cinsel yönelim

 

cinsel yönelim

Cinsel yönelim (İngilizce: sexual orientation) kişilerin karşı cinsiyete, hemcins veya cinsiyete veya birden fazla cinsiyete karşı romantik veya cinsel çekim (veya her ikisini de) hissetmeye yönlendiren kalıcı kişisel bir niteliktir. Bu çekimler genellikle karşıcinsellik (heteroseksüellik), eşcinsellik (homoseksüellik), biseksüellik, altında toplanır; bununla beraber aseksüellik (diğerlerine olan romantik veya cinsel çekim eksikliği) de bazen dördüncü kategori olarak tanımlanır. Bu kategoriler cinsel kimliklerin daha ayrıntılı dünyasını yönleridir. Örneğin, insanlar panseksüel veya poliseksüel, veya hiçbirinden olmak gibi diğer etiketleri de kullanabilir. Amerikan Psikologlar Derneği'ne göre, cinsel yönelim "aynı zamanda bir kişinin bu çekimlere dayanan, davranışlarla ilişkili kimlik hissi, ve bu çekimleri paylaşan diğer kişilerden oluşan topluluğa olan üyeliğini de tanımlar".

Cinsel tercih terimi cinsel yönelim ile büyük ölçüde örtüşür, fakat genellikle psikolojik araştırmalarda ayırt edilir. Kendini biseksüel olarak tanımlayan bir kişi, örneğin, cinsel açıdan bir cinsiyeti diğerine tercih edebilir. Ayrıca cinsel tercih gönüllü bir seçimi de akıllara getirebilmektedir ancak bilimsel konsensüs cinsel yönelimin bir seçim olmadığı yönündedir.

Bir insanın neden belirli bir cinsel yönelim geliştirdiğine dair bilim adamları arasında bir görüş birliği yoktur, ancak genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu ortaya çıktığı teorisini savunmaktadırlar. Bununla beraber uzmanlar, cinsel yönelimin nedenleri hakkında biyolojik temelli teorileri yeğlemektedir. Bu teoriler genetik etmenlere, rahimdeki gelişimin erken dönemlerine veya bunların ortak etkisine işaret etmektedir. Ayrıca cinsel yönelimin erken çocukluk deneyimlerinden ve ebeveynlerin yetiştirme tarzından etkilendiğine işaret eden sağlam bir kanıt bulunmamaktadır. Aynı cinsiyetler arasındaki cinsel davranışlar ve ev ortamı veya ortak yaşam alanının erkekler üzerinde hiçbir etkisi bulunmamakta ve kadınlar için de ufak bir etkisi bulunmaktadır. Son birkaç on yıldaki araştırmaların gösterdiğine göre cinsel yönelim, tamamen karşı cinsiyete yönelme ile tamamen aynı cinsiyete yönelme arasındaki kesiksiz bir aralık üzerinde değişkenlik göstermektedir.

Cinsel yönelim öncelikle seksoloji dahil olmak üzere biyoloji ve psikoloji içinde rapor edilirken, sosyal inşacılık dahil antropoloji ve tarih içindeki raporlar için cinsel yönelim ve kültürle ilgili başka açıklamalar da vardır.

cinsel yönelim cetveli (Kinsey ölçeği)
Amerikan seksolog ve yazar Alfred Kinsey heteroseksüel-eşcinsel derecelendirme ölçeği olarak bilinen cinsel yönelim cetveli veya Kinsey ölçeğinde, "Erkekte Cinsel Davranış" isimli eserinde “The world is not to be divided into sheep and goats” yani “Dünya koyunlar ve keçiler diye ikiye ayrılmıyor” demiş ve bu cinsel yönelim cetvelini ortaya atmıştır.

{tocify} $title={İçindekiler}

Tanım

Cinsel yönelim tanımlarının çoğu ruh bilimsel (kişinin erotik arzusunun doğrultusu gibi) ya da davranışsal (arzulanan kişinin cinselliğine dair) ögeler içerir. Bazı tanımlar kişinin kendini betimlemesine (kimlik) dayalıdır.

Seksoloji, antropoloji ve tarih uzmanları eşcinsel ve karşıcinsel gibi toplumsal ayrımların evrensel olmadığını tartışmaktadırlar. İnsan cinselliğinin daha sürekli bir yelpaze oluşturduğu ve yaşam dönemleri ve çevresel etkiler ile az çok değişebildiği düşünülmektedir. Değişik toplumlarda kişilerin ve kesimlerin cinsel yönelim eğilimlerine getirilen tanım, sınıflama ve yargıların çeşitlilik gösterdiği bilinir. Üstelik bazı toplumlarda çiftlerin eşey ve cinselliklerinden çok ekonomik, toplumsal ve siyasal farkları önemsenebilir.

Daha önceleri kullanılan ancak yenilerde gözden düşen "cinsel seçim", "cinsel tercih" terimleri artık bilimsel çevrelerden çok siyasal amaçla, cinsel yönelimin yalnızca bir seçim sorunu olduğunu düşünen kişilerce kullanılmaktadır."

Cinsel yönelimin kökeni

Biyolojik faktörler

    Ana madde: Biyoloji ve cinsel yönelim

Araştırmacılar genler, doğum öncesi hormonlar ve beyin yapısını kapsayan, cinsel yönelimin gelişimiyle bağlantılı olma ihtimali olan birkaç biyolojik faktör tanımlamıştır.

Bilim insanları cinsel yönelimin tek bir faktör tarafından belirlenmediğine, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna ve biyolojik faktörlerin genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimiyle bağlantılı olduğuna inanmış, biyolojik teorileri daha çok benimsemiştir. Bilim adamları cinsel yönelimin bir seçim olmadığına inanmaktadır. Kişi heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel ya da aseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Erken çocukluk deneyimlerinin, ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacize uğramanın ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair önemli bir kanıt yoktur ama araştırmalar ebeveynlerin herhangi bir cinsel yönelim hakkındaki düşüncelerinin çocuğun herhangi bir cinsel yönelimle bağlantılı davranışları nasıl deneyimleyeceğine etki edebileceğini bulmuştur.

Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve önyargıya dayanmaktadır. Şu anki araştırmalar cinsel yönelimin oluşumundaki biyolojik açıklamaları aramaktadır ama hiçbir tekrarlanan bilimsel araştırma cinsel yönelimin özel bir biyolojik etiyolojisinin olduğunu desteklememektedir. Ama bilimsel araştırmalar heteroseksüel ve eşcinsel kişilerde bir takım biyolojik farklılıklar bulmuştur. Bu biyolojik farklılıklar cinsel yönelimin oluşumuyla aynı temel nedene sahip olabilir.

Genetik araştırmalar

Cinsel yönelimin belirlenmesinde genetik ve çevrenin önemini kıyaslamak amacıyla birkaç ikiz çalışması yapılmıştır. 1991’de yapılan bir araştırmada Bailey ve Pillard, tek yumurta erkek ikizlerinde %52 oranında, çift yumurta erkek ikizlerinde ise %22 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. 2000’de Bailey, Dunne ve Martin 4.901 avustralyalı ikiz üzerinde yaptığı araştırmada benzer sonuçlar bulmuştur. Tek yumurta erkek ikizlerinde %20 oranında uyum bulurlarken tek yumurta kız ikizlerinde yüzde %24 oranında uyum bulmuşlardır. Hershberger (2001) araştırmasında ikizler üstünde yapılmış 8 araştırmanın sonuçlarını birbiriyle karşılaştırmıştır. 8 araştırmanın 6’sında tek yumurta ikizlerinde, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek oranda uyum olduğu görünmüştür. Bu bulgular genetik faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisinin önemli olduğunu destekler.

Bearman ve Brückner (2002) önceki araştırmaları az sayıda denek içermesi ve deneklerin popülasyonu temsil etmemesinden dolayı eleştirmiştir. Bearman ve Brückner, 289 tek yumurta ikizi ve 495 çift yumurta ikizi üstünde yaptığı araştırmada tek yumurta erkek ikizlerinde sadece %7,7, tek yumurta kız ikizlerinde ise sadece %5,3 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. Bulgular neticesinde sosyal çevreden bağımsız bir genetik etkiden söz edilemeyeceği öne sürülmüştür.

2010’da İsveç’te 7.600’den fazla ikiz üstünde yapılan bir araştırmada eşcinsel davranış hem genetik faktörlerle hem de kişiye özgü çevresel faktörlerle (örneğin doğum öncesi ortam, hastalık ve travma, akran grupları ve cinsel deneyimler) açıklanabileceğini bulmuştur. Araştırma aynı zamanda ailesel çevre, toplumun tutumu gibi paylaşılmış çevresel faktörlerinde zayıf ama yine de kayda değer derecede etki ettiğini bulmuştur. Kadınların cinsel yöneliminde genetik faktörlerin az derecede etki ettiği, erkeklerin cinsel yöneliminde ise paylaşılmış çevresel faktörlerin hiç etki etmediği görünmüştür. Biyometrik modelin bulgularına göre erkeklerin cinsel yöneliminde genetik faktörler %34-39, paylaşılmış çevresel faktörler %0, kişiye özgü çevresel faktörler %61-66 oranında etki etmektedir. Kadınların cinsel yöneliminde ise genetik faktörler %18-19, paylaşılmış çevresel faktörler %16-17, kişiye özgü çevresel faktörler %64-66 oranında etki etmektedir.

Cinsel yönelim üzerine yapılan kromozom bağlantısı çalışmaları genom boyunca birçok tetikleyici genetik faktörlerin varlığını göstermektedir. 1993’te Dean Hamer ve meslektaşları 76 gay kardeş ve ailelerinin bağlantı analiziyle ilgili bulgular yayınlamıştır. Hamer ve meslektaşları eşcinsel erkeklerin anne tarafında, baba tarafına göre daha çok gay kuzen ve gay dayıya sahip olduklarını bulmuştur. Bu annesel soyu gösteren gay kardeşler, x kromozomundaki 22 işaretleyici gen kullanılarak X kromozomu bağlantısı test edilmiştir. Başka bir araştırmada test edilen 40 kardeş çiftin 33’ünde Xq28’in uzak bölgesinde benzer aleller bulmuştur. Bu erkek kardeşler için beklenen oran olan %50’den önemli ölçüde daha yüksektir. Bu medyada birçok insan tarafından “gey geni” olarak adlandırılmış, önemli tartışmalara yol açmıştır. 1998’de Sanders ve meslektaşları benzer bir çalışma yapmış gay kardeşlerin baba tarafındaki amcaların %6’sının, anne tarafındaki dayılarınınsa yüzde %13’ünün eşcinsel olduğunu bulmuştur.

Hu ve meslektaşları tarafından yapılan bir sonraki analiz önceki bulguların doğruluğunu arttırmıştır. Bu araştırma gay kardeşlerin (yeni grup) %67’sinin Xq28’de, X kromozomunda bir işaretleyici gen paylaştıklarını ortaya çıkarmıştır. Başka iki araştırmada (Bailey ve meslektaşları, 1999; McKnight ve Malcolm, 2000) eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki gay akrabaların fazlalığı bulunamamıştır. 1999’da Rice ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışmada Xq28 bağlantısı bulunamamıştır. Bütün kromozom bağlantısıyla ilgili dataların meta-analizi Xq28’le ilgili önemli bir bağlantı olduğunu göstermektedir ama aynı zamanda cinsel yönelimin tamamen genetik olduğunu açıklayabilmek için ek olarak başka genlerinde var olmak zorunda olduğunu göstermektedir. 894 heteroseksüel ve 694 eşcinsel erkek üstünde yapılan son bir araştırmada kromozom bağlantısı bulunamamıştır.

Mustantski (2005) kişilerin kendi ve yeni deneklere ek olarak daha önce Hamer (1993) ve Hu (1995) tarafından rapor edilen ailelerin sadece X kromozomunun scan edilmesi yerine bütün genomunu scan etmiştir. Araştırma, Hamer’in bulgularınınkine göre bir parça daha indirgenmiş Xq28 bağlantısı bulmuş, 7q36, 8p12 ve 10p26’dan başka önemli işaretleyici bulamamıştır. İlginç bir şekilde bulgular 10q26’in annesel soydan geldiğine dair önemli bir işaret göstermektedir. Bu önceki aile çalışmalarını desteklemektedir.

2004’te italyan araştırmacılar, 98 eşcinsel erkek ve 100 heteroseksüel erkeğin akrabalarını incelemiştir. Eşcinsel erkeklerin kadın akrabaları, heteroseksüel erkeklerinkine göre daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu bulunmuştur. Ayrıca eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki kadın akrabaları, baba tarafındaki kadın akrabalarına göre de daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu gözlenmiştir. Araştırmacılar X kromozomundaki nesilden nesile geçen bir genetik materyalin, kız çocuklarda doğurganlığa, erkek çocuklarda ise eşcinselliğe neden olduğu sonucuna varmıştır.

2010’da Kore Gelişmiş Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’ndeki bir grup, bir dişi farenin üreme davranışıyla ilgili tek bir genini ortadan kaldırarak cinsel tercihini değiştirmeyi başarmıştır. Dişi fare gen olmayınca diğer dişi farelerin idrarına karşı maskülen bir cinsel davranış ve cinsel eğilim göstermiştir. Bu geni koruyan dişi farelerse erkek farelere cinsel ilgi duymuştur.

2014'te Amerika’da Northwestern Üniversitesi’nde Michael Bailey tarafından yapılan bir araştırmada, genetik faktörlerin erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği ama tamamen de belirleyici olmadığını göstermiştir. 408 eşcinsel erkek kardeş çifti ve aileleri üstünde yapılan araştırmada eşcinsel erkeklerin X kromozomunun Xq28 bölgesinde benzer DNA işaretleri taşıdığı ve bu bölgedeki iki kromozomun erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği bulunmuştur. Bu 1993’te yapılan Dean Hamer’ın araştırmasını desteklemektedir. Ayrıca Kromozom 8 adlı bir bölgenin de erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği görünmüştür. Araştırmanın bulgularına göre genetik faktörler erkek eşcinselliğinde yüzde 30-40 oranında rol oynarken gerisinden çevresel faktörler sorumlu. Ama Michael Bailey çevresel faktörlerin illaki sosyal olarak sonradan kazanılan anlamı taşımadığı, doğumumuzda DNA’mızda olmayan her şeyin çevresel faktörler olarak kabul edildiğini söylemiştir.

Epigenetik araştırmalar ve teoriler

    Ana madde: Eşcinsellikle ilgili epigenetik teoriler

Bir araştırma annenin genetik yapısıyla oğullarının eşcinselliği arasında bir bağlantı bulmuştur. Kadınlar iki X kromozomuna sahiptir ve biri inaktive edilir. Bocklandt ve meslektaşları, eşcinsel oğullara sahip annelerin X kromozomu inaktivasyonlarının, eşcinsel erkek çocuğa sahip olmayan annelere göre önemli derecede daha yüksek oranda asimetri gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel bir erkek çocuğa sahip olmayan annelerin %4’ü X kromozomu inaktivasyonlarında asimetri gösterirken bu oran bir eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %13, iki ya da daha fazla eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %23’tür.

Gebelik ve doğum sonrası boyunca epi-işaretleyicilerin genlerin ifade edilmesi üstündeki kontrolü geçici olarak değişmektedir. Epi-işaretleyiciler histon proteinlerinin ve DNA histonlarına bağlanan metil ve asetil gruplarının modifikasyonudur. Proteinlerin fonksiyonunu değiştirir, genlerin ifade edilmesini etkiler. Epi-işaretleyiciler fetüsün normal bir cinsel gelişme yaşamasına yardım etmek için tasarlanmıştır ama mitoz bölünme sırasında çocuğa geçebilir. Bu epi-işaretleyiciler babadan kıza ya da anneden oğula geçtiğinde erkeklerdeki bazı özelliklerin feminenleşmesi ve kadınlardaki bazı özelliklerin maksülenleşmesi gibi ters etkilere neden olabilir. Feminenleşme ve maskülenleşmenin tersine dönmesi cinsel tercihinde tersine dönmesine neden olabilir.

Doğum öncesi hormonlar

    Ana maddeler: Doğum öncesi hormonlar ve cinsel yönelim, Doğum sırası ve erkeklerin cinsel yönelimi ve El yanlılık ve cinsel yönelim

Doğum öncesi hormonal teori, belli hormonların fetüsün cinsiyet farklılaşmasında rol oynaması gibi kişinin cinsel yönelimine de etki ettiğini söyler. Doğum öncesi hormonlar cinsel yönelimin ana belirliyicisi olabilir ya da genler, biyolojik faktörler, çevresel ve sosyal durumlarla birlikte yardımcı bir faktör olabilir. Gelişen beyin hücreleriyle etkileşim içinde olan hormonların ve genlerin etkilediği beyin yapısındaki farklılıkların cinsel yönelim dahil olmak üzere sayısız davranışlardaki cinsiyet farklılıkların temeli olduğuna inanılır. Doğum öncesi hormonlar çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları (sex-typed behaivor) etkileyebilir. Bu hipotez memeli hayvanlar üstünde yapılan çok fazla sayıda yapılan deneysel çalışmalar sonucu ortaya atılmıştır. Benzer etkilerin insanlardaki nörodavranışsal gelişiminde görülmesi uzmanlar arasında büyük bir tartışma konusu olmuştur. Son yapılan çalışmalar doğum öncesi maruz kalınan androjenin çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları etkilediğine dair kanıtlar bulmuştur.

Doğum öncesi maruz kalınan hormonların işaretlerinden biri işaret parmağı uzunluğunun yüzük parmağı uzunluğuna oranıdır. (Erkekler kızlara göre daha düşük 2D;4D oranına sahiptir.) Bağımsız araştırmalar lezbiyen kadınların daha maskülenleşmiş (daha düşük) 2D;4D oranlarına sahip olduğunu bulmuştur. Bu efekt henüz heteroseksüel ve eşcinsel erkeklerde gözlenmemiştir. Ama bu parmak oranlarının doğum öncesi androjenlerle bağlantılı olduğu tartışmalıdır. Başka doğum öncesi faktörlerde bunda rol oynayabilir. Bazı araştırmalar bu hipotezi desteklerken diğerleri desteklememiştir.

CAH hastaları (congenital adrenal hyperplasia, fetüs gelişirken yüksek androjen seviyelerinde oluşan otozomal resesif bir hastalık) anne karnında aşırı androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı değişen seviyelerde bir maskülenleşmiş vücuda ve daha çok maskülenleşmiş davranışlara sahiptir. Araştırmalar CAH hastalarının, kontrol grubundaki kadınlara göre daha çok eşcinsel ya da biseksüel yönelime sahip olduğunu göstermiştir. Geçmişte düşük yapmayı engellemek için kullanılan bir ilaç olan beyaz billur tozunun (diethylstilbestrol (DES)) kadınların cinsel yönelimiyle olan ilişkisi incelenmiş, anne karnındayken DES'e maruz kalmış kadınların kontrol grubundaki kadınlara göre daha yüksek oranda (%17’ye %0) eşcinsel birliktelik yaşadıklarını rapor edilmiştir. Ama DES kadınlarının büyük çoğunluğu tümüyle heteroseksüel yönelime sahip olduğu belirtilmiştir. CAH ve DES çalışmaları doğum öncesi hormonal teoriyi bir parça desteklemektedir ama sadece eşcinsel kadınların küçük bir bölümünün eşcinselliğini açıklamaktadır.

Kadınlar düşük frekanstaki sesleri erkeklere göre daha iyi duyarlar ve iç kulaklarındaki kokleadan ürettikleri oto-akustik emisyon (OAE), erkeklere göre daha yüksektir. Erkeklerin düşük frekanstaki sesleri algılamada daha kötü ve ürettikleri OAE’nin daha düşük seviyede olmasının sebebinin anne karnında daha fazla androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı olduğu düşünülmektedir. Dennis McFadden tarafından yapılan bir araştırma (1998) lezbiyen ve biseksüel kadınların ürettikleri OAE seviyesinin heteroseksüel kadınlara göre daha düşük (daha maskülenleşmiş) olduğunu bulmuştur. Ama heteroseksüel, eşcinsel ve biseksüel erkekler arasında önemli bir farklılık bulunamamıştır.

Blanchard ve Klassen (1997), her büyük erkek kardeşin bir erkeğin gay olma ihtimalini bir önceki erkek kardeşinkinin yaklaşık yüzde 33’ü kadar arttırdığını rapor etmiştir. Bu oran, cinsel yönelimle ilgili yapılmış araştırmalarda tanımlanmış en güvenilir epidemiyolojik değişkenlerden biridir. Bu bulgular sonucunda erkek fetüslerin, her erkek çocuk doğurdukça güçlenen annesel bağışıklık sistemini tetiklediği öne sürülmüştür. Bu anne immün hipotezi, erkek fetüsteki hücrelerin hamilelik ya da doğum sırasında annenin dolaşımına girmesiyle başlar. Erkek fetüsler, omurgalıların seksüel olarak farklılaşmasında rol oynadığı neredeyse kesin olarak bilinen HY antijenlerini üretir. Bu Y bağlantılı proteinler annenin bağışıklık sistemi tarafından tanınmaz; çünkü annenin cinsiyeti dişidir. Bu tanınmamazlık yüzünden anne plazental duvardan fetal bölüme kadar ulaşan antikorlar üretir. Bu anti-erkek antikorlar gelişen fetal beynin kan/beyin duvarını aşar ve beynin cinsel yönelimle bağlantılı, cinsiyete göre dimorfik yapılarını değiştirir. HY antijenlerinin beynin maskülenleşmesindeki kabiliyetini azaltan HY antikorları, erkek bebeğin büyüdüğünde kadınlardan çok erkeklere ilgi duyma ihtimalini arttırır. Buna doğum sırası efekti denir. Doğum sırası efekti, yaklaşık her 7 eşcinsel erkekten birinin eşcinselliğini açıklamaktadır. Kadınların cinsel yöneliminde ve büyük kız kardeşlere sahip olmakta doğum sırası efektinin herhangi bir etkisi olduğu gözükmemektedir.

Sol yanlı olma ihtimali eşcinsel kişilerde artmaktadır. Önceki çalışmaların meta-analizinde eşcinsel erkeklerin sol yanlı olma ihtimalinin heteroseksüel erkeklerinkinin %34’ü kadar daha fazla olduğu, eşcinsel kadınların sol yanlı olma ihtimalininse heteroseksüel kadınlarınkinin neredeyse iki katı (%91) olduğu bulunmuştur. Blanchard ve meslektaşları (2006) doğum sırası efektiyle el yanlılık arasında bağlantı kurmuş, doğum sırası efektinin sadece sağ yanlı erkekler için geçerli olduğunu iddia etmiştir.

Nörolojik araştırmalar

    Ana madde: Nöroloji ve cinsel yönelim

1991’de Simon LeVay, hipotalamustaki INAH1, INAH2, INAH3 ve INAH4 adı verilen 4 nöron grubunu incelemiştir. Beynin bu bölümünü önemlidir; çünkü bu bölümün hayvanların cinsel davranışlarının düzenlenmesinde rol oynadığı kanıtlanmış ve INAH2 ve INAH3’ün erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterdiği rapor edilmiştir. Araştırma, AIDS yüzünden ölen 19 eşcinsel erkekten, cinsel yönelimleri bilinmeyen ama araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 6’sı AIDS’ten ölen 16 erkekten, yine araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 1’i AIDS’ten ölen 6 kadından oluşmaktaydı. Simon LeVay, heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün büyüklüğünün, eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınınkinin iki katı kadar büyük olduğunu bulmuştur.

2001’de William Byne ve meslektaşları aynı araştırmayı 14 HIV pozitif eşcinsel erkek, heteroseksüel varsayılan 34 erkek (10 HIV pozitif) ve heteroseksüel varsayılan 34 kadın (9 HIV pozitif) üstünde tekrar yapmıştır. Araştırmacılar INAH3’ün büyüklüğünün heteroseksüel erkek ve kadınlarda önemli derecede farklılık gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel erkeklerinkinin görünüşte heteroseksüel erkeklerinkinden küçük, heteroseksüel kadınlarınkinden büyük olduğu bulunmuştur. Ama bu farklılığın tam olarak istatistiksel bir öneme sahip olmadığı tespit edilmiştir. Byne ve meslektaşları aynı zamanda INAH3’ün ağırlığını ve nöronlarının sayılarını da ölçmüştür. INAH3’ün ağırlığının sonuçları büyüklüğününkilerine benzer çıkmıştır. Heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün ağırlığı, heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha yüksek çıkarken, eşcinsel erkeklerin sonuçları, heteroseksüel erkek ve kadınların arasında çıkmıştır. Ama farklılığın önemli derecede olmadığı görünmüştür. INAH3’teki nöron sayılarında kadın ve erkekler arasında farklılık bulunurken cinsel yönelimle bağlantılı bir farklılık bulunamamıştır.

Erkek terindeki testosterondan elde edilen androstadienin (AND) ve hamile kadınların idrarında bulunan östrojene benzeyen estratetraenolinin (EST) insanlardaki feromon olduğu düşünülmektedir. AND ve EST’in kişinin cinsel yönelimine bağlı olarak ön hipotalamustaki nöral devreleri aktivite ettiği gözlenmiştir. Ön hipotalamus üreme fonksiyonların sürecinde rol oynamaktadır ve son kanıtlar ön hipotalamsun cinsel davranış ve cinsel tercihte rol oynayan hormonal ve duyumsal ipuçlarını birleştirmede yardım ettiğini öne sürmektedir. 2005’te İvanka Savic ve ekibi yaptığı araştırmada erkeklik kimyasalı AND’ın heteroseksüel erkeklerin beyninin olfactory bölgesini (koklama duyusuna ait bölge), eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınsa hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. Kadınlık kimyasalı EST’inse eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların olfactory bölgesini, heteroseksüel erkeklerinse hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. Aynı ekibin 2006’da yaptıkları bir araştırmada lezbiyen kadınların beyinlerinin verdiği tepkilerin heteroseksüel kadınlardan farklı olup heteroseksüel erkeklerinkine bir parça benzediği ama bu benzerliğin heteroseksüel kadınlar ve eşcinsel erkekler arasındaki benzerlik kadar güçlü olmadığı bulunmuştur. Yine aynı ekibin 2008’de yaptığı bir araştırmada eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların beyin yarımkürelerinin ortalama olarak simetri gösterdiği ama lezbiyen kadın ve heteroseksüel erkeklerin beyinlerinin asimetri gösterdiği, beyinlerinin sol yarımkürelerinin sağ yarımküreye göre bir parça daha büyük olduğu bulunmuştur.

2003’te Qazi Rahman tarafından yapılan bir araştırma, lezbiyen kadınların irkilme tepkisinin (yüksek bir ses gibi beklenmedik bir uyarı karşısındaki göz kırpma refleksi) heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha fazla maskülenleşmiş olduğunu bulmuştur. Bu araştırma, irkilme tepkisinin beynin limbik sistemi tarafından kontrol edilmesinden ve limbik sisteminin aynı zamanda cinsel davranışları da kontrol etmesiyle bilinmesinden dolayı kadınların cinsel yöneliminin en azından limbik sistemle bağlantılı olduğuna dair güçlü bir kanıt içermektedir.

1997’de Sanders ve Ross-Field doğum öncesi hormonların cinsel yönelimle bağlantılı fonksiyonel beyinsel asimetrilere yol açtığını öne sürmüştür. Bilişsel görevler seksüel olarak dimorfik olarak bilinir. Kadınların sözlü yeteneklerinin erkeklere göre daha gelişmiş olması indirgenmiş lateralizationla (bir fonksiyonun beynin sağ veya sol yarımküresinde yerleşik olması prensibi), erkeklerin uzaysal görevlerde kadınlara göre daha başarılı olması da belirgenleşmiş lateralizationla bağlantılıdır. Fonksiyonel beyinsel asimetriyi ölçen Vincent Mekanik Diyagramlar testinde hem eşcinsel erkekler hem heteroseksüel kadınlar heteroseksüel erkeklerden daha düşük skorlar elde etmiştir. Sözel performansı ölçen Wechsler Yetişkin Zeka Ölçeği’nde ise heteroseksüel kadın ve eşcinsel erkekler, heteroseksüel erkeklere göre daha yüksek skorlar elde etmiştir. Cinsiyete göre farklı sonuçlar elde edilmesi beklenen birkaç testte de eşcinsel erkeklerle heteroseksüel kadınların sonuçları istatistiksel olarak birbirinden farklılık göstermezken, heteroseksüel erkeklerin sonuçları farklılık göstermiştir.

2003’te Chicago Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, eşcinsel erkeklerin beyni serotoninin geri alımını inhibite eden fluoksetine heteroseksüel erkeklerinkine göre farklı tepki verdiği, hipotalamuslarındaki glikoz metabolizmasının heteroseksüel erkeklere göre önemli ölçüde daha az olduğu bulunmuştur. Prefrontal korteks ve singulat korteks dahil olmak üzere beynin diğer bölgelerinde de ölçülen aktivasyonda da farklılıklar bulunmuştur.

2007’de Chicago’da yapılan bir araştırmada erkek meyve sineklerinin beyinlerinin cinsellikle ilgili bölgelerindeki bir gen değiştirilerek eşcinsel davranış göstermesi sağlanmıştır. Genin mutasyonundan sonra sinapsis adı verilen sinir hücreleri bağlantılarının güçlenmesi nedeniyle erkek meyve sinekleri diğer meyve sineklerinin erkek mi dişi mi olduğunu anlamaya yarayan “feromon” adlı kimyasal kokuları ayırt edememiş, hem dişi hem de diğer erkek meyve sineklerine kur yapmıştır.

Birçok türde seksüel farklılaşmanın belirgin bir özelliği preoptik hipotalamustaki seksüel dimorfik çekirdeğin (SDN) varlığıdır. SDN, erkeklerde dişilere göre daha büyüktür. Evcil koçların çoğunluğu dişi koyunlara ilgi duyarken, yaklaşık yüzde 8’i diğer koçlara ilgi duymaktadır. Roselli ve meslektaşları koyunların SDN’sini (kSDN) incelemiş, eşcinsel koçların kSDN’sinin, heteroseksüel koçlara göre daha küçük, dişi koyunlarınkine ise benzer olduğunu bulmuştur. Ayrıca kSDN’in nöronlarının aromataz aktivitesi, eşcinsel koçlarda heteroseksüel koçlara göre daha küçük olduğu bulunmuştur.

Çevresel faktörler

    Ana madde: Çevre ve cinsel yönelim

Profesyonel organizasyonların açıklamaları

Amerikan Pediatri Akademisi’nin 2004’teki açıklaması şu şekildedir:

Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Şu anki bilgiler cinsel yönelimin erken çocukluk döneminde kurulduğunu göstermektedir.

Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Derneği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu’nun 2006’daki açıklaması şu şekildedir:

İnsanların heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel olmasına yol açan özel faktörler (biyolojik, psikolojik, ebeveynlerin cinsel yönelimi) hakkında ortak bir bilimsel görüş yoktur ama mevcut kanıtlar gay ve lezbiyenlerin çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği ailelerden geldiğini, eşcinsel çiftlerin yetiştirdiği çocuklarınsa çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel olduğunu göstermektedir.

Kraliyet Psikiyatrlar Derneği’nin 2007’deki açıklaması şu şekildedir:

Neredeyse bir yüzyıl boyunca yapılan psikoanalitik ve psikolojik spekülasyonlara rağmen ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin kişide heteroseksüel ya da eşcinsel yönelimin oluşmasında bir rolü olduğuna dair önemli bir kanıt bulunamamıştır. Cinsel yönelim doğada biyolojik olarak görünebilir, genetik faktörlerin kompleks etkileşimi ve erken rahim ortamı tarafından belirlenebilir. Bu yüzden cinsel yönelim bir seçim değildir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir.

Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun açıklaması şu şekildedir:

Hiç kimse heteroseksüellik, eşcinsellik ve biseksüelliğin nasıl oluştuğunu bilmemektedir. Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve önyargıya dayanmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Derneği, California Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu 2007’deki açıklaması şu şekildedir:

Birçok araştırma genetik, hormonal, gelişimsel, sosyal ve kültürel faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisini incelemesine rağmen, bilim adamların cinsel yönelimin özel bir faktör ya da faktörler tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmasına izin veren bir bulgu yoktur. Bu araştırmaların bazıları cinsel yönelimin gelişimini daha iyi anlamaya olanak tanıyabilir ama cinsel yönelimin nedenini veya nedenlerini bulmada sonuca ulaşmaya yardım etmez.

Cinsel yönelimi değiştirme çabaları

Cinsel yönelimi değiştirme çabaları (SOCE), eşcinsel ya da biseksüel yönelimi heteroseksüelliğe dönüştürmeyi amaçlayan metodlardır. Bu çabalar davranışsal teknikleri (örneğin onarım terapisi), psikoanalitik teknikleri, tıbbi yaklaşımları ve dinsel ve ruhsal yaklaşımları içerebilir. Dünyanın bazı yerlerindeyse “düzeltici tecavüz” (lezbiyen kadınlara heteroseksüelliğe dönmesi için yapılan tecavüz) gibi cinsel şiddetleri içerebilir.

SOCE’nin kişinin cinsel yönelimini değiştirmeyi başarıp başarmadığına dair bilimsel kesinliği gösteren bir araştırma yoktur. SOCE, dini kuruluşların benimsediği değerlerle LGBT hakları kuruluşları, profesyonel ve bilimsel kuruluşlar arasındaki gerginlik yüzünden tartışmalıdır. Davranışsal ve sosyal bilimlerin ve ruh sağlığı uzmanlık alanlarının uzun süredir olan ortak görüşü eşcinsellik ve biseksüelliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğu ve bu yüzden eşcinsellik ve biseksüelliğin bir ruh hastalığı olarak kabul edilmediğidir. Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun açıklaması “Çoğu insan kendi cinsel yönelimlerinde az miktarda tercih hissini deneyimler ya da hiç deneyimlemez.” şeklindedir. Bazı kişiler ve gruplar eşcinselliği gelişimsel bozukluk ya da dini ve ahlaki çöküş olarak tanıtmakta ve psikoterapi ve dini çabaları içeren SOCE’nin kişinin eşcinsel hislerini ve davranışlarını değiştirebileceğini iddia etmektedir. Bu kişiler ve grupların birçoğu eşcinselliğin aşağılayıcı, utanç verici bir şey olduğunu desteleyen dini, politik akımlardan olduğu gözlenmektedir.

Hiçbir önemli ruh sağlığı kuruluşu cinsel yönelimi değiştirme çabalarını uygun görmemiş, hemen hemen hepsi cinsel yönelimi değiştirmeyi amaçlayan tedavileri uyaran prensipleri benimsemiştir. Bu kuruluşlarda Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Derneği, Amerika’daki Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu, Kraliyet Psikiyatrlar Derneği, ve Avustralya Psikologlar Derneği de yer almaktadır. Kraliyet Psikiyatrlar Derneği, ABD’nin Ulusal Araştırma ve Terapi Derneği NARTH gibi kuruluşların bilim tarafından desteklenmemesi ve önerdiği sözde eşcinsellik tedavilerin önyargı ve ayrımcılığa zemin hazırlaması konusundaki endişelerini Amerikan Psikiyatri Kurumu ve Amerikan Psikologlar Derneği’yle paylaşmıştır.

2012’de Panamerikan Sağlık Örgütü (Dünya Sağlık Örgütü’nün Kuzey ve Güney Amerikan Kolu) insanların heteroseksüellik haricindeki yönelimlerini “tedavi” etmeyi amaçlayan servislerin tıbbi olarak doğrulanmamış olması ve insanların sağlığı için tehlikeli olması yüzünden uyarı niteleğinde bir açıklama yapmış, uzmanların ortak görüşünün eşcinselliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğunu ve eşcinselliğin patolojik bir durum olmadığını belirtmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, eşcinsel çocukların kendi istemedikleri halde bu tedavilere gitmeye bazen zorlandıklarını, özgürlüklerinin elinden alındığı ve bazen aylarca izole edildiklerini belirtmiştir. Panamerikan Sağlık Örgütü bu tür etik olmayan tedavilerin sağlık hizmetlerinin ve insan haklarının ihlalinden dolayı ihbar edilmesini ve ulusal yönetmelik altında yaptırım uygulanmasını önermiştir.

Cinsel yönelimin ölçülmesi

Toplumsal değer yargıları cinsel yönelimin bilimsel yöntemlerle ölçülmesini zor kılar. Araştırmacılar bireylerin kendi bildirileri, cinsel davranışları, yazıya dökülmüş cinsel düşler ve cinsel uyarılma paternlerini kullanabilirler. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insan cinsel yanıtının iki ya da üç belirli kategori arasında süreklilik gösterdiği varsayımı yaygınlaşmıştır. Genç Alman seksoloğu Magnus Hirschfeld tarafından 1896'da yayınlanan bir makale'de bireylerin cinsel arzuları karşıcinsel (A) ve eşcinsel (B) olarak iki bağımsız 10 bölümlü ölçek ile ölçülmüştür).

Elli yıl kadar sonra, Amerikan seksoloğu Alfred Kinsey Erkekte Cinsel Davranış adlı eserini yazdı (1948).

Erkekler eşcinsel ve karşıcinsel diye birbirinden tümüyle ayrı iki topluluk göstermiyor. Dünya koyunlar ve keçiler diye ikiye ayrılmıyor. Taksonominin temelleri ile uyumlu olarak doğa, birbirinden tümüyle ayrı kategoriler ile pek seyrek karşılaşıyor... Yaşam her yönü ile bir süreklilik gösteriyor.

Yalnızca eşcinsel ve karşıcinsel vaka öyküleri arasındaki bu süreklilik gösteren derecelenmenin varlığını vurgularken, her öykünün oranlı eşcinsel ve karşıcinsel içeriklerini göz önüne alan ölçülü bir cetvel yöntemi geliştirmenin uygun olacağını düşünüdük.... 7 bölümlü bir ölçek karşılaşılan değişik değerleri temsil etmeye daha yatkındır.

Kinsey cetveli cinsel eğilimi 0'dan (yalnızca karşıcinsel) 6'ya (yalnızca eşcinsel) ölçer. Ek bir kategori, X, ne erkek ne de kadınlara ilgi duymayanlara ayrılmıştır. Hirschfeld'in cetvelinin aksine, Kinsey cetveli tek boyutludur:

Değerlendirme (Rating)Açıklama (Description)
0Exclusively heterosexual (Tümüyle karşıcinsel)
1Predominantly heterosexual, only incidentally homosexual (Ağırlıklı olarak karşıcinsel, yalnızca zaman zaman eşcinsel)
2Predominantly heterosexual, but more than incidentally homosexual (Ağırlıklı olarak karşıcinsel, ama "zaman zaman"dan daha sık eşcinsel)
3Equally heterosexual and homosexual (Eşit derecede eşcinsel ve karşıcinsel)
4Predominantly homosexual, but more than incidentally heterosexual (Ağırlıklı olarak eşcinsel, ama "zaman zaman"dan daha sık karşıcinsel)
5Predominantly homosexual, only incidentally heterosexual (Ağırlıklı olarak eşcinsel, yalnızca zaman zaman karşıcinsel)
6Exclusively homosexual (Tümüyle eşcinsel)
XAsexual (Aseksüel)

Cinsel kimlik, yönelim ve eşeysel kimlik

Cinsel kimlik bazen cinsel yönelimle eş anlamlı gibi kullanılsa da iki kavram birbirinden ayrı ögeler içerir. Cinsel kimlik, kişinin cinselliğini algılaması ve bu algının toplum tarafından sunulan modellerle olan karmaşık ilişkisi, cinsel yönelim ise yalnızca kişinin cinsel istekleri, bağlılıkları ve düşleri anlamında kullanılabilir.

Cinsel kimlik (sexual identity) (eng) ve cinsiyet kimliği (gender identity) (eng) kavramlarının da birbirleri ile karıştırılmaması önemlidir. Cinsel kimlik veya toplumsal cinsiyet kimliği, bireyin cinsel ve ilgili diğer davranışsal eğilimleri, vücut görüntüsü ve bunların toplumsal yansımalarının birlikte algılanması ile ilgili ve eşey kimliğinden daha geniş kapsamlı olan bir kavramdır. Eşey kimliği veya biyolojik cinsiyet kimliği kavramı ise yalnızca bireyin kendini dişi ya da erkek olması ile kısıtlıdır ve cinsel yönelimden ayrıdır.

Eşey kimlikleri biyolojik eşeylerinden farklı olan kişilere transcinsel ya da transseksüel denir. (Ayrıca bakın: Eşeysel kimlik bozukluğu, gender identity disorder). Transseksüel kişilerin cinsel yönelimleri genellikle ruhsal eşey kimlikleri ile karşıcinsel bir uyum içerisindedir. (Örneğin, erkek vücudu, kadın kimliği ve bu kimlikle karşıcinsel, erkeklere ilgi duyan cinsel yönelimi olan bir birey, eşey değişikliği cerrahisi sonrasında birey karşıcinsel hale gelebilir). Ancak, bireyler eşey kimliklerinden bağımsız olarak son derece değişik cinsel eğilimler [eşcinsel, ikicinsel, cinselliksiz (aseksüel), tümcinsel (panseksüel)] gösterebilmektedir. Bu nedenle eşey kimliği, cinsel kimlik ve cinsel yönelim ayrı süreçler olarak incelenmektedir.

Cinsel yönelimi belirleyen faktörler

Ayrıca bakınız


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski