından etkilenebileceğini öne sürer. Ama araştırmanın sonuçları, koyunların beyninin seksüel olarak farklılaşmasındaki nöral aromatazın rolü ve koyunların cinsel davranışları arasında ilişki kurmada, cinsel tercihin defeminizesinin (erkek gelişme sürecinde feminen yapı, fonksiyon ve davranışların engellenmesi) eksikliği ve kritik dönemdeki fetüsün beyninin aromataz aktivitesinin sonucu olan kSDN seviyesi yüzünden başarısızlığa uğramıştır. Bununla beraber kSDN’de eşcinselliğin aromatazda rol oynamayan bir androjen reseptöründe programlanması daha olasıdır. Sonuçların çoğu eşcinsel koçların heteroseksüel koçlar gibi montaj, algılama, gonadotrophin salgılamasında maskülinize ve defeminize edildiğini ama cinsel partner tercihinde defeminize edilmediği, bu tür davranışların farklı bir şekilde programlanmış olabileceğini öne sürmektedir. kSDN’nin kesin fonksiyonu tamamen bilinmemesine rağmen seviyesi, uzunluğu ve hücre sayısının cinsel yönelimle bağlantılı olduğu görünmektedir ve hücreleri ve seviyesindeki dimorfizm, partner seçiminde rol oynadığı hissini uyandırmaktadır. kSDN’nin gelişiminin gereksinimlerini ve zamanlamasını ve doğum öncesi programlamanın yetişkinlikteki partner seçimini nasıl etkilediğini anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Cinsel yönelimin etiyolojisiyle ilgili biyolojik teoriler

Erken fiksasyon hipotezi

    Ana makale: Doğum öncesi hormonlar ve cinsel yönelim

Erken fiksasyon hipotezi, beynin maskülenleşmesini kontrol eden doğum öncesi gelişimle ve çevresel faktörlerle ilgili yapılan araştırmaları kapsar. Bazı araştırmalar doğum öncesi hormonları cinsel yönelimin belirlenmesinde ana faktör olarak görmektedir. Eşcinsel ve heteroseksüel kişilerin hem beyin yapısında hem de bilişsel işlemlerinde farklılıkların gözlenmesi bu hipotezi desteklemektedir. Bu farklılıklara bir açıklama olarak fetal gelişim sırasında rahmin farklı seviyelerde hormonlara maruz kalmasının eşcinsel erkeklerin beyninin maskülenleşmesini değiştirebilmesi gösterilmektedir. Bu kimyasalların yoğunluklarının fetal ve annesel bağışıklık sistemi, tüketilen belli ilaçlar, annesel stres ve aşı tarafından etkilendiği düşünülebilir. Bu hipotez aynı zamanda doğum sırası efektiyle bağlantılıdır.

Egzotiğin erotiğe dönüşmesi

Cornell Üniversitesi’nde sosyal bir psikolog olan Darly Bem, cinsel yönelimi etkileyen biyolojik faktörlere çocukluktaki deneyimlerin de aracılık edebileceği üstüne teori kurmuştur. Çocuk, doğası gereği belli aktiviteleri diğerlerine göre daha çok tercih edebilir. Çünkü çocuğun doğası, genetik faktörler gibi biyolojik değişkenler tarafından etkilenebilir. Bazı çocuklar genellikle hemcinslerinin zevk aldığı aktiviteleri tercih ederken başka çocuklar karşı cinsininkileri tercih edebilir. Bu cinsiyet uyumu gösteren çocuğu karşı cinsten daha farklı hissettirirken cinsiyet uyumsuzluğu gösteren çocuğu hemcinsinden daha farklı hissettirecektir. Bem’e göre çocuk kendini farklı hissettiği (egzotik) cinsiyete yaklaştığında farklılık hissi yüzünden bir fiziksel uyarılma yaşayacak, daha sonra bu fiziksel uyarılma cinsel uyarılmaya dönüşecektir. Bu teori egzotiğin erotiğe dönüşmesi teorisi olarak bilinir.

Bu teorinin dayanaklarından biri çoğu gay ve lezbiyenin çocukluk yıllarında cinsiyet uyumsuzluğu yaşamasının bulunmasıdır. 48 araştırmanın meta-analizi, çocukluk dönemindeki cinsiyet uyumsuzluğunun hem erkeklerde hem kadınlarda eşcinselliğin en büyük habercisi olduğunu göstermektedir. 1995’te Bailey & Zucker tarafından yapılan 14 araştırma da aynı sonuçlar bulunmuştur. Kinsey Enstitüsü’nde yaklaşık 1000 gay ve lezbiyen (kontrol grubu 500 heteroseksüel erkek ve kadından oluşuyor) üstünde yapılan bir araştırmada gay ve lezbiyenlerin %63’ünün çocuklarında cinsiyet uyumsuzluğu (örneğin hemcinslerinin yaptığı tipik aktiviteleri sevmeme) yaşadıklarını rapor etmiştir. Heteroseksüel erkek ve kadınlarda bu oransa sadece %10-15’tir. Aynı zamanda 6 prospektif araştırmada cinsiyet uyumsuzluğu gösteren erkek çocuklar, 7 yaşından ergenliğe ve yetişkinliğe kadar takip edilmiş, çoğunluğunun (%63) yetişkinliklerinde gay veya biseksüel olduğu görülmüştür. Cinsiyet uyumsuzluğu gösteren kızlar hakkında çok az prospektif araştırma vardır. Bir araştırmada maskülen davranışlar sergileyen 18 kız incelenmiştir. Bu kızlarının tamamının ergenliklerine geldiklerinde eşcinsel yönelime sahip olduğu ve 8’inin cinsiyet değiştirme ameliyatı talep ettiği görülmüştür.

Oklahoma Üniversitesi’nde psikiyatrist ve ürolog olan William Reiner, seksüel farklılık bozukluklarına sahip 100’den fazla çocuğu incelemiştir. 1960 ve 1970’lerde gelişmiş ülkelerde mikropenisle (penisin normalden çok küçük olması) doğan erkeklerin hadım edilmesi ve kız gibi yetiştirilmesi yaygın bir uygulamaydı. Ama bu uygulama eleştiriler almıştır. Çünkü bu erkek çocuklukları kız gibi yetiştirilmelerine rağmen yetişkinliklerine geldiklerinde tamamına yakını kadınlara ilgi duyduğunu rapor etmiştir. Bu bulgular cinsel yönelimin doğuştan geldiğini destekler.

Eşcinsel erkek ve kadınlardaki biyolojik farklılıklar

Bazı araştırmalar kişinin cinsel yönelimiyle biyolojisi arasında korelasyonlar bulmuştur. Bu araştırmaların sonuçları şunlardır:

  • Eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların beyin yarımküreleri ortalama olarak simetri gösterirken lezbiyen kadın ve heteroseksüel erkeklerin beyni asimetri göstermektedir, beynin sol yarımküresi sağ yarımküreye göre bir parça daha büyüktür.
  • Eşcinsel erkekler heteroseksüel erkeklere göre ortalama olarak bir parça daha büyük ve kalın penise sahiptir.
  • Beynin hipotalamus bölgesindeki INAH-3, eşcinsel erkeklerde ve heteroseksüel kadınlarda yaklaşık olarak aynı büyüklükte olup, heteroseksüel erkeklerinkine göre önemli ölçüde daha küçüktür ve hücreler heteroseksüel erkeklerinkine daha yoğun ölçüde paketlenmektedir.
  • Ön komissur, eşcinsel erkeklerde ve heteroseksüel kadınlarda heteroseksüel erkeklere göre daha büyüktür. Ama sonraki bir araştırmada ön komissurda farklılık bulunamamıştır.
  • Eşcinsel erkeklerin beyni, serotinin geri alımını inhibite eden fluoksetine heteroseksüel erkeklerinkine göre farklı tepki vermektedir.
  • İç kulak ve merkezi sinir sisteminin fonksiyonunda lezbiyen ve biseksüel kadınlar, heteroseksüel kadınlardan çok heteroseksüel erkeklerle benzerlikler göstermektedir. (Araştırmacılar bu bulgunun doğum öncesi hormonal teoriyle uyumlu olduğunu söylemektedir.)
  • Swaab ve Hopffman, suprakiazmatik çekirdeği eşcinsel erkeklerde heteroseksüel erkeklere göre daha büyük bulmuştur. Suprakiazmatik çekirdek aynı zamanda erkeklerde kadınlara göre de daha büyük olmasıyla da bilinmektedir.
  • Lezbiyen kadınların irkilme tepkisi (yüksek bir ses gibi beklenmedik bir uyarı karşısındaki göz kırpma refleksi) heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha fazla maskülenleşmiştir. (Bu araştırma, irkilme tepkisinin beynin limbik sistem tarafından kontrol edilmesinden ve limbik sistemin aynı zamanda cinsel davranışları da kontrol etmesiyle bilinmesinden dolayı kadınların cinsel yöneliminin en azından limbik sistemle bağlantılı olduğuna dair güçlü bir kanıt içermektedir.)
  • Eşcinsel erkek ve kadınların beyinleri, cinsiyet hormonları olarak kabul edilen AND’a (erkeklerin koltuk altında bulunuyor) ve EST’e (kadın idrarında bulunuyor) heteroseksüel erkek ve kadınlarınkinden farklı tepki vermektedir.
  • Eşcinsel erkekler cinsel olarak uyarıcı bir materyale maruz kaldığında beyinlerindeki amigdala bölümü heteroseksüel erkeklerinkine göre daha aktiftir.
  • İşaret ve yüzük parmağı oranları (2D;4D parmak oranı) lezbiyen kadınlarda heteroseksüel kadınlara göre daha maskülenleşmiş olabilir. (Lezbiyen kadınların daha maskülenleşmiş 2D;4D parmak oranına sahip olması doğum öncesi hormonal teoriyle uyumludur.)
  • Eşcinsel erkek ve kadınlarda sağ yanlı olmama durumu (sol yanlı olma ya da her iki elini kullanabilme kabiliyeti) heteroseksüel erkek ve kadınlara göre bir parça daha yüksektir. (Simon LeVay açıklamasında sağ yanlı olmama durumunun eşcinsel kişilerde bir parça daha yüksek görülmesinin cinsel yönelimin doğum öncesindeki süreçten etkilendiği görüşüyle uyumlu olduğunu söylemiştir.)
  • Bir araştırma, saçların saat yönünün tersine doğru bir şekilde çıkma oranının genel popülasyonda %8’ken, bu oranın eşcinsel erkeklerde %23 olduğunu bulmuştur. (Bu bulgu sol yanlılıkla bağlantılı olabilir.)
  • Eşcinsel erkeklerin sol başparmak ve serçe parmaklarının izlerinin tepe yoğunluğu yüksektir.
  • Eşcinsel erkeklerin ellerinin ve bacaklarının uzunluğu genel popülasyona göre daha düşüktür ama sadece bu beyaz erkekler için geçerlidir.
  • Eşcinsel erkekler nesnelerin yerleriyle ilgili hafıza testlerinde heteroseksüel erkeklere göre daha yüksek skorlar elde etmiştir. (Heteroseksüel ve lezbiyen kadınlar arasında bir fark bulunamamıştır.)

Cinsel yönelim ve evrim

Heteroseksüel birleşmelerin sıklığını önemli derecede azaltan cinsel aktiviteler aynı zamanda başarılı üreme ihtimalini de önemli derecede azaltmaktadır. Eşcinselliğin bu sıklığı azalttığı varsayıldığında bu cinsel aktiviteler Darwin’in doğal seçilim teorisinde uyumsuz bir davranış olarak gözükmektedir. Bu çelişkiyi açıklamak için birkaç teori ortaya atılmıştır ve yeni deneysel kanıtlar bu teorilerin doğru olabileceğini göstermektedir.

Gay amca hipotezi, çocuklara sahip olmayan insanların belki de aile genlerini sonraki nesillere yakın akrabalarının çocuklarına kaynaklar sağlayarak (yemek, gözetleme, savunma, barınak sağlama gibi) aktarabileceğini öne sürmektedir. Bu hipotez akraba seçilimi teorisinin genişletilmiş halidir. Akraba seçilimi aslında uyumsuzluk gibi görünen belli fedakâr aktiveleri açıklamak için geliştirilmiştir. İlk fikir 1932’de J. B.S. Haldane tarafından ortaya atılmış sonra John Maynard Smith, W. D. Hamilton ve Mary Jane West-Eberhard da dahil olmak üzere başkaları tarafından detaylandırılmıştır. Bu fikir aynı zamanda belli sosyal böceklerin çoğu üremeyen üyelerinin paternlerini açıklamak için de kullanılmaktadır.

Queensland Enstitüsü’nde çalışan Brendan Zietsch, kadınsal özellikler sergileyen erkelerin kadınlara daha çekici geldiği, bu yüzden onlarla daha çok birliktelik kurduğu ve böylece genlerin eşcinselliği tamamen reddetmemesini sağladığını öne sürmüştür.

2008’deki bir çalışmada araştırmacılar açıklamasında “Genlerin eşcinselliği etkilediğine dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. Düşük başarılı üreme şansı getiren eşcinselliğin popülasyonda nispeten yüksek sıklıkta nasıl devam ettiği bilinmemektedir." demiştir. Araştırmacılar eşcinselliğe yatkın genlerin heteroseksüellere çiftleşme avantajı verdiğini bununda eşcinselliğin evrimini ve popülasyonda devam etmesini açıklayabileceğini öne sürmüştür.

Ayrıca bakınız


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski